Kültür-Sanat

Deniz Türkali: Babam 97 yaşında genç biri olarak öldü

"Hapishane alışkanlığı, senaryo çalışırken evde gide gele çalışırdı"

29 Ağustos 2017 15:27

Oyuncu Deniz Türkali, ölümünün birinci yıl dönümünde anılan babası yazar Vedat Türkali'yi, "Yaşlanmak kaçınılmaz, ihtiyarlık ise bir tercihtir benim babam ihtiyarlamayı tercih etmedi, doksan yedi yaşında çok genç bir insan olarak öldü" ifadeleriyle anlattı. 

"Babam, baba olarak iyi bir baba değildi" diyen Deniz Türkali, "Babam bir sürü açıdan çok şahane, değerli bir insandır ama benim baba anlayışıma göre iyi bir baba değildi" ifadelerini kullandı. 

Vedat Türkali (Abdülkadir Pirhasan), 29 Ağustos 2016 tarihinde "çoklu organ yetmezliği" nedeniyle hayatını kaybetmişti. 

Gazeteduvar'dan Ayşe Özlem İnci'nin Deniz Türkali ile gerçekleştirdiği röportaj şöyle:

Vedat Türkali’siz bir sene sizin için nasıl geçti?

Aramızda aşk nefret ilişkisi oldu. Hem çok severdik birbirimizi hem de birbirimizle kavga ederdik. Açıkçası babamı kaybetmiş olmanın ötesinde bu son yılda özellikle politik meselelerle ilgili ne düşüneceğini merak etmekten ötürü daha çok o anlamda özledim. Karşılıklı konuşmaktan çok onun ne düşündüğünü merak etmekle geçti bu son bir yıl.

Sizin için nasıl bir babaydı?

Babam, baba olarak iyi bir baba değildi. Şahane ve önemli bir insandı. İyi bir baba ya da iyi bir anne bilmiyorum. Bunun cevabı, Deniz (Türkali) iyi bir anne midir, diye Zeynep (Casalini)’e sorarsanız o ne söyleyecekse geçerli olan odur. Bana sorduğunuzda babam bir sürü açıdan çok şahane, değerli bir insandır ama benim baba anlayışıma göre iyi bir baba değildi.

"Cezaevi aramızda kopukluk yarattı"

Çocuk olarak babanız Vedat Türkali’den ne beklentiniz olmuştu?

Şöyle bir şey var. Bunu göz ardı etmek istemem. Ben yedi yaşındayken babam hapse girdi ben on dört yaşındayken çıktı. Dolayısıyla çok ciddi bir kopukluk oldu arada. Bu durum benim beklentilerimi ve babamın da benden beklentilerini kaçınılmaz olarak farklı kıldı.

Deniz Türkali için Vedat Türkali nasıl bir sanatçı?

Çok önemli bir edebiyatçı. Son derece analitik bir zekaya, politik bir kafaya sahip bir entelektüel ve aydın. Çok iyi romancı ve senarist. Değerli bir insandı.

Nasihat eder miydi sizlere?

Nasihat ederdi de ben pek dinlemezdim. Babam benim on dört yaşımda geldiğim noktada olduğum şeyi beğenmedi. Açıkçası ben de onun olduğu şeyi beğenmedim. O hapse girinceye kadar bizim aramız olağanüstüydü. Yedi yaşıma kadar babam en büyük aşkımdı.

Ama hapishane tabii ki korkunç bir şey. Yedi sene orada olması hepimiz açısından çok kötüydü.. Elbette bunu ne kadar düşünürseniz düşünün, öfkelerinize, kızgınlıklarınıza, alınganlıklarınıza hakim olamıyorsunuz. Bu babam için de benim için de geçerli. Ben kendi bildiğim gibi yaşamaya devam ettim ve bence iyi de yaptım.

‘Herkesin beni sevmesi iyi bir şey değil"

Anneniz Merih Hanım’dan bahsetsek…

Annemle babam lisede tanışıp aşık olmuşlar. Son nefeslerine kadar da birbirlerini sevdiler. Arada kesinti oldu ama… Bir kere yoldaştılar. Annem gerçekten olağanüstü bir kadındı. Kahramanlık laflarını hiç  [gg] sevmem, o yüzden, annem çok özel bir kadındı, diyeyim.

Herkesin annesi kendine özeldir tabii. Tanıyan herkesin kendisini objektif bir şekilde özel olarak nitelediği biriydi. Çevresindekiler kendisini böyle algıladığında da annem, “Bende kesin bir şeyler var, herkesin bu kadar beni sevmesi iyi bir şey değil” derdi.

Babanıza göre aşk neydi? Sizce nedir?

Erkek dünyasıyla kadın dünyasının aşk anlayışı çok farklı. Bir şey söyleyemeyeceğim çok fazla. Bir ruh hâli aşk ve aslında aşkın hangi hâli? Aşkın tek bir yüzünden söz etmek mümkün değil.

Bir erkeğin bir kadına diye konuşmaya başlanırsa yanlış olur. Bir insanın, bir insana diye başlamak lazım. Ben aşık oldum, hem de çok kez aşık oldum erkeklere. Ama duyduğum aşklarda birbirlerine en ufak bir benzerlik yok.

Dostlarımla, sevdiklerimle aşk ilişkisi kurarım. Tabii sevgililerime duyduğum şeyi duymuyorum kuşkusuz. Kedilerime, çocuklarıma yani torunlarıma duyduklarım hep aşk ama dediğim gibi birbirine benzemeyen duygular. Çok şiddetli bir ruh hâli aşk.

"Babam bizden bir sürü şey öğrendi" 

Aynı evde birlikte yaşamak nasıldı?

Babamla birlikte yaşamayalı çok yıllar oldu. İtalya’dan döndükten sonra ayrı yaşadık babamla. Ve gençliğimin çok büyük bir bölümünü tartışarak, küs kalarak geçirdik. Mesela bir şey söylediğinde çok tepki gösterdim. Ya ağlar ya bağırır ya da terkederdim orayı.

Barış ise çok sabırlı davranırdı. İşine yarıyorsa dinler, yaramazsa kulağını tıkar geçerdi. Onun tavrı çok daha doğruydu. Benim de yapım öyle…. Belki de onun gibi davransaydım belki babamdan daha çok şey öğrenir ve ben de ona daha çok şey öğretirdim. Çünkü babam da bizden bir sürü şey öğrendi.

Babanızla görüşmediğiniz dönemlerden birinin gerekçesi de Atıf Yılmaz ile evliliğiniz diye biliniyor…

Yıpratıcı oldu ama tabii istediğimi yapmıştım nihayetinde ama onunla güçlükleriyle mücadele etmek zordu. Bununla beraber Zeynep babamlarla yaşıyordu o dönem. Epey zorluk çıkıyordu. Zeynep de çok küçüktü. Dolayısıyla şunu anlamıyordu. “Anne ile baba ayrıldı, eyvallah sorun yok… Dede ile anne niye ayrılıyor?”

Babanızı neler öfkelendirirdi?

Feminist oluşum hayat tarzımı daha belirgin bir şekilde etkilemeye başladı. Babam da özellikle ilk zamanlarda her namuslu “Türk solcu erkeği” gibi buna epey tepki duydu. Sonra bir sürü şey yavaş yavaş değişmeye başladı.

Babam çok genç yaşadı

Ne kadar eleştirirsem eleştireyim bir kere şunu belirtmem gerek. Yaşları ne olursa olsun benim hayattaki en büyük şansım hem Yılmaz’ın hem babamın çok genç yaşamış olmaları. Yaşlanmak kaçınılmaz, ihtiyarlık ise bir tercihtir benim için. İkisi de ihtiyarlamayı tercih etmedi.

Babam doksan yedi yaşında çok genç bir insan olarak öldü. Aynı şekilde Atıf Yılmaz da yetmiş dokuz yaşında çok genç bir insan olarak öldü. Düşünüp söz konusu tartışma konusunu anlamaya çalışmak, ikisinin de benim için çok değerli özellikleriydi. Ama elbette kavgamız bitmedi.

Bir kere Gümüşlük’te annem ve babamla yemek yerken az sonra yine atışmaya başladık. Yan masadan bir kadın kalkıp yanımıza geldi. “Deniz Hanım, babanızla kavga etmekten sakın vazgeçmeyin, inanın ben kavga edemeden babamı kaybettim. O kavgaları edemeden kaybettiğim için o kadar üzgünüm ki,” dedi ve ayrıldı yanımızdan. Babama doğru baktım, yorulmuştu artık kendisi de kavgamızdan. “Kusura bakma ama, görüyorsun halkımız istiyor kavga etmemizi” dedim.

Vedat Türkali’nin çalışırken evdeki hâli nasıldı?

Hapishane alışkanlığı, senaryo çalışırken evde gide gele çalışırdı. O yazdığı diyalogları tekrarlardı sürekli, son derece de titizdi. Çalışma hâli insanın içine çalışma arzusu uyandıran bir biçimdi.

Çevresindeki insanlarla ilişkisi nasıldı?

Bu tür insanlar, babam ve babam gibiler tabii “hoca” olarak tanınan, hitap edilen kişilerdi. Hakikaten çok güzel konuşur ve anlatırdı. İyi bir öğreticiydi. Bir konuyu anlatırken daha çok anlatmasını isterdin… Onu daha çok dinlemeyi isterdi insan. Muhtemelen bir dönem edebiyat öğretmeni olarak görev yapmasından kaynaklanan bir şeydi. Bu sebeple genelde dostlarla bir araya gelinen yemeklerde daha çok babam anlatır ve dinlenirdi. Herkes de keyifle dinlerdi…

Babanızı kendisiyle ilişki kurulabilmesi için bir insandaki hangi özellik ikna ederdi?

Babamın çocuksu bir yanı vardı. Babam önce severdi. “Baba daha tanımıyorsun” derdim. “Kızım siz anlamazsınız, ben anlarım” derdi. Biz de Barış’la gülerdik. Ne anlarsın, üç gün sonra çıkardı nasıl bir insan olduğu. Dediğim gibi önce sever, sonra tanıdıkça yavaş yavaş o insanlara verdiği notlar düşmeye başlardı.

Çok komik çok esprili bir adamdı. Mesela biz Barış’la arkasından gülerken, gelirdi yanımıza, “Neye gülüyorsunuz, yine ne yapmışım ben” diye sorardı.

Atıf Yılmaz ile olan evliliğinize karşı çıkıyor. 

İtalyalı olan eşim için zaten bir şey diyemezdi. Ne diyecekti ki… Babam İtalyanca, o zamanki eşim de Türkçe konuşamıyordu. Gül gibi geçiniyorlardı. Kaldı ki ben de… Dil öğrenmeye, konuşmaya başlayınca ben, ayrıldık….

Sanatınızla ilgili yorumlarını paylaşır mıydı sizinle ya da küs kaldığınız süreçte sizinle ilgili yorumlarını duyar mıydınız?

Duyardım, yüzüme de beni övdüğünü bilirim. Ben de dayanamaz, çenemi tutamazdım. Madem böyle övüyor, düşünüyorsun, öyleyse benden özür dilemen lazım, derdim. O zaman da kıyamet kopardı.

Sekiz sene küs kaldınız… Sonra nasıl barıştınız?

Ben onunla aynı ortamda denk geldiğimizde oradan kaçıyordum. Sonra bir gün Orhan Taylan, “Sen babanı görmekten rahatsız mı oluyorsun” dedi. “Hayır” dedim. “Baban mı rahatsız oluyor” diye sordu. “Evet” deyince, “O zaman o kaçsın, sen niye kaçıyorsun” dedi.

Bunu ben niye düşünemedim, deyip o günden sonra kaçmamaya başladım. Bir gün anneme benim için, “Çok fena yaparım” demiş. Ben de anneme, “Ne yaparsa yapsın ben hazırım” dedim. Ben bunu çok başta yapacaktım da o dönem akıl edemedim. sonra baktı ki, ben bununla baş edemeyeceğim, diye düşündü. Biliyorum ki beni çok severdi.

Küskünlük böyle devam ederken bir gün Kenter Tiyatrosu’nda oynarken babam da gelmişti annemle izlemeye. Oyun sonunda bir baktım sahneye doğru geliyor. Yanıma geldi. Öptü. “Ben iyi iş yapan herkesin arkasındayım, sen de çok iyi bir iş yapıyorsun, kutlarım, özel meselemiz aramızda” dedi.

Benziyorsunuz birbirinize…

Çok benziyoruz. Hem karakter hem tip olarak. Benim ondan çok daha iyi yanlarım var, onun da benden çok daha iyi yanları var.

Babanız hayattayken, aşk ve nefret ilişkisi vardı aramızda diyorsunuz… Şimdi de aynı mı?

Artık gittiği için sadece “aşk” ağır basıyor. Özlüyorum.

Şimdi şu kapıdan içeri Vedat Türkali girse…

Girer girmez kavga ederdik. Espri yapıyorum… Derhâl politik olarak yorumlarının ne olduğunu sorardım. Çünkü önceden, “Kızım biz neler gördük” derdi. İkinci Dünya Savaşı’nı uzaktan da olsa görmüş biriydi.

12 Eylül, 12 Mart… O dönemden bu yana yaşanan her türlü zulüm, kötülük… Neler gördük, demekte haksız değildi tabii ama son dönemde biraz canı sıkılıyordu. Barış süreci, insan haklarına uyum süreci hepimizi heyecanlandırmıştı.

Artık başka bir ülke olacak umudu ve sevincinin yerini kötü zamanlar aldı. Sadece Türkiye için değil bu durum. Dünya için de böyle. İnsan türü, çok kötü bir canlı türüymüş meğerse.

Vedat Türkali kimdir?

Asıl adı Abdulkadir Pirhasan'dır. Samsun Lisesi'nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olmuştur. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan'la evlenmiştir. Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1951'de siyasi eylemleri sebebiyle tutuklanmış; 9 yıl ceza almış 7 yıl sonunda koşullu olarak serbest kalmıştır.

Gar Yayınları'nı Rıfat Ilgaz ile kurduktan sonra, 1960'ta Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başlamıştır. Senaristliğine devam eden Türkali, 1965'te yönetmenliği denemiştir. Bir Gün Tek Başına ve Mavi Karanlık gibi romanları Türk edebiyatının en büyük eserleri arasına girmiş; daha sonra da Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve Tek Kişilik Ölüm romanlarını da yazmıştır.

Mihri Belli'nin yakın arkadaşı ve Atıf Yılmaz'ın arkadaşı ve akrabasıdır. TKP'nin eski üyelerindendir. 2002 seçimlerinde DEHAP'dan aday olarak aktif siyasete atılmıştır.

Vedat Türkali, oyuncu Deniz Türkali ve yönetmen Barış Pirhasan'ın babası, Deniz Türkali'nin kızı şarkıcı Zeynep Casalini'nin dedesidir. Türk edebiyatının usta isimlerinden olan Vedat Türkali, 29 Ağustos 2016 Pazartesi günü saat 06.00'da Yalova'da tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti. Türkali, Cumhuriyet tarihinde bir çok olaya şahitlik etmişti. Bir süredir Yalova'da tedavi gördüğü bir hastanede 97 yaşında yaşamını yitirmiştir.

Eserleri

Bir Gün Tek Başına (roman, 1974) 

Eski Şiirler, Yeni Türküler (şiirler, 1979)

Üç Film Birden (senaryolar, 1979) 

Mavi Karanlık (roman, 1983) 

Eski Filmler (senaryolar, 1984) 

Bu Gemi Nereye (yazılar, anılar, 1985) 

Dallar Yeşil Olmalı (oyun, 1985) 

Tek Kişilik Ölüm (roman, 1989) 

Özgürlük İçin Kürt Yazıları (yazılar, 1996) 

Güven (roman, 1999) 

Komünist (anı, 2001) 

Yeşilçam Dedikleri Türkiye (roman, 2001) 

Bu Ölü Kalkacak (oyun, 2002) 

Dallar Yeşil Olmalı (oyun, 2002) 

Kayıp Romanlar (roman, 2004) 

Yalancı Tanıklar Kahvesi (roman, 2009) 

Bitti Bitti Bitmedi (roman, 2014) 

Ödülleri

1965 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Senaryo Ödülü, (Karanlıkta Uyananlar) 

1970, TRT Oyun Ödülü (Dallar Yeşil Olmalı

1974, Milliyet Yayınları Roman Yarışması Birincilik Ödülü 

1976, Orhan Kemal Roman Armağanı (Bir Gün Tek Başına)

2016, Beyaz Martı Edebiyat Onur Ödülü