12 Nisan 2015 21:55
DİSK Genel Başkanı Kani Beko, HDP’nin seçime parti olarak girme kararını değerlendirerek “Kesinlikle barajı aşması gerekiyor. Bu ülkede barış, demokrasi, insan haklarından yana isek, biz HDP'nin baraj altında kalmasına izin veremeyiz. 'Demokrasi' dediğimiz şey çoğunluğun azınlığı yönetmesi değil, azınlığın da yönetimlerde söz sahibi olduğu bir sistem olmalıdır” dedi.
Beko, “HDP, bir 'Türkiye partisi' olduğunu iddia ediyor ise bile, yüksek sesle de Kürt sorununu çözme diye bir iddiası da var. Onun için Kürt sorununun, kesinlikle isyan ve inkar ile değil, demokratik barışçıl yollarla çözülebilmesi için mecliste onların sesi olabilecek milletvekillerinin olması gerekiyor” diye konuştu.
Bozcaada Belediyesi'nde görevli DİSK/Genel-İş Sendikası üyesi işçiler ile toplu iş sözleşmesi için Çanakkale'ye gelen DİSK Genel Başkanı Kani Beko, Türkiye'nin en önemli gündem maddelerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
Yaklaşan 1 Mayıs öncesi, yaklaşık 2 milyon kişinin katıldığı Diyarbakır Newroz'unu örnek gösteren Beko, “Polis müdahale etmezse, olay çıkmaz” dedi. DİSK'e bağlı sendikaların 1 Mayıs için Taksim'de kutlanması noktasında bir tavrı olduğunu ifade eden Beko, “1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü'nde, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de birçok alanlarda, işçiler, kamu çalışanları, köylüler, öğrenciler, kendi özgür iradesi ile yan yana omuz omuza ekonomik, demokratik, siyasi ve sosyal haklarını, demokratik bir şekilde haykırmak üzere alanlara çıkıyorlar” dedi.
Beko, “Biz de İstanbul'da 2010 yılında yüz binlerce işçi ile Taksim alanında 1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü kutlamasını becerdik. Kimsenin burnu kanamadı. 2011'de de 1 Mayıs kutlamaları çok güzel bir şekilde yapıldı sonrasında 2012'de de bu kutlamalar gerçekleştirildi. Fakat 2013 yılında Taksim, herkese açık olduğu bir dönemde, işçilere kapatıldı. İşçilere kapatıldıktan sonra da İstanbul'da adı belli olmayan bir sıkı yönetim ilan edildi. Sabahın çok erken saatlerinde, TOMA’larla, biber gazları ile sonuçta polislerin işçilerin üzerine saldırması ile bir devlet terörü yaşandı. Sonuçta, binlerce arkadaş gözaltına alındı. Bazı işçi arkadaşlarımız hayati tehlikesiyle hastaneye kaldırıldı. Sonuç itibariyle, Türkiye'ye ve Avrupa'ya İstanbul'dan çok kötü bir fotoğraf, çok kötü bir mesaj verildi. 2014 yılında da aynı şeyler yaşandı. Devlet, 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü ile ilgili Taksim çağrısı yapanlar hakkında da dava açtı. DİSK, KESK, TMMOB, TTB genel başkanları olarak biz çağrı yapmıştık. Sonrasında ise, '1 Mayıs yargılanamaz' diyerek, geçen hafta Çağlayan Adliyesi'nde beraat ettik” diye konuştu.
DİSK Genel Başkanı Beko, “Anlatmak istediğim bununla ilgili hem hukuksal hem de uluslararası mahkeme kararları var. 2008 yılında DİSK'in ve KESK'in Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne açmış olduğu davada, '1977 yılında Taksim'deki 1 Mayıs'ta faşist katiller tarafından katledilen 37 görev şehidi adına DİSK'in üyelerine 1 Mayıs'ı İstanbul'da kutlaması ile ilgili bir sorumluluğu var' demiştir, böyle bir karar çıkmıştır. Bunun üzerine biz, bu yıl Bolu'da Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantımızı yaptık. Burada, DİSK'e bağlı sendikalarımız 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması ile ilgili görüş belirttiler. Ama tabii ki bizim bileşenlerimiz var; DİSK, KESK, TTB ve TMMOB olarak biz bir araya geldik. 1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Gününü, Türk-İş ve Hak-İş ile kutlama düşüncesindeyiz. Hak-İş bir ay önce Konya'da, Türk-İş ise Zonguldak'ta kutlama kararı almış. Biz son ana kadar görüş ve düşüncelerimizi işçi arkadaşlarımızla paylaşacağız. 15 Nisan'da İstanbul'da işyeri temsilciler kurul toplantısını yapacağız ve bir de İçişleri Bakanı ile bir randevu talebimiz var, onunla bir görüşme yapacağız. Sonrasında Başbakan ile görüşme yapacağız. 1 Mayıs gününde de bizim ortak kararımız olduğu için, anamuhalefet lideri Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşeceğiz. Bir de HDP'nin Genel Başkanı sayın Selahattin Demirtaş ile görüşeceğiz. 1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Gününü kimsenin burnu kanamadan kutlamayı düşünüyoruz” dedi.
“İç Güvenlik Reform Paketi, Türkiye'deki adalet, özgürlük ve demokrasi talebi olan ve bu mücadeleyi, bilhassa sokaklarda arayan insanların, sokaklara çıkmaması için önümüzdeki süreçte eğer, anamuhalefet partisi Anayasa Mahkemesi'ne başvurmazsa, İç güvenlik reform yasası iptal edilmezse, burada olacak olan şey; önümüzdeki dönemde adı belli olmayan Türkiye'de bir sıkıyönetim ilan edilecektir” diyen Beko, “Bu sıkıyönetim ilan edildikten sonra, Türkiye'de yaşayan insanların demokratik talepleri mutlaka olacaktır. Bunlar, insanlar sokaklara çıkmadan önce, öncü konumundaki arkadaşlarımızı evlerinden savcı talimatı, mahkeme kararları olmadan alacaklar ki, polisin böyle bir yetkisi var. 48 saat istedikleri yerde ve koşullarda insanları tutma yetkileri var. yani kısaca, tabiri yerinde ise, Türkiye, açık bir cezaevine dönüşecek ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti bir polis devleti olacaktır. Bizim açımızdansa, işçiler, işyerlerinde sendikalı oldukları dönemde işverenler tarafından acımazsızca işten atılıyorlar. İşten atılan bu işçiler atılmış olduğu işyerlerinde fabrika önlerinde, direniş çadırları kuruyorlar tekrar işe alınabilmeleri için ve sendikalı örgütlenmelerinin olabilmesi için. Sonuçta, bizim işçi arkadaşlarımız artık bu çadırları oralarda kuramayacaklar. Çadırları da dağıtacaklar, işçiyi de gözaltına alacaklar, Türkiye'de önümüzdeki süreçte böyle bir kaos yaşanacak” şeklinde konuştu.
“Bizim aslında iç güvenlik reform yasasına ihtiyacımız yok” diyen Beko, “Bizim Türkiye'de işçi sağlığı ve iş güvenliği reform yasasına ihtiyacımız var. Neden? Çünkü, Türkiye'de işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadığından dolayı AKP hükümeti iktidara geldiğinden bu yana 15 bine yakın işçi arkadaşımızı iş cinayetlerinde kaybettik. 20 binin üzerinde işçi, maalesef sakat kaldı. On binlerce işçinin ailesi aile faciası geçirerek dağıldılar. Bundan dolayı Türkiye'de iç güvenlik reform yasasına ihtiyaç yok, ihtiyaç olan şey, işçi sağlığı ve iş güvenliği yasasıdır. Eğer biz, gerçekten mecliste iç güvenlik reform yasasının çıkarılabilmesi için yapılan bu kavga, bu mücadele, bu enerji ve işçi sağlığı, iş güvenliği için verilmiş olsaydı bugüne kadar kaybettiğimiz işçi arkadaşlarımızı belki bundan sonra kaybetmemiş olacaktık. Yani gerçekten işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemler alınmış olsaydı; Soma'da 301 işçi arkadaşımız bugün toprak altında değil, ailelerinin yanında olacaktı. O işyerlerinde çalışmaya devam edecekti. Yani, ülkede köleci bir zihniyet anlayışıyla taşeron sistemi var. Taşeron sisteminin çarkları içinde çalışan 3 milyona yakın işçi arkadaşımız var. Genelde asgari ücretle çalışıyorlar, sendikaları ve iş güvenceleri de yok. Bu işçi arkadaşlarımızın çalışmış olduğu işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili önlemler de maalesef bugüne kadar alınamadı. Bu, şu anlama geliyor; bugüne kadar kaybettiğimiz işçi arkadaşlarımız gibi demek ki bundan sonra da işçi arkadaşlarımızı iş cinayetlerinde kaybedeceğiz. Çünkü, AKP işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili bugüne kadar önlem almadı, bundan sonra da alacağını sanmıyorum” ifadelerini kullandı.
Kani Beko, “İstihdam ve üretimi destekleme paketi” ile ilgili olarak da, “Bu paket bize göre doğru değil. Neden doğru değil? Çünkü, bugüne kadar tasarruf ve teşvik fonları vardı. Biliyorsunuz bunlar gasp edildi, konut edindirme fonları vardı, bunlar da gasp edildi. Şimdi işçinin işten atıldığı veya ayrıldığı zaman insan olmaktan kaynaklanan temel ihtiyaçlarını az da olsa giderebilecek bir işsizlik fonundan alması gereken maaşı bu tür yerlere yatırmasını biz DİSK olarak kesinlikle doğru bulmuyoruz. Eğer siz, istihdam yaratmak istiyorsanız, devletin bütçesinden istihdam yaratmalısınız. Dolayısıyla Türkiye'de yeteri kadar vergi vermeyen, işverenlerden alınacak olan orantılı vergilerle bu istihdamlar rahat bir şekilde yaratılabilir. Bir de Türkiye, 2014 yılında 100 milyar dolarlık bir ihracat yapmış, 250 milyar dolarlık da ithalat yaptı ve 100 milyara yakın da bir cari açık var. Cari açık ne anlama gelir? Cari açık, işsizlik demek. Cari açığın olduğu ülkedeki insanlar, üretimden kopmuş, tüketen bir toplum olmuş demektir. Burada aslında siz istihdam yaratmak istiyorsanız, yapılan ithalatın yüzde 25'ini kısarsanız en az 2 milyon işsize iş bulursunuz” ifadelerini kullandı.
Yani Çanakkale'yi düşünelim; Çanakkale'de açılan bir alışveriş merkezinde yerli üretim kotası yüzde 5'tir. Şimdi, yerli üretim kotası yüzde 5 değil, en az yüzde 50 olması lazım. Çanakkale'deki tarım arazilerinde üretilen ürünleri, AVM'lerde siz satamazsanız, Çanakkale sanayisinde, Çanakkale işçilerinin ürettikleri o ürünleri, AVM'lerde raflarda satamazsanız, Çanakkale'deki işsizliği hiçbir zaman önleyemezsiniz. Yapılacak tek şey, en az yüzde 50 kota getirerek Çanakkale'deki köylülerin üretmiş oldukları ürünleri Çanakkale halkı AVM'lerden alabilmeli. Hatırlar mısınız? Çocukluğumuzda 'yerli malı kullanılmalı' diyerek bir hafta, sadece Türkiye'de üretilen ürünleri anlatırlardı ve kutlamalar yapardık. Bunları biz hafife aldık ama bunlar aslında hafife alınacak şeyler değilmiş. Yani, biz kendi topraklarımızda üretebileceğimiz, kendi fabrikalarımızda üreteceğimiz, kendi sanayi bölgelerimizde üreteceğimiz ürünleri önce kendimiz tüketmeliyiz.
Biz bu konuda çok ciddi bir istihdam politikası geliştiremezsek, bugün işsizlik fonundan, istihdam yaratmaya çalışanlar, yarın emekli olan işçi arkadaşlarımızın maaşlarından kesip istihdam yaratmaya çalışırlar veya çalışan işçi arkadaşlarımızın maaşlarından keserek istihdam yaratmaya çalışırlar. Bize göre ulusal kurtuluş savaşımızın ardından 'kale' dediğimiz babalarımızın, dedelerimizin tırnakları ile yaratmış olduğu fabrikaları arsa niyetine sattılar, serbest piyasa ekonomisi adı altında, bu iş sahalarımızı emperyalizme teslim ettiler. Sonuç olarak, şimdi baktığımızda ithalata dayalı bir sistemi artık, Türkiye kaldıramaz hale geldi. İşsizlik en az 5-6 milyona dayanınca, işsizlik fonundan istihdam yaratmaya çalışıyorlar. Bu bize göre doğru bir politika değil” dedi.
“İşçi, memur ve emekli vatandaşlarımız, insan olmaktan kaynaklı ihtiyaçlarını giderebilmek için kredi çekmişler, bu rakam tam 400 milyar lira” diyen Beko, “Bunun yüzde 25'i icralık ve 5 milyon 300 bin aileye de icra gelmiş. 2015 yılında 9 milyona yakın emekliye 24 lira zam yapıldı. Bu ülkede asgari ücretle çalışan 7 milyon işçi var. Asgari ücretle çalışan işçinin yevmiyesine 1 lira zam yapıldı. Türkiye'de 6 milyona yakın işsiz var. Bu gece başını yastığı koyan en az 2 milyona yakın insan aç yatıyor. 400 bine yakın ataması yapılmayan öğretmenin 50'ye yakını intihar etmiş. 400 bine yakın atanamayan öğretmen ile birlikte diğer yüksek okul mezunlarını topladığımızda, bu sayı bir milyonu da geçiyor. Türkiye bu noktaya geldiğinde bir de bakıyorsunuz ki; Ankara'da Atatürk'ün kemiklerini sızlatan bir 'kaçak'saray. Bin 250 odası var ve buraya milyarlarca lira harcanmış. Biz DİSK olarak, böyle bir tabloyu gören işçilerin ve sendikacıların mevcut siyasal iktidara oy vermesini beklemiyoruz. Biz kesinlikle, mevcut siyasal iktidara oy vermeyeceğiz, eşitlikten, demokrasiden, insan haklarından, barıştan, kardeşlikten, sendikal hak ve özgürlüklerden yana olan partilere oy vereceğiz. Biz DİSK olarak, böyle düşünüyoruz” ifadelerini kullandı.
Beko, HDP ile ilgili olarak ise şahsi düşüncelerini paylaştığını ifade ederek, “HDP'ye gelince, benim biraz da kişisel düşüncem, kesinlikle barajı aşması gerekiyor. Bu ülkede barış, demokrasi, insan haklarından yana isek, biz HDP'nin baraj altında kalmasına izin veremeyiz. 'Demokrasi' dediğimiz şey çoğunluğun azınlığı yönetmesi değil, azınlığın da yönetimlerde söz sahibi olduğu bir sistem olmalıdır. HDP, bir 'Türkiye partisi' olduğunu iddia ediyor ise bile, yüksek sesle de Kürt sorununu çözme diye bir iddiası da var. Onun için Kürt sorununun, kesinlikle isyan ve inkar ile değil, demokratik barışçıl yollarla çözülebilmesi için mecliste onların sesi olabilecek milletvekillerinin olması gerekiyor. Müzakerelerin mecliste diyalog yoluyla sürdürülmesi ve sonuçlandırılması gerekiyor. Ana muhalefet partisi CHP de dahil olmak üzere bunlar, mevcut iktidara alternatif partilerdir. CHP'nin de, HDP'nin de çok çalışıp, AKP'nin seçimi kazanması adına yeterli milletvekili sayısını oluşturarak meclise girmeleri demokrasi açısından, adalet, barış, kardeşlik ve özgürlükler açısından iyi olun diye düşünüyorum” yorumunu yaptı. “Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na şaşı bakanlar için söylüyorum” diyen Beko, “DİSK bu ülkenin bağımsız, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olmasını isteyen bir konfederasyondur. Elbette bu konfederasyonun birinci derecedeki görevi, çalışan işçi arkadaşlarımızın ekonomik, sosyal, siyasi hak ve hukuklarını savunmaktır. Ancak biz geceleri başımızı yastığa koyduğumuzda, biraz önce alt alta sıralamaya çalıştığım bu ülkenin gidişatına 'dur' diye bilmek için elbette DİSK'in de önümüzdeki genel seçime müdahil olması gerektiğine inanıyorum” şeklinde konuştu.
© Tüm hakları saklıdır.