T24 - Dersim katliamında, henüz yedi yaşındayken yakınlarının çoğunu kaybeden Sultan Kulualp, Isparta'da evlatlık verildiği söylenen kardeşine ulaşmak için çırpınıyor.
Sultan Kulualp, “Temmuz ayında oldu, 38’de” diyor, “Hiç unutmuyorum.” Kulualp, devletin ‘Tunceli Harekâtı’nda babasını, annesini, ninesini, kız kardeşleri Beser ile Elif’i ve tüm çocukluğunun ‘Dersimi’ni yitirdi. Daha yedi yaşındaydı. İki ağabeyiyle kurtulduğu kıyımdan sonra okula yazıldı, evlendi, anne oldu. Ömrünün son deminde, bir gün Elif ile Beser’in kurtulduğunu ve evlatlık verildiğini duydu. Gazete ilanları sonuçsuz kaldı. Tam umudunu kesmişken, yolu altı ay önce avukat Hüseyin Aygün ile kesişti.
Aygün; Başbakanlığa, İçişleri ile Bayındırlık ve İskân bakanlıklarına yazdı. İçişleri, ‘1938’de öldüler’ derken Bayındırlık, “Arşive bakın” yanıtını gönderdi. Beş ay sonunda Bayındırlık Bakanlığı, Tunceli İl Müdürlüğü’ne yazdı, müdürlükse bakanlığı işaret etti, bakanlık Başbakanlığa yönlendirdi, Başbakanlık tekrar bakanlığa döndü. Kulualp ve Aygün, Başbakan Erdoğan’ın “Açıklarım” dediği o ‘evraklarda’ Elif ile Beser’in izini sürüyorlar. Fakat şu ana kadar bir ize ulaşabilmiş değiller.
Sultan Kulualp, umudunu koruyor: “Vurdular ya, bizim köyün üstünde. Çok yaralı çıktı ölülerin altından. Çok kurtulanlar oldu. Belki yaralı bulmuşlar, evlat olarak bakmışlar, evlendirmişlerdir. Sağdırlar belki. Ben de bilmiyorum.”
Çocuk gözüyle katliam
Kulualp, 1938’de yapılan ‘Tunceli Askeri Harekâtı’ndan yedi yıl önce 1931 yılında doğdu. Mehmet Ali ve Emine Yeşil’in beş çocuğu ve üç kızından biriydi. Temmuz ‘38’i hiç unutmadı:
“O gün beş kardeş davara gittik. Annem, babam dağa gitmiş ekin biçiyorlardı. Atlı askerler geldi. Ağabeyimle taşların arasına girdik; korktuk. Ağabeyim biraz Türkçe biliyordu. Sordu: ‘Anneniz babanız var mı? Tabancası var mı?’ İnkâr ettik dedi, ‘nereye gidiyorsunuz?’ dedik, davara. Babam çok değerli insandı. Çukur ağaları vardı o zaman. Onların çocukları vardı, hanımları vardı. İnsan kıyamıyor. Sonra Demenanlar, Haydaranlar... Aşiret yani. Onları getirdiler. Bizim köyün üstünde, azıcık yukarıda. Gece ağır makineyle öldürdüler. Biz içerde ağladık. Bunu hiç unutmuyorum. Sabah oldu. Babam gitti, kazmayla yer eşti, ölüleri çukura döktüler.”
Çok geçmedi, sıra Kulualp’ın ailesine de gelmişti. İçişleri Bakanlığı’na göre, tarih; 19 Ağustos 1938’di: “Babamı kelepçelediler. Dediler ki, ‘bunlar kimin çocukları?’ Dedi, ‘komşumun.’ Benle ağabeyimi inkâr etti. Beser ile Elif’i götürdüler. Çukur köyüne götürdüler, biraz bizden uzak. Çukuş ağalarını da götürdüler. Olduğu gibi, hepsini çoluğuyla çocuğuyla. Belki 500 kişi vardı. Babam, annem, nenem.... Babamın kardaşları dediler ki, ‘gece bakalım Mazgirt Dağı’na, kardeşimizi vurulmuş mu, vurulmamış mı?’ Gittiler ki, vurmuşlar. Kalabalığı üst üste atmışlar. Babamı yeleğinden tanımışlar. Anamı görmüşler. Kardeşlerimi görmemişler. Hiç unutmamışım.”
Amcaları, kıyımdan sonra Sultan Kulualp’ı Elazığ Yatılı Bölge Okulu’na gönderdi. Bir gün Kulualp’in okulunu Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ziyaret etti: “Beni aldı koltuğunun altına, sevdi. ‘Annen baban var mıdır’, dedi. ‘Yok, 38’de vurdular,’ dedim. Bir şey demedi. Hiç unutmuyorum.”
‘Isparta’da evlatlık verildiler’
Kulualp, okuldan sonra evlenip iki çocuk annesi oldu. Ağabeyi Hıdır, ABD’ye yerleşti. Kardeşlerinin öldüğünü düşünürlerken, bir gün bir akrabaları, “Beser ile Elif yaşıyor” dedi. İddiaya göre Isparta’da evlatlık verilmişlerdi. Hıdır Yeşil, gazetelere ilan verdiyse de sonuç çıkmadı. Umutlar küllenmişti ki, Kulualp, ‘Dersim 38’ adlı kitabın yazarı avukat Hüseyin Aygün’le tanıştı. Aygün, Kulualp’ın umudunu yeniden diriltti.
Aygün’e göre 1938-1947 arasında ‘zorunlu iskân’ uygulanmıştı. Elif ile Bese’nin iskân kayıtlarında adının geçme ihtimali vardı. Aygün, 23 Ekim 2009’da İçişleri ile Bayındırlık ve İskân bakanlıklarına yazı yazdı. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü 10 Kasım’da, zorunlu ikamete uğrayan ailelere dair verilerin illerdeki iskân kayıt defterlerine işlendiğini belirtip Tunceli’ye sorulmasını ve Başbakanlığa bağlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne de başvurulmasını önerdi.
Ancak İçişleri Bakanlığı, 21 Kasım’da, Elif ile Besr’in 19 Ağustos 1938’de öldüğünü, evlat edinildiklerine dair bilgi olmadığını bildirdi. Bakanlık ayrıca, Elif ile Bese’nin ‘nüfus kayıtlarının kapalı olduğunu ve sistemde adres bilgisi bulunmadığını’ belirtti.
Sonuçsuz yazışmalar
Aygün, 23 Kasım’da Başbakanlığa, Tunceli ve Isparta bayındırlık ve iskan müdürlüklerine yazı yazdı. Tunceli Valiliği, 4 Aralık’ta, tutanakların bulunduğu 11 defterin 24 Eylül 2009’da Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderildiğini, bakanlık izin verirse defterlere bakılıp bilgi verilebileceğini belirtti. Bir gariplik vardı. Çünkü Aygün’e Tunceli’ye yönlendiren de Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ydü.
Aynı müdürlük, Tunceli’nin yazısı üzerine 14 Aralık tarihinde 11 defterin Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne gönderildiğini, buraya sorulması gerektiğini belirtti.
Başbakanlık ise 2 Aralık’ta, bu başvurunun Başbakanlık İletişim Merkezi’nce (BİMER) incelendiğini, dilekçelerin ilgili kurumlara yönlendirileceği ifade edildi. Henüz bir yanıt yok...
Aygün, Başbakan Erdoğan’ın “Açıklarım” dediği vesikaların açıklanma zamanın geldiğini belirtiyor: “Bir kadının 70 yıl sonra kardeşlerine kavuşma isteği bile karşılanmıyor. Başbakanlık üstünkörü inceleme bile yapmıyor. Arşivler bir an önce açılmalı. Arşivler açılırsa Sultan hanım gibi niceleri kardeşlerine kavuşabilir.”
Kulualp, kıyımda öldü sanılıp cesetlerin altından çokça yaralının çıktığını söylüyor. Ve bu yüzden Beser ile Elif’in kurtulmuş olabileceğine inanıyor: “Belki yaralı bulmuşlar, evlat olarak bakmışlar, evlendirmişlerdir. Sağdırlar belki. Ben de bilmiyorum.”