29 Haziran 2016 18:42
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Radikal gazetesinin zarar ettiği gerekçesiyle Haziran 2014'te basılı yayına son vermesiyle ilgili olarak, "Radikal okuru çok vefasız çıktı. Yeni Yüzyıl kapandığında Radikal'in tirajı 130 bin civarındaydı. Kapandığında yanlış bilmiyorsam, tirajı 15 binlere düşmüştü" dedi. Hürriyet gazetesinin baskı altında olmadığını söyleyen Zeyrek, "Yaptığımız haberlerden rahatsız olanlar oluyor. Bize iletiliyor bunlar" dedi.
Zeyrek, Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ün 92 gün boyunca tutuklanmalarına neden olan MİT TIR'ları haberleriyle ilgili olarak, "Gazetecilerin tutuklanması, 90 küsür gün tutuklu kalmalarını doğru bulmadım. Ama biz o haberi yapar mıydık? Çok emin değilim. Bu haber çıkmış yayımlanmıştı diyeceğimiz bir haberdi" ifadesini kullandı.
İnternethaber'den Hande Aydemir'e konuşan Deniz Zeyrek'in açıklamaları şöyle:
Radikal'den başlamak istiyorum öncelikle. Siz Radikal'in hem doğumunu gerçekleştiren ekipteydiniz hem de sonunda kapandığınında vardınız gazetede. Radikal dönemini anlatabilir misiniz?
Radikal'e geldiğimde ben 24 yaşındaydım. Çok gençtim, 20 yaşından beri gazetecilik yapıyordum ama Doğan grubu bünyesinde çıktığı için Radikal, medyanın ana karargahına girmiş hissiyle başladım. Gurur vericiydi tabi. Doğrudan diplomasi muhabirliği ile başladım ve Bosna Savaşı yeni bitmişti, Afganistan'da Taliban Kabil'e doğru ilerliyordu, Filistin karışıktı, Bağdat Körfez Savaşından sonra yeniden kıpırdanma halindeydi. Zor bir dönemdi kısaca. Bütün bu krizleri takip etme şansım oldu. Diplomasi muhabirliğinin güzel yanı buydu. Radikal çok da güçlü başladı. Biz Ankara Büro'da 30 kişiydik. Çok iddialı muhabirler vardı. Ankara'nın en iyi gazetecileri Radikal'deydi. Ben adeta staj yapıyordum. Ana akım medyada bu kadar güçlü bir ekibin içinde başlamanın avantajını yaşadım. İsmet Berkan Ankara Temsilcisiydi, Hakkı Erdem Haber Müdürüydü, çok deneyimli muhabirler vardı. Hepsi deve dişi gibiydi. Çok şey öğrendim.
Çok gazeteci yoktu şimdiki gibi.
Evet ama gazetecilik yapılıyordu. Ciddi bir rekabet vardı. Hürriyet ile, Cumhuriyet ile, Milliyet ile yarışırdık. Yeni Yüzyıl vardı o zaman. Radikal'in rakibi Yeni Yüzyıl gibiydi. Onunla yarışırdık. Müthiş bir rekabet vardı. Her sabah gazeteyi açınca şunu atlatmışız, şunu atlamışız diye başlardık. Şimdiki gazetecilik ile o zamanki arasındaki en büyük fark o. Gazeteciler arasında amansız bir yarış vardı. Gazeteciler bu becerileri sayesinde yüksek ücretler alır, transfer olurlardı. Ben de öyle başladım. Ben alaylıyım, gazetecilik eğitimi almadım. 1997'ye kadar gazetecilikte kalıp kalmayacağıma karar vermemiştim. Başka bir alanda çalışmak gibi bir niyetim vardı. İsmet Berkan'ın 'ya gazeteci ol ya akademisyen ol' çıkışı ile 'Peki gazeteci olayım' dedim. Netenyahu ile röportaja gitmiştim. Ankara'da ODTÜ'de bir sınavım vardı. Ona girmek yerine röportaja gittim. Bu bir tercihti ve çok başarılı işler çıkardık. 13 Ekim 1996'da başladık, 20 gün sonra 3 kasım 1996'da Susurluk kazası oldu. Erbil Tuşalp, Koray Düzgören, Ertuğrul Mavioğlu vardı,Mehmet Y. Yılmaz Genel Yayın Yönetmeniydi, Reha Maden haber müdürüydü, böyle bir kadroyla Susurluk'un üzerine gittik. Oradaki adamın Abdullah Çatlı olduğunu, o arabada ortaya çıkan ilişkiyi her gazeteci bilemeyebilirdi. Radikal ekibi ortaya çıkardı. Susurluk bir çok şeyi değiştirdiyse Türkiye'de, bunda Radikal'in çok büyük etkisi var. Biz de onun bir parçası olmuştuk. Ahmet Şık ile biz Mahmut Yıldırım'ı bulmak için çalışmıştık. Sonra deprem 1999'da olduğunda tüm deprem alanına yayıldık, deprem sonrasını takip ettik. Benim en kıymetli ödülümdür, Sedat Simavi ödülümü de Radikal'de aldım. Milli Güvenlik Kurulu'nun bir gizli yönetmeliği vardı, bir hafta boyunca yayımladık, devlet halkın üzerinde nasıl psikolojik harp yapıyor... O yönetmeliği yayımlayarak gösterdik. Ben haberden ödül aldığım gün, sabah DGM savcısında ifade verdim, akşam ödül aldım. Bağdat'ta, Filistin'de, Kabil'de, Kosova'da bulundum, tarihe tanıklık etmek gibi bir şey. Radikal, bütün muhabirlerinin emeğini çok iyi değerlendirdi. Bir ara 1 milyona yakın bir tiraja bile ulaşmıştık. “O bir radikal” sloganı doğruydu. Gerçekten öyleydi.
Ama gün geldi ki Radikal kapandı. Önce dijitale geçti, belki direnir dedik ama o da uzun sürmedi. Gazete neden kapandı? Gerçek sebebi neydi? Tirajı düştü o yüzden kapandı demek doğru olur mu yoksa başka nedenler var mı?
Olur, doğru olur. Radikal okuru çok vefasız çıktı. Yeni Yüzyıl kapandığında Radikal'in tirajı 130 bin civarındaydı. Yeni Yüzyıl kapanınca onun okuru da Radikal'e gelir diye düşünmüştük, aksine onun okuru gelmediği gibi bizim de tirajımız düşme eğilimine girdi. Radikal kapandığında yanlış bilmiyorsam, tirajı 15 binlere düşmüştü. Bir gazetenin ekonomik olması için belli bir satışı yapması lazım. Biz edebiyatçı değiliz. Roman yazmıyoruz. Her gün insanların para verip satın aldığı, o gün tükettiği bir ürün hazırlıyoruz. Onun da bir karşılığı olması lazım. İnsanların parasını verip alması, tirajın artması, tiraj arttığı için reklamların artması lazım. Ekonomik olarak sürdürülebilir olmaktan çıkmıştı.
Peki dijital neden kapandı?
Benzer sıkıntılar. Ekonomik sıkıntılar... Dijital'in reklam gelirleri kağıt gazete gibi olmuyor. Avrupa'dan bir örnek vereyim, gazetenin tirajı 300 bin düştüğünde internet tirajı 2,5 milyon arttığında internetten kaybettiği reklam, kağıttan kaybettiğinin 9'da 1'i. Yani bunu karşılaması henüz mümkün değil gibi. Zamanlama açısından yanlış oldu belki. Dijital belki gelecekte daha çok kazanacak. Reklam dijitalde daha çok gösterecek filan ama bu dönem o açıdan talihsiz bir dönem. Radikal'in yaşayamaması arkasında en önemli konu ekonomik.
İkinci neden nedir?
Okurun vefasızlığı. Ben Hürriyet'e geçtikten 6 ay sonra bir arkadaşım “seni epeydir Radikal'de görmüyorum, ayrıldın mı” dedi. Radikal'i nerede görüyorsun dedim, Radikal kağıt olarak satılmıyordu çünkü. “Nasıl yaaa” dedi. “Radikal 6 aydır” yok dedim. “Ben okuyorum” dedi. Nereden okuyor, internetten. Parasını verip satın aldığı bir gazete olmaktan çıkmış. Bu o dönem bizim canımızı çok sıkıyordu.
Hürriyet'in kapıları açıldı sonrasında size. Nasıl oldu o geçiş? Biraz olaylı mı oldu sizin Hürriyet'e geçişiniz?
Yooo! Çağırdılar, Hürriyet'in Ankara Temsilcisi olmanı istiyoruz dediler. Ben de 18 yıldır burada çalışıyordum. Tamam dedim ve başladım.
Korkularınız olmadı mı peki?
Korktum tabi, şundan korktum, Hürriyet çok büyük gazete, Radikal ile kıyaslanmayacak kadar büyük bir operasyon. Hem Ankara bölgesindeki aktivitelerinin sayısı Radikal ile karşılaştırılamaz. Bunun dışımda bir korkum olmadı. Yöneteceğim bürodaki insan sayısı 10 kat artıyor, Ankara'dan geçilen haber sayısı artıyor. Günde 15-20 haber geçiliyordu Radikal'de burada 150 haber geçiliyor. Operasyon büyüklüğü korkuttu biraz, ama burada bir sistem var, deneyimli gazeteciler var, 30 yıldır burada çalışan arkadaşlar var, hafızası var Hürriyet'in. Sürekli zamanla yarışılan, rekabet edeceği gazete bulamayınca kendisiyle yarışan bir sistem var. Adapte olmam zor olmadı.
Hürriyet bir hibrit gazete mi?
İçerik açısından öyle. Hürriyet'in birinci sayfa toplantısı yapıldığında, zaman zaman ben de o şansa nail oluyorum İstanbul'da... Magazinin, siyasetin, dünya haberlerinin, hepsinin yeri bellidir. Gerçekten de şunu söyleyebilirim, tüm partilere de eşit mesafededir.
Gazete, Ankara temsilcisi baskı altında mı?
Baskı demeyelim de rahatsızlıklar üretiliyor. Yaptığımız haberlerden rahatsız olanlar oluyor. Bize iletiliyor bunlar.
Siz ne yanıt veriyorsunuz?
Eğer haklı bir gerekçesi varsa, bizim bir hatamızdan kaynaklıysa düzeltmeye çalışıyoruz ama haberimiz doğru ve sağlamsa, olay bu diyoruz.
Siz Radikal'de köşe de yazıyordunuz, özlediniz mi yazmayı?
Aslında yazmak gazeteci açısından kendini ifade etme platformudur. Ben Radikal'de dış haberler yazarıydım, diplomasi yazıyordum. Son zamanlarda biraz siyaset yazmıştım. Hürriyet'te şöyle bir format var. Köşe yazısı değil ama yaşanan gelişmeleri analiz eden, perde arkasını anlatan haber de değil, köşe yazısı da değil, bilgiyi analiz eden şeyler yazıyorum. Gazete de iyi değerlendiriyor. Doğrusunu isterseniz köşe yazmak yerine iyi haber yazmayı tercih ederim. Bir de insanın kendini ifade etmesi açısından bir platformudur köşe. Televizyon o boşluğu dolduruyor bende. Haftanın iki günü, çıkıp bir saat konuşmak, haftanın iki günü köşe yazmak gibi bir şey.
Parametre'de Salı ve Perşembe'leri görebiliyoruz. Eskiden her gün vardınız. Konuk olmak mı, programı yönetmek mi ne dersiniz?
Ben hep konuktum zaten. O program 12 yıldır var ve Ebru Baki'nin moderatörlüğünde yapılıyor. Bir formatı var, Hürriyet Ankara temsilcisi katılıyor programa. Başından itibaren öyle. Ben de Deniz Zeyrek olduğum için değil Hürriyet Ankara temsilcisi olarak oradaydım. Benden önce Metehan Demir konuktu. İyi bir format, değişik görüşlerin paylaşıldığı. Bir gün önce ne oldu, o gün ne olacak, konsantre bir şekilde konuşuluyor. Benim açımdan verimli geçiyor. Haftada 5 gün yapılırken doğrusu yorucu oluyordu. Ülkenin gündemini hep aynı konular rehin aldığında, terör gibi, çok da konuşulacak konu olmuyor. Benim televizyon yayıncılığında en zorlandığım şey, terör haberleri için yorum yapmak. Hepimiz insanız, bazen duygusal boyutu çok yüksek oluyor. Bir şehit cenazesinde onun ailesinin duygularına tanık olup o konuda, duygularını yansıtmadan konuşmak çok zor.
Parametre izleyicilerinden gelen tepkiler nasıl?
Bazı arkadaşlarım şunu söylüyor: “izleyiciler seni muhalif olarak konumlandırdı.” Benim aslında muhalif olmak gibi bir kalıp içine girme isteklisi değilim.
"Muhalif değilim"
Muhalif misiniz peki?
Değilim ama mümkün olduğu kadar doğruları konuşmayı tercih ediyorum. Eğer bir ülkede olup biteni konuşmak birilerini rahatsız edecekse, bu da sizi onların karşısında konumlandırıyorsa çözümü yok. Ahmet Davutoğlu 1 Kasım'da seçimi kazandı %50 ile başbakan oldu. 4 Mayıs'ta bırakma kararı aldı. %50 ile iktidara gelen bir partinin genel başkanın bu kadar kısa sürede bırakması tarihi bir olay. Bunu konuşmak muhalif olmak mıdır? Bence değildir. Bu bir fotoğraf. Davutoğlu da bunun üzücü bir durum olduğunu yansıttı. Bu fotoğrafı çektiğinizde sizi muhalif olarak konumlandırıyorlarsa kaçmak olmuyor. Benim işim kimsenin canını sıkmak değil ama bu durumu aynen yansıtmak. Muhabirin karşılığı İngilizce'de 'reporter'dır. Rapor etmekten gelir. Gördüğünü aktarırı gazeteci. Bunu söylemeseydin keşke deniliyorsa gördüğünüzü aktardığınızda, ya da bunu söylediğin için muhalif oluyorsan bu tanımdan kaçış yok. Ben kendimi bir kalıba sokmayı doğru bulmuyorum.
Kendinizi güçlü hissediyor musunuz Hürriyet'te?
Burada olmak acayip bir ayrıcalık. Çok profesyonel bir yer, kurumsal yapısı var, çok iyi gazetecilerle çalışıyoruz. İnsan ister istemez kendine güven duygusu, güçlü olma duygusu yaşatıyor.
Peki korkuyor musunuz? Bu bazı insanları rahatsız ediyor mu, özgürlüğünüzü tehdit ediyor mu?
Ben hala muhabirken yaşadığım evde yaşıyorum. Hala Radikal'deyken aldığım arabayı kullanıyorum. Benim en büyük lüksüm çocuğumu özel okulda okutmak. İşimdeki değişiklikler benim yaşam standardımda gözle görülür bir değişikliğe neden olmadı. Benim tüm konsantrasyonum gazetecilik üzerine. İyi bir gazeteci olmak için elimden geleni yapıyorum.
Sizin bu güne değin, araştırıp, geliştirdiğiniz, yayım aşamasında “durduralım” denilen haber oldu mu?
Yok böyle bir durum yaşamadım. Yazdığım ve kullanılmayan hiç bir haberim olmadı. Kendim otosansür demeyeyim ama, bunun haber değeri yok diye yazmadıysam başka bir şeydir ama, uğraşıp yazı işlerinin önüne koyduğum hiç bir haber yayımlamayalım diye geri çevrilmedi. İnşallah da karşılaşmam böyle bir durumla. Çok zor bir durum çünkü, bu yüzden istifa eden meslektaşlarımız oluyor.
Gazeteciler arasında medyaya da yansıyan şöyle bir durum var, havuz medyası, tetikçiler, merkez medya gibi bir takım söylemler var, bunlar daha önce de var mıydı? Yoksa yeni yeni mi duyduk bunları? Siz bunları nasıl tanımlarsınız.
Ben gazetecileri böyle kategorize etmeyi sevmiyorum. Ben bu konuda bencil davranıp kendimi merkez koyuyorum. “Sen doğru dur, eğri belasını bulur” diyorum. Gazeteci olarak ben kendi sorumluluklarımı yerine getireyim, iyi bir gazeteci olayım, diğerleri buna uymuyorsa, gazetecilik standardı dışında işler yapanlar belalarını bulurlar diyorum.
İkincisi insanları çalıştıkları kurumlara göre kategorize etmiyorum. En yakın arkadaşım Ankara'da Star'ın Ankara Temsilcisidir, Abdülkadir Selvi'dir. Birlikte gazeteci olarak vakit geçirdiğimiz, çok verimli, sağlıklı konuşmalar yaptığımız insanlar bunlar. Milliyet'in Ankara Temsilcisi, Vatan'ın Ankara Temsilcisi... Bunlara haksızlık olur, birisi Star'ın Ankara temsilcisine böyle bir şey yakıştırmaya kalkarsa ben müdahale ederim. Ben bu adamı tanıyorum bu yakıştırmanız doğru değil derim. İnsanların aynı çuvala konması doğru bir yöntem değil. Gazetelerin yayın politikaları olabilir. Ama bir gazetede çalışan herkes...
Sabah Ankara Temsilcisi Okan (Müderrisoğlu) yıllardır bu sektörde, iyi bir gazetecidir. Şimdi Sabah'ta çalışıyor diye... Aynı şey bizim için de geçerli. Birileri bana o muhalif diye bakıyorsa mesela oradaki arkadaşımın da beni öyle kategorize etmesi hoşuma gitmez. Belki de bizi buraya getiren bakış açısı budur. Türk basınının bir çizgi tutturamamasının gerekçesi budur. Evrensel gazetecilik yapamamasının Türkiye'de gazetecilerin nedeni bu. Yapmamız gereken işi yapmak yerine birbirimizi hedef almayı tercih ediyoruz. Ben bunun taraftarı değilim. O tetikçi...
Tetikçiyse belasını bulur. Gazetecilik dışında işler yapıyorsa, gazeteci olarak hayatını sürdüremez. Böyle bir gerçek var. Hiçbir zaman gazetecilik sınırları içine girememiş insanların bu sektörde uzun süre kalmaları mümkün değil. Konjonktürel olarak parlayabilirler, isimleri duyulabilir, çok para kazanabilirler ama gazetecilik uzun soluklu bir meslek. Ben 1 Eylül 1996'dan beri bu sektörde çalışıyorum. O gün Abdülkadir Selvi de bu sektördeydi, Okan Müderrisoğlu da bu sektördeydi, Serpil Çevikcan bu sektördeydi. Erdem Gül bu sektördeydi. Hepsi de uzun soluklu gazeteciler oldu. Ben buna bakarım. Yoksa bundan beş sene önce nerede olduğunu bilmediğimiz biri, isim vermeyeyim, gelmiş köşe yazıyor. Sağı solu hedef gösteriyor. Televizyonlarda program yapıyor. Bir bakıyorsunuz üç sene sonra yok. Kalıcı olmuyor. Dolayısıyla o şeyden kurtulmak lazım.
Konusu geçmişken sorayım. Siz Can Dündar ya da Erdem Gül'ün yerinde olsanız, MİT tırları haberini verir miydiniz gazetenizde?
Şunu söyleyeyim ben. Ben gelen haberden hep tereddüt ederim. Araştırmacı gazetecilik var ya... Gelen haberi de yaparız, ipuçlarını değerlendiririz ama... Bir vatandaş arayıp bende şöyle bir şey var, hazır bir dosya dediklerinde tereddüt ederim. Gazetecilik tarihi bu tür şeylerle doludur. Bu tamamen bir tercih meselesi. Ben şahsen o haberi okuduğumda şaşırmadım. Çünkü haberde yer alan her şey bir yıl önce başka bir gazetede yayımlanmıştı. O iddialar daha önce yayımlanmıştı. Dolayısıyla haberin öyle bir şeyi var, yeni haber, ilk defa yazılıyor olması da önemlidir. Bu açıdan gösterilen tepkinin çok orantısız olduğu kanaatindeyim. Gazetecilerin tutuklanması, 90 küsür gün tutuklu kalmalarını doğru bulmadım. Ama biz o haberi yapar mıydık? Çok emin değilim. Bu haber çıkmış yayımlanmıştı diyeceğimiz bir haberdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sonrasında bir açıklama yaptı, Anayasa Mahkemesinin kararına saygı duymuyorum ve uymuyorum diye. Bu açıklama sonrasında Deniz Zeyrek ne düşündü?
Aklıma rahmetli Özal'a atfedilen anayasayı bir kere de biz delelim ne olacak sözü geldi. Ama bu konuda fikrimi söyledim ben. Bu ülkede birlikte yaşayacaksak bunu hukuk devleti kuralları sayesinde yapabiliriz. Ben mahkemeyi, yasayı, anayasayı tanımıyorum derseniz kaos olur. Günlük hayatımızda bir düzen varsa bunu hukuk devleti kurallarına borçluyuz. Hukuk devleti olmasa kaos olur. Zaten sonra o açıklama ile ilgili de yorumlar, düzeltmeler yapıldı. Cumhurbaşkanı değil ama AK Partililer... Hoşumuza gitmeye bilir, bizi rahatsız edebilir ama geçerli bir hukuk varsa ona uymak hepimizin boynunun borcu, beğenmediğimiz yanları söyleyebiliriz, değişmesi için mücadele edebiliriz. Ama var olan ve yine halkın seçtiği milletvekillerinin koyduğu bir yasa maddesine karşı çıkmak doğru değil.
CNN Türk'te bir değişim yaşandı, Erdoğan Aktaş geldi. Bazı programlar kalktı... Bu CNN için iyi oldu mu sizce?
Ben televizyoncu değilim. Sadece Hürriyet'in Ankara temsilcisi olarak Parametre'de yorum yapıyorum. Televizyon ile ilişkim bundan ibaret. Davet edildiğim programlara soru sormak için davet ediliyorum. Eskiden de CNN Türk izlerdim, şimdi de izliyorum. Bu biraz da aile hissiyatının parçası. 20 yıldır bu şirketin elemanıyım. Bu ailenin bir parçası olarak görüyorum kendimi, en büyük arzum da bu şirketin, bu ailenin mensuplarının başarılı olmasıdır. Şu binada bütün bu şirketin kurumları var. Kardeşler ne kadar başarılı olursa bu şirket o kadar bereketli olur. Reyting mi önemlidir, kalite mi önemlidir, bunlar önemli tartışmalar. Erdoğan Aktaş geldikten sonra izleyici profili değişti mi bilmiyorum.
Hürriyet'e geldiğinizde değiştirdiğiniz bir şey oldu mu?
Ankara temsilcisinin idari bir görevi olduğu düşüncesi vardı burada. Ben bütün haberlerle uğraşıyorum. Tüm haberleri okuyorum, her sabah haber toplantısı yapıyorum. Takip etmemiz gereken konuları tartışıyoruz. Gündemi belirliyor ve takip ediyorum. Gazetecilik faaliyetinin sınırları belli olduğu için çok büyük bir değişiklik yok. Ama kendi açımdan haber odaklı çalışıyorum.
Şu anki Cumhurbaşkanımızın hitabetini, yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz?
Önceki Cumhurbaşkanlarına göre alışık olmadığımız bir Cumhurbaşkanı. Bunu da kendisi halkın yüzde 52 oyu ile seçilmiş olmasına bağlıyor. Partili Cumhurbaşkanı gibi davranıyor. Konuşmaları genelde siyasi polemik içeriyor. Hem Türkiye içinde hem dışarıda polemik içeren konuşmalar yapıyor. Ama güçlü bir siyasetçi. Seçmen ile bağını koparmayan bir siyasetçi, bunun kendisine verdiği gücü de sonuna kadar kullanıyor.
Peki başkanlık sistemi gelir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu istiyor mu?
Cumhurbaşkanı şu an bulunduğu konumun anayasal bir konuma sahip olmasını istiyor. Resmiyette de anayasa nezdinde karşılığının olmasını istiyor. Onun adı da Türk tipi başkanlık oluyor. Ama ben 2019'a kadar başkanlık yolunu açacak bir gelişmeyi zor görüyorum. Bir seçim olmadıkça, o seçimde insanların başkanlık sistemini bile bile, ona uygun bir parlamento aritmetiğini kurmak için oy vermedikçe başkanlığa geçilmeyeceğini düşünüyorum. Her halde anketler de yaptırıyorlardır. Öyle bir ortam olmadığı izlenimi var ki, Nisan'da, haziran'da gelecekti bu anayasa, şimdi 2017'ye kaldı deniliyor. Gecikiyor yani.
Peki Meral Akşener MHP'nin başına geçerse ne değişir MHP'de?
Şöyle bir şey olabilir. MHP biraz merkez sağa açılabilir. Şu anda tüm siyasi yorumcular aynı yorumu yapıyor. Türkiye'de AK Parti'nin bu kadar güçlü olma nedeni, merkez sağda alternatif olmamasına bağlıyorlar. Eskiden Doğru Yol vardı, ANAP vardı. Birine kızan diğerine oy veriyordu. AK Parti'nin alternatifi yok deniyor şimdi. Zannedersem Akşener MHP'nin başına gelirse, geçmişte ANAP'a, Doğru Yol'a oy vermiş seçmenlerin orada siyaset yapan siyasetçilerin Akşener'in yanında kümeleneceğine yönelik bir beklenti var. O nedenle de bu gerçekleşirse MHP'nin oy oranı % 20'nin üstüne çıkar deniyor. Siyaset her zaman matematik gibi bir şey değil. Toplumsal dinamikler matematiksel olarak şekillenmiyor. Ama genel olarak Akşener gelirse ne değişir sorusuna bu yanıt verilebilir. MHP merkeze açılır ve merkezde büyür. MHP'nin merkezde büyümesi AK Parti tabanının bir kısmının MHP'ye kaymasını sağlar. Hatta CHP tabanının da bir kısmı kayar analizi yapılıyor.
© Tüm hakları saklıdır.