Politika

Demokrasi ve Barış Konferansı sonuç bildirgesi açıklandı

Toplantıda, '30 Mart 2014 yerel seçimlerinin, Türkiye’nin çözülmesi gereken köklü meselelerinden bağımsız ele alınamayacağı' belirtildi

16 Aralık 2013 23:47

Demokrasi ve Barış Konferansı’nda, "yerel yönetimlerin devletin uzantılarından ibaret olduğu, halkın kendisini yönettiği mekanizmalar olarak işlemediği" belirtildi. Konferansta, "İçişleri Bakanlığı’nın, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alma yetkisi" örnek gösterilerek, "yerel yönetimlerin, sokağın ve mahallenin yönetiminden başlayarak her türlü karara katılımı sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmesi gerektiği" ifade edildi. "Merkeze bağımlılığın, taşeronlaşma ve şirketleşme eğilimlerine yol açtığının" anlatıldığı konferansta, "yerel yönetimlerin doğaya, insana ve kültürel mirasa karşı sorumlukları olduğu" hatırlatıldı.

Boğaziçi Üniversitesi Uçaksavar Kampüsü'nde düzenlenen Demokrasi ve Barış Konferansı’nın “Barışı ve Demokrasiyi Yerelden Kurmak” başlıklı toplantısı sonuçlandı. Toplantıda, “30 Mart 2014 yerel seçimlerinin, Türkiye’nin çözülmesi gereken köklü meselelerinden bağımsız ele alınamayacağı” belirtildi ve şu sonuç metninde şu maddelere yer verildi: 

"a. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana görece değişiklikler olmakla birlikte, yerel yönetimler, merkezi yönetimden, onun uzantısı olarak görev yapan atanmışlardan ve sistemin devamı doğrultusunda işletilen mekanizmadan bağımsız ele alınmıyor. Bugün yerel yönetimler, halkın kendi kendisini yönettiği mekanizmalar olarak işletilmiyor. Sokaktan, mahalleden kent yönetimine kadar, halkın katıldığı, söz ve karar sahibi olduğu, doğrudan demokrasinin işletildiği bir demokratik işleyiş yerine, hükümetlerin ve rantçı sistemin çıkarları doğrultusunda işletilen, bürokratik bir yerel yönetim anlayışı süregeliyor.

Bir ülkenin demokrasi alanındaki gelişmişliğinin temel göstergesi olan yerel yönetimlerde, demokratik olmayan seçim kanunları, fiili ve keyfi uygulamalar gibi birçok engel bulunuyor ve belediye meclisi üyeliği seçiminde yüzde on barajı hala sürdürülüyor. Mevcut sistemi savunan anlayış, statükoyu, yasakları, inkarı ve asimilasyonu meşru sayan bir mekanizmayı uyguluyor.

Farklı dil, kültür ve inançlardan halkların yaşadığı, on yılların, hatta yüz yılların oluşturduğu birikimi, yaşamı ve kültürü yok sayabilen bir yerel yönetim anlayışı artık sürdürülemez. Sokağın, mahallenin ve kentin kültürel dokusunun ve tarihinin izleri silinemez.

Konferansımız, farklı halkların, inanç ve kimlik gruplarının yaşadıkları tarihin görünür kılınmasını, demokratik, özgürlükçü, cinsiyet eşitlikçi, ekolojist ve özerk yerel yönetim anlayışının temel ilkelerinden görüyor. Demokratik yerel yönetimleri, yerel halkların, farklı inançların, dillerin ve kültürlerin varlığını temel alan, katılımını sağlayan bir yönetim ve hizmet anlayışını benimsiyor.

b. Türkiye’nin idari yapılanmasının tepeden tırnağa yeniden ele alınması gerektiğini tartışan Konferansımız, yerel yönetimlerin, sokağın ve mahallenin yönetiminden başlayarak her türlü karara katılımı sağlayacak biçimde düzenlenmesi gerektiğine işaret ediyor.

Mevcut sistemde, yerel yönetimler üzerinde devam eden merkezi idarenin vesayeti; yerel yönetimleri, devletin yereldeki uzantısı olarak değerlendiren işleyiş ve anlayış son bulmalı; valilerin il genel meclislerini yönetmesine, belediye yönetimlerinin İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınabiliyor olmasına son verilmeli, atanmış vali ve kaymakamların seçilmiş yerel yönetimler üzerindeki vesayeti bitmelidir.

Konferansımız, bu bağlamda yerinden ve yerelden yönetim anlayışının, demokratik özerk yerel yönetimler modelinin esası olması gerektiğine dikkat çekerken, merkeziyetçi ve tekçi devlet yapısının, yerelde de tekçi, farklılıklara karşı retçi hatta dışlayıcı ve yok edici bir anlayışla sürdürülmesi uygulamalarının son bulmasını, demokrasi ve barışın tesisi için elzem görüyor.

Konferansımız, barışı ve eşit haklara dayalı demokratik çözümü, Kürt sorununun çözümünde ertelenemez bir tutum olarak benimserken, Kürt halkının eşit, özgür ve özerk yönetimlere sahip olmasının önemine dikkat çekiyor. Konferansımız, her birimin özgünlüğüne işaret ederek, bölgesel yönetimleri ve özerkliği, yerinden ve yerelden yönetimin zorunlu bir gereği olarak değerlendiriyor.

c. Bugün kapitalist sistemin ve neo liberal politikaların esiri haline getirilmiş yerel yönetim anlayışı, şirketleşmeyi ve taşeronlaştırmayı yönetmenin temel aracı haline getiriyor. Bugün sistemi ve statükoyu savunan anlayışlar, rantı yöneten, tüm hizmet ve zorunlu ihtiyaçları piyasaya tahvil eden bir yaklaşımda ısrar ediyor.

Konferansımız, Gezi Direnişi’ni de, kırsal bölgelerde yaşam alanlarını savunan diğer yerel mücadeleleri de, mevcut yerel yönetim anlayışına karşı bir başkaldırı olarak değerlendiriyor ve bu yaklaşımın artık değişmesi gerektiğine inanıyor. Demokratik yerel yönetimler hizmetleri piyasalaştırmamalı, taşeronlaştırma uygulamaları ve şirketler üzerinden iş kotarmaktan vazgeçilerek, yerel yönetimler asli işlevlerine kavuşturulmalıdır.

Konferansımız, kamunun çıkarını önde tutan, bireyi yok saymayan, bireysel ve toplumsal hakları karşı karşıya koymayan; başta eğitim ve sağlık olmak üzere, ulaşım, konut, enerji alanında halka hizmeti temel alan, ihtiyacı olan yurttaşları gözeten çözümler üreten, ücretsiz hizmet sunmayı amaç edinen, emeği ve emekçiyi gözeten, sosyal yerel yönetim anlayışının güç kazanması, vücut bulması gerektiğini savunuyor.

d. Gençlerin karar organlarında söz sahibi olmadığı, yerel yönetimlerin farklı düzeylerinde temsil edilmediği bir yaklaşım hala sürdürülüyor. Gençlerin yerel yönetimlere katılımını yasal ve fiili uygulamalarla engelleyen sistem, çocukları, yaşlıları, engellileri de kent yaşamında yok sayıyor ya da göstermelik uygulamalarla sorunun kapsamlı çözümünü engelliyor.

Konferansımız, karar ve yönetim süreçlerine, mekanizmalarına gençlerin aktif katılımını, yerel yönetimlerin demokratikleşmesi açısından vazgeçilmez görüyor. Engellilerin ve tüm dışlananların kamusal hayata ve yerel yönetimlere etkin katılımlarını zorlaştıran bütün kurumsal ve altyapısal nedenlerin ortadan kaldırılması gerekliliğini savunuyor.

e. Barış, adaletle, eşitlikle ve özgürlükle ilgilidir. Yerel yönetimlerde cinsiyet eşitliği, yaşadığımız yerlerde, yani gündelik hayatın içinde gerçekleştirilebilir. Ne yazık ki, bu gündelik hayatın biçimlenmesinde kadınlar söz sahibi değillerdir. 2950 belediye başkanının yalnızca 28’i kadındır. Meclis üyesi kadın oranı ise yüzde 4’ü geçmiyor. Bugün ne temsil, ne katılım, ne de kadınların gündelik hayatını konu edinen bir siyaset söz konusudur. Gündelik hayat, yaşanan yerler doğallaştırılmış dışlama mekanizmalarıyla doludur. Kadınları ve erkekleri eşitsiz koşullar içinde yaşatan, farklı deneyimleri, sorun ve ihtiyaçları görmeyen yerel politikalar ve uygulamalar eşitliği değil, eşitsizliği yeniden üretmeye hizmet ediyor.

Öte yandan tek bir kadınlık hali yoktur. Kadınlar da birbirinden farklıdır. Dini, dili, etnik kimliği, cinsel kimliği farklı kadınlar, yaşlı, genç, yoksul, engelli kadınlar vardır. Farklı sorun ve ihtiyaçların çözümleri de farklıdır. Farklılıkların görülmesi, farklı perspektiflerden ve çok boyutlu bakabilmeyi ve önlemler geliştirmeyi gerektiriyor. Bu da politika oluşturma süreçlerine, kararlara, uygulama ve denetlemeye meselenin sahiplerinin dahil edilmesi ile mümkündür. 

Bu bağlamda yerel yönetimler, cinsiyet eşitlikçi, ekolojist, demokratik ve özerk olmalıdır. Cinsiyet eşitlikçi yerel yönetim anlayışı aynı zamanda LGBTİ bireylerin her düzeyde katılımını ve temsilini öngörür.

Konferansımız, yerel yönetimleri cinsiyet eşitlikçi yapabilmek için, yerel yönetimin tüm politika ve uygulamalarını cinsiyet eşitliği perspektifiyle gerçekleştirmeyi, katılım mekanizmalarını kurmayı, cinsiyet duyarlı bütçelemeyi, kaynakların adil dağılımını, kadroların buna uygun oluşturulmasını gerekli görüyor. Bu bütünlükle hareket etmeyen yerel yönetimlerin, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı ortadan kaldıramayacağı gibi, her türlü şiddetin durmadığı bir barışın, kadınların barışı olmayacağını tespit ediyor.

f. Bugün atmosferi, suyu, toprağı ve bir bütün olarak çevreyi kirleten, doğayı geri dönülmez düzeyde tahrip eden süreçler, kapitalizmin aşırı tüketim ve çarpık kentleşme politikaları ile ortaya çıkıyor.

Konferansımız, yerel yönetimleri insan kadar, tarihsel varlıklara, bir taşa, bir bitkiye, bir hayvana, suya, toprağa, havaya, kültürel mirasa ve tarihe karşı da sorumlu görüyor. Bu bağlamda, yerel yönetim hizmet ve politikalarının canlıyı koruma ve geliştirme temelinde kurgulanmasını teşvik ediyor.

Konferansımız, toplumsal yaşamın bütün aşamalarının ekolojik yaklaşımlarla yeniden ele alınmasını savunuyor. Kentsel planlama süreçlerinden tarihi mekanların açığa çıkarılıp korunmasına, kültür-sanat çalışmalarından istihdam politikalarına, geri dönüşüm süreçlerinden tarımsal üretim biçimlerine ve enerji politikalarına kadar kırsal ve kentsel toplumsal yaşamı ilgilendiren bütün aşamaları, yerel yönetimlerin ekolojik yaklaşımının birer parçası olarak değerlendiriyor."