4 Nisan itibariyle Türkiye, AB ile yaptığı anlaşma kapsamında Yunanistan’dan gelen ilk sığınmacıları kabul etmeye başladı. Bu ilk adım, sığınmacı krizinin çözümünde önemli bir gelişme olarak kabul ediliyor. Ancak başta Almanya olmak üzere son günlerde AB ve Türkiye arasında yaşanan basın özgürlüğü ve güvenlik tartışmaları; Türkiye’nin sığınmacıları Suriye’ye geri gönderdiği iddiaları söz konusu anlaşmaya gölge düşürüyor. DW Türkçe’den Özlem Coşkun, sığınmacı krizi anlaşmasını ve bu çerçevede ortaya çıkan pürüzleri Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz ile konuştu.
DW Türkçe: Sayın Schulz, AB ve Türkiye arasında varılan anlaşma sığınmacı krizini nasıl etkileyecek? Bu anlaşmadan umutlu musunuz?
M. Schulz : Evet, bu konuda olumlu bir gelişme bekliyorum. Sığınmacılar arasında resmi ve düzenli bir şekilde kayıt altına alınmanın, Avrupa’ya gitmenin en güvenli yolu olduğunu yayabilirsek, yaptığımız anlaşma da amacına ulaşacaktır. Zira Türkiye’de kayıt altına alınan sığınmacılar, insan kaçakçılarının elinde lastik botlarla çıktıkları yolculuklardan çok daha hızlı bir şekilde AB içerisindeki güvenli ülkelere yerleştirilebilecekler. Eğer bu gerçeği sığınmacılara gösterir ve daha fazla sayıda sığınmacıyı kayıt altına alabilirsek, insan kaçakçılığına da ağır bir darbe indirmiş ve sığınmacılara gerçek manada yardım etmiş olacağız.
DW Türkçe: Türkiye’nin farklı yerlerinde terör saldırıları meydana geldi. Almanya’nın da aralarında bulunduğu bazı ülkeler Türkiye’deki vatandaşlarını güvenlik konusunda uyardı. Siz Türkiye’deki güvenlik sorununu nasıl değerlendiriyorsunuz?
M. Schulz : Türkiye, tıpkı Belçika, Fransa, İngiltere ya da İspanya gibi sıradan insanlara yönelmiş bir terör tehdiyle karşı karşıyadır. Bu, İslama dayanmayan ama İslam arka planıyla politize edilmiş bir terördür. Bunun altını çizmek isterim; kesinlikle İslami bir terörden bahsedilemez, sadece İslamı kötü amaçlı kullanmaya çalışan gruplar var ve hem Türkiye hem de Avrupa bunun acısını çekiyor. Tabii Türkiye’nin bir de kendi içinde Kürtler ile yaşadığı bir çatışma ortamı söz konusu. Ve bu durum kesinlikle askeri yöntemlerle değil, yeniden çözüm sürecine dönülerek çözülebilir. Yani Türkiye ciddi güvenlik sorunlarıyla mücadele etmektedir ve Türkiye’nin bazı bölgelerinin güvenli olmadığı söylenebilir.
DW Türkçe: Peki, Türkiye mülteciler için güvenli bir ülke mi?
M. Schulz : Türkiye, mülteciler için yüzde yüz güvenlidir. Bu sözümün altını çiziyorum. Çünkü Türkiye’deki mülteci kamplarını ziyaret ettim ve yakından gördüm, rahatlıkla söyleyebilirim ki; sığınmacıların kamplardaki durumu birçok Avrupa ülkesinden çok daha iyi ve onlara örnek teşkil edecek durumda. Ancak bir de kampların dışında ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış 1,7 milyon mülteci var. Türkiye haklı olarak bu mülteciler ülkesinde kaldığı sürece onlara ev, okul ve sağlık hizmeti sunmak için yardıma ihtiyaç duyuyor. Bu noktada Türkiye’nin AB’den mali destek talebi de son derece anlaşılır. Ve dediğim gibi benim izlenimlerim, Türkiye’de mültecilere iyi davranıldığı yönündedir.
DW Türkçe: Uluslararası Af Örgütü, Türkiye’nin AB ile yaptığı anlaşmayı ihlal ederek, Avrupa’dan gelen sığınmacıları Suriye’ye gönderdiğini iddia etti. Bu iddiaya nasıl yaklaşıyorsunuz?
M. Schulz : Bu, incelenmesi gereken son derece ciddi bir suçlama. Türkiye, bu suçlamayı reddediyor. Açıkçası ben de söz konusu iddiaya temkinli yaklaşıyorum. Türkiye’nin uzun bir süre sınırını Suriye’den gelen mültecilere açık tuttuğunu biliyorum. Bu yüzden suçlama dikkat çekici ve uluslararası, tarafsız kurumların incelemesine tabi tutulmalı. Şu an itibariyle zaten sınırda Birleşmiş Milletler’e ait görevliler bulunuyor. Mesela Kilis’teki kamplarda BM görevlileri sığınmacılara hizmet veriyor. Onlara sorulabilir. Bu tartışmalı konu ancak uluslararası kurumların meseleyi araştırmasıyla anlaşılabilir.
DW Türkçe: Sayın Schulz, sığınmacı krizine dair görüşmeler sürerken Alman kamuoyunda, Almanya’ya yönelik Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlallerine karşı sessiz kaldığı yönünde eleştiriler vardı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisiyle ilgili hiciv videosuna gösterdiği tepkinin ardından durum değişti. Alman hükümetinden de eleştiriler gelmeye başladı. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?
M. Schulz : Bir demokrasinin gücü ülkesindeki gazetecilerin hürriyetiyle ölçülür. Gazetecilerin haber verme, özellikle de politikacıların istemediği şeyleri haber verme özgürlüğü son derece kıymetlidir. Bu, demokrasinin temelini teşkil eder. Zira bu sayede iktidar sahipleri hem güçlerinin belirli bir zaman içerisinde sınırlandığını unutmazlar hem de sürekli sınandıkları için hatalarını ve başarılarını doğru okuma şansı yakalarlar. Kısacası oturmuş, sağlam demokrasilerde basın özgürlüğü vazgeçilmezdir. İster bunu gölgeleyecek bir fısıltı ister iktidara dayanarak yapılacak bir engelleme olsun, demokrasilerde en sert cevabı alır. Kuşkusuz Türkiye ile sığınmacı krizi konusunda birlikte çalışmamız gerekiyor. Ama bu demek değildir ki, karşılığında AB değerlerinden vazgeçeceğiz. AB değerlerinden taviz, sığınmacı krizinin karşılığı olamaz. O yüzden daha önce Kürt sorunuyla ilgili düşüncelerimi açıklamaktan geri durmadığım gibi bugün de basın özgürlüğü konusunda sessiz kalmayacağım.