13 Ocak 2015 16:08
Batman’da (Êlih) düzenlenen 5. Yılmaz Güney Kürt Kısa Film Festivali’ne katılan Kadir İnanır, “Demokratik özerkliğin ne olduğu çok iyi açıklanması lazım. Bilmiyorsun ki, mesela İstanbul’da bir yere gidelim seninle ‘Kürtler demokratik özerklik istiyor’ diyelim. Bölünme istiyorlar denir. Öyle bir gerçek var. Abdullah Öcalan’ın kongreye yazdığı bir makale var. Uzun uzun anlatıyor, yanımızda bizim. Okuduğun zaman nasıl bir özgürlük yapılanması olduğunu görüyorsun ama açıklanması lazım. Demokratik özerkliğin bu topluma çok sade bir dille anlatılıp ikna edilmesi lazım” dedi.
Kobanê’de IŞİD’e karşı sürdürülen direnişle ilgili de konuşan Kadir İnanır, “Kobanê direnişini desteklememek mümkün mü? Akraba insanlar yani, orada bir katliam varken buna hayır demek bir vicdan mıdır. Kim üretti kardeşim IŞİD’i. Bölgenin doğal kaynaklarının pazarlanması ile ilgili büyük yapılanmalar var orada. IŞİD’i çıkardılar. IŞİD, emperyalist güçlerin bölgede oynadığı oyunlar toplamıdır. Şimdi orada Kobanê diye bir yapılanma var. Kobanê bütün bu yapılanmalar, dünyada dönen oyunların içinde özgürlük mücadelesi” diye konuştu.
Özgür Gündem’den Önder Elaldı’nın Kadir İnanır ile yaptığı söyleşi şöyle:
Êlih’te Yılmaz Güney Film Festivali’ne gelmeniz neyi ifade ediyor. Yılmaz Güney’le aynı dönemde sinema yaptınız. Birlikte projeleriniz olmuş muydu, o döneme ilişkin anılarınız var mı?
Prensip olarak mesleğim ile ilgili yapılan her türlü organizasyona nerede olursa olsun katılıp destek vermeyi görev bilirim. Yılmaz Güney’le projelerimiz olmadı. Yılmaz Güney benden iki yıl evvel sinemaya başladı. Aynı dönemde sinema yaptık. Aşağı yukarı aynı tarz filmleri yapıyorduk. Yılmaz Güney’in arkadaşlık yaptığı insanlarla ben de arkadaşlık yaptım. Ama nedense bir türlü bir araya gelemedik. Hapishane dönemi başlayınca Yeşilçam’da bir gruplaşma oldu. Benim dâhil olduğum grupla onun karşısındaki grup arasında bir rekabet başladı. Yılmaz Güney onları tercih etti. O süreç uzun yıllar gitti. Onun dışında Yılmaz Güney’i hapishanede ziyaret ettik. İlk filmlerinden sonra kamerayı sokağa çıkaran yani hayatın içine koyan dünya çapında çok büyük bir sanatçıydı Yılmaz Güney.
Yılmaz Güney’le aynı tarz filmler yaptığınızı belirttiniz. ‘Yol’ ve ‘Katırcılar’ filmlerinin bölge gerçekliğini anlatan iki önemli film olduğunu söylediniz...
Başka filmler de vardı tabii. Ama iki film evrensel sinema değerleri açısından önemli bir yerde duruyor. Bir tane kendimizin ürettiği sahne yok. Ölümle burun burana 38 gün 38 gece, böyle bir ortamda film çekmek dünya tarihinde bile yok. Yol filmi de öyledir. Tabi gençlerin bölgede çektiği çok film var. Fırtına gibi filmler var. Bunun yanında bölge gerçekliğini şu aşamada çekmek çok zor. Yani eğer süreç olumlu bitmezse daha da zorlaşır. Olumlu biterse de çok daha kolaylaşır.
Film çekmeyi zorlaştıran engeller neler?
Hüseyin Karabey’in ‘Were Dengê Min’ filminde eksikliğin nerede olduğunu gördünüz mü? Filmde tank var mı, uçak var mı, bomba var mı. Vermediler çocuğa. Ama öyle bir şeyler olacak ki verecekler. Buyurun kardeşim çekin diyecekler. Suçlular ortaya çıkacak. Hakikat komisyonları kurulacak. Suçu yaratan sebepleri bütün yönleriyle gösteren vicdan filmleri çekilecek. Zaten bunlar kabul edilmezse ülkenin geleceği yok. Benim bildiğim ve güvendiğim öyle büyük gerçekler var ki bu ülkede barış sağlanacak. İsteyen istemesin ama barış olacak.
Filmlerinizin belirli toplumsal olaylara denk gelme durumu söz konusu. Katırcılar filmi ile Roboski hatırlanıyor. ‘İsyan’ filminde de sisteme isyan eden Apo karakteri de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a benzetildi. Bu örtüşme halini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tesadüf bence. Ama filmin senaryolarını seçerken karakterlerin toplumun içinde yaşayan gerçek karakterler olmasına dikkat ederim. Bu bölgede Abdullah’ı Apo diye çağırırlar. ‘İsyan’ filmini çekerken Abdullah Öcalan daha yeni örgütün üniversitede örgütlemesini yapıyordu. O zaman bizim de haberimiz yoktu öyle şeylerden. Bana ne işin var senin Doğu’da diyorlardı. Hala da soruyorlar. Bir asker çıkmış geçenlerde, Sarızeybek diye bir emekli albay var, Ergenekon kanadından, buralarda çarpışmış, güya buraların gerçeğini savaştığı için biliyormuş. Burada savaşan insan buranın gerçeğini bilmez. Çünkü burada kafasını uzatıp da gerçekliğin içine giremez kendini korumaktan. Çıkıp da toplantılarda “Kadir İnanır o bölgeden ne anlıyor” diye konuşmak yakışmaz ona. Onun anladığının on misli daha, buralarda film çekmekle geçti. Bu insanların burada yaşadıklarını, çektiklerini yakından görme şansım oldu. Bölge insanı zaten biliyor. Gel sana anlatayım, hala anlamıyorsan nasıl o rütbeye gelmişsin. Hiç eğitim almayan zavallı bir insansın.
İsyan filmi yasaklı mı şimdi?
Yok, yani yasak iki türlüdür. Bir tanesi ben gerçekten yasaklıyorum kardeşim bu film oynamayacak dersin. Bir tanesi de o filmi oynatacaklar, ben oynatmam dersin, yasak olur. Son Cellat diye bir film yaptım. Filme on sekiz yaş yasağı koydular. Erdal Eren’in hayatını anlatıyordu, bu da bir yasak. Yasak biçimleri var. Eskiden daha ağırdı. Dokuz kişilik bir sansür heyeti vardı. Onlar şimdi Allah’tan biraz kalktı, şimdi biraz gizli. Aslında birisi bana ‘sansür kalktı’ dediği zaman ben ona bir tek cümle ile söylerim, peki vali vesayeti kalktı mı? Bu şehrin valisi isterse kültürel, sanatsal, siyasal bütün eylemleri toplumun infialine sebep verir diye anında kaldırır.
Giderek otoriterleşen hükümet otoriterliğini sanata yaptığı müdahalelerle de sürdürüyor. Artık sanatçılar bu sindirilme ortamında otosansür uyguluyor, içinde bulunduğumuz sürece ilişkin neler söylemek istersiniz?
Şimdi çağdaş aydınlık bir dünyayı savunan insan hiçbir engelin olmamasını ister. Sanat özgür olmalıdır. Tamam, toplum da özgür olmalıdır; ama önce sanat özgür olmalıdır ki toplumun özgürlüğünün kapısını açsın. Tabii büyük bir güç olduğu için özgürlük mücadelesi veren sanatın önünü keserek, engelliyor olabilirler. Özgürlük mücadelesi veren bütün bireyler, bütün toplumlar sonunda mutlaka kazanmıştır. Bu bir sürece yayılabilir, birçok zorluk yaşanabilir. İstedikleri kadar tedbirler alınsın, özellikle sanat alanında bu işe girmiş insanlar, bu özgürlük bilinciyle yaşamaya devam etme cesaretini gösterdikleri sürece hep onlar kazanacak.
Sürdürülmeye çalışılan barış sürecinde sinemanın ne gibi bir işlevi olur?
En büyük işlevi sinema görür. Yapılan bu akil adamlar toplantısında konuştum, basına kapalıydı. İsteyen istediği kadar uğraşsın barışın sağlanması için mücadele verirse versin, barışı sağlamada en etkili güç sinemadır. Tiyatro, plastik sanatlar değil, sinemadır.
Sizin içinde olduğunuz projeler var mı?
Var, çok var. Onları konuşuyoruz ancak Hüseyin Karabey’in örneğini verdiğim gibi bizim buradaki gerçekleri anlatabilecek; köyleri kim yaktı, bunun gerçek olarak filmi aktarabilmemiz için o köyü yakmamız lazım, uçaklardan o bombaları atmamız lazım, tankların yürümesi lazım inandırıcı olması için. Bu ortamı filme aktarmadan inandırıcı kılamazsınız. Eğer barış istiyorsak bunun topluma inandırıcı kılınması için en etkili araç sinema. Bence bir yıl sonra bu filmler başlar. Çünkü ben bir yıl içinde her şeyin çok iyi olacağına inanıyorum, yolların da açılacağına inanıyorum. O zaman yeni nesiller de görecek bu ülkede bunlar yaşandı diye. Şimdi anlatıyoruz, burada kardeşim faili meçhuller var, bir sürü katliam yaşandı, hepsini söylüyoruz, dinliyor ama acaba öyle mi diye kafasından geçiriyor; ama bunu filmde gördüğü zaman başka olacak.
Otoriterleşen hükümet bir yandan demokratik hakları geri alırken diğer yandan çözüm sürecini yönetmeyi düşünüyor. Bu çelişki nasıl izah edilebilir?
Böyle olur, pazarlıklar böyle olur. Her iki taraf kozlarını koyar, eğer amaç barış sağlamaksa karşılıklı eller birleşir. Hadi gel barış yapalım diye olmaz bu işler. Dünyanın her yerinde çok uzun sürmüştür. Bizdeki bu süreç çok kısa sürede çok yol aldı. Yirmi yıl, otuz yıl süren var. İRA’nın kaç yıl sürdü. Tam anlaştık dediler, ellerini birleştirdiler ertesi gün Londra’da bir bomba patladı, otuz kişi öldü. Kolay değil bu işler, onu anlatmaya çalışıyorum. Yani her yapılan şeyi biz kabul etmeyeceğiz. Bu son çıkan yasalar var ya, kamu güvenliği ile ilgili yasalar ne kadar mantıksız değil mi. Ne demek makul şüpheli. O zaman her istediğini ben bunu şüpheli gördüm diye alsın içeri. Buna tepki gösterenlerden biri de benim. Böyle oluyor, bu ülke maalesef böyle. Vazgeçmeyeceksin, mücadeleye devam.
Bir yandan da hükümetin süreci seçime endekslediği yorumları da yapılıyor...
Endişeler var. Sonuçta yine bizim dediğimiz olacak. Bu seçim kazanma mücadelesi değil ki, aslolan özgürlük, varoluş mücadelesidir. Özgürlük mücadelesinin önüne beş yüz tane seçim gelsin fark etmez ki.
Süreçten döneni halk affetmez de demiştiniz...
Hayatta affetmez, sen bu kadar oyalarsan. Hiç kimse affetmez. Eğer iki muhatap iki buçuk üç yıldır barış diye konuşuyorsa vazgeçmek diye bir şey olamaz. Ama engeller olacaktır. Uzun sürecek, örnekler verdim. Ama ne kadar çabuk yaparsak o kadar iyi. Yapmazsa puan kaybeder. Bu arada ben barış savunucusuyum diye aldığı oyların hepsini kaybeder. Niye yapmadın diye.
Bir de çözüm sürecinin önemli maddelerinden biri de Rojava. Kürt halkı Rojava’yı çözüm sürecinden bağımsız görmüyor. Rojava modeli hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bölgede ayrımcılığa neden olan uygulamalar ortadan kalksın. Kendi dil özgürlükleri sağlansın, demokratik bir yapı sağlansın. Adalet kurulsun. Ötelenmesin, bunlar ortadan kalktığı zaman kendiliğinden oluşacaktır. Adam önce şu terör dursun da sonra bakarız diyor. Sen önce bir ekonomik durumu sağla da sonra bakacağız, çatışma duruyor mu durmuyor mu. Godo’yu beklemek gibi bir şey yani. Böyle saçma şey olur mu. Ama sonuçta verilen her türlü mücadele kendi yapısı içinde kutsaldır. Kabul edip etmemek de haktır. Ama sonuçta hep gerçek kazanır. Bölge halkı böyle bir yapılanma istiyorsa bu bir taleptir. Mücadelesini verir.
Bundan sonra beni barış çabalarında en önde göreceksiniz demiştiniz. Böyle bir süreçte HDP ile ilgili yakıştırmalar oldu, bu konuda neler söylersiniz?
Yakıştırma değil de. Ben milletvekili olmayı hiç düşünmedim. Yani kimseyi oraya giden milletvekillerini kırmak istemiyorum. Yüzde sekseninin halkın gerçek temsilcileri olduğuna inanmıyorum, milletvekili liyakatına yakıştıklarını da inanmıyorum. O halde benim orada ne işim var. Yüzde on ile ülke yönetimine katkı sunmanın zorluklarını da biliyorum. Aydınlık siyaset yapacak tüm insanlara destek veriyorum. Bak şu an senin yaptığın şey nedir bir hizmettir. Bunu okuyan insanlara buradan bir mesaj gönderiyoruz. Yaptığımız siyasetin ta kendisi. Devam edebilir bu teklifler. Ama ben o teklifi teşekkürle karşılarım; milletvekili olmayı, aktif politikayı mecliste düşünmüyorum.
Kobanê direnişinin yarattığı duygu ve düşünce dünyası hakkında neler söylemek istersiniz?
Kobanê direnişini desteklememek mümkün mü. Akraba insanlar yani, orada bir katliam varken buna hayır demek bir vicdan mıdır. Kim üretti kardeşim IŞİD’i. Bölgenin doğal kaynaklarının pazarlanması ile ilgili büyük yapılanmalar var orada. IŞİD’i çıkardılar. IŞİD, emperyalist güçlerin bölgede oynadığı oyunlar toplamıdır. Şimdi orada Kobanê diye bir yapılanma var. Kobanê bütün bu yapılanmalar, dünyada dönen oyunların içinde özgürlük mücadelesi. İnsanlar ezilmek istemiyor, beni burada ezemezsin diyor. Ben bölgeye dağılmış büyük bir toplumum diyor. E sen diyorsun ki kendi başında bunu yap dediğin anda orada katliam yapıyorsun. Katlettiğinde buradaki insanlar sen benim akrabalarımı nasıl katledersin diye müdahaleye kalkıyor. Bizim gibi insanlar da bu mücadelenin yanında yer alıyor. Öyle büyüyor zaten. Kendi başına cılız kalsa başarısız olur zaten.
Demokratik özerkliğin Kürdistan’a uyarlanabilirliği konusunda ne söyleyebilirsiniz?
Bu konu ile ilgili yazılmış bir sürü kitap var. Demokratik özerkliğin ne olduğu çok iyi açıklanması lazım. Bilmiyorsun ki, mesela İstanbul’da bir yere gidelim seninle ‘Kürtler demokratik özerklik istiyor’ diyelim. Bölünme istiyorlar denir. Öyle bir gerçek var. Abdullah Öcalan’ın kongreye yazdığı bir makale var. Uzun uzun anlatıyor, yanımızda bizim. Okuduğun zaman nasıl bir özgürlük yapılanması olduğunu görüyorsun ama açıklanması lazım. Demokratik özerkliğin bu topluma çok sade bir dille anlatılıp ikna edilmesi lazım. Bölünme korkusu var. Çok sıkıştığın zaman bölünmüş zaten senin haberin yok biz birleştirmeye çalışıyoruz diyorum. Demokratik özerklikteki yapının bütün dünya ülkelerindeki yönetimlerindeki en büyük, en güzel yönetim biçimi olduğunun anlatılması lazım. Çünkü orada tek ulus diye bir şey savunulmuyor ki, hayatı hep beraber kurabilme mücadelesinin karşılığı demokratik özerklik. Kimseyi yok saymıyor ki, sadece ben, sadece ulus demiyor ki.
© Tüm hakları saklıdır.