Gündem

Demirtaş: AKP-CHP koalisyonunda HDP’nin dışarıdan muhalefeti ile çözüm sürecinin önü açılabilir

'Koalisyon için üç temel başlığımız var'

25 Haziran 2015 12:51

Daha önce “İlkelerimiz kabul edililirse AKP-CHP koalisyonuna dışarıdan destek sunarız” açıklaması yapan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, koalisyon senaryolarına ilişkin olarak, “AKP ve CHP’nin bir araya gelmesi ve bizim de dışarıdan demokratik bir muhalefeti sürdürmemiz belli dengeleri kendi içinde sağlayabilir” dedi. Demirtaş “Buradan yola çıkarak HDP’nin muhalefet yaparak sunacağı destek ile de çözüm sürecinin önü açılabilir, yeni anayasa yapılabilir” ifadesini kullandı.

"Koalisyon için üç temel başlığımız var" diyen Demirtaş, şunları söyledi:

"Birincisi demokrasi; ikincisi adalet; üçüncüsü barış. Bunların hepsinin alt başlıkları var. Bu üç temel ilkede asgari bir mutabakat sağlanırsa koalisyon seçeneği oluşabilir. Biz her türlü desteği sunmaya hazırız."

Özgür Gündem'den Günay Aksoy ve Zena Kaya'nın sorularını yanıtlayan Demirtaş'ın açıklamaları özetle şöyle: 

Seçim sonuçları neyi ortaya çıkardı ve siz nasıl okudunuz?

Her açıdan olağanüstü koşullarda bir seçim gerçekleşti. Türkiye’nin siyasal koşulları olağanüstüydü. Ortadoğu’nun siyasal koşulları olağanüstüydü, seçimin kampanyası olağanüstüydü, seçim yarışındaki dengesizlikler, adaletsizlikler olağanüstüydü, saldırılar, provokasyonlar olağanüstüydü. Her şey olağanüstü bir ortamda gerçekleşti. Ortaya çıkan 13,1 olağan koşullarda elde edilmiş bir başarı değil, bütün bu olağanüstü koşullara rağmen elde edilmiş bir başarıdır. Normal koşullarda bir seçim gerçekleşmiş olsaydı, zannediyorum biz yüzde 20’yi geçmiş olacaktık. Çünkü o potansiyel vardı. Araştırmalarda da ortaya çıkmıştı; yüzde 25 HDP’ye oy verebilirim noktasına gelmişti. Ama bütün o saldırılar, HDP’yi hedefe koyan kampanyalar, provokasyonlar aslında bize yönelmiş insanların akışını durdurdu. Bu provokasyonlar bizi barajın altında bırakmayı hedefliyordu ama belli ölçüde amacına ulaştı. Belki baraj altında bırakamadı ama bize yönelmiş oyların neredeyse yarısını engellediler. Dolayısıyla bunu unutmadan değerlendirmelerimizi yapmamız lazım. Olağanüstü siyasi koşulsa AKP şahsında tek adam diktası, tekçi kimlik üzerine inşa edilmiş iktidar baskısı, tümüyle devleti ve toplumu ele geçirmeye çalışan bir hükümet yapısıydı. Çözüm süreci askıya alınmıştı, dondurulmuştu. Dondurulmaktan öte geri dönüş yapılmıştı. Burada da bir olağanüstülük vardı. Ortadoğu’da da dengeler olağanüstü durumdaydı. Biz Norveç’te, İsveç’te seçim yarışı yaşamadık. Biz böyle koşullarda yüzde 13 aldık. Bunun çok iyi anlaşılması lazım. İlk defa biz sistemin tam da merkezine yürüyen, ilkelerinden taviz vermeyen bir parti olarak bütün dengeleri değiştireceğimizi bilerek bu kampanyayı yürüttük. Türkiye’de dengelerin değişmesi sadece Türkiye’yi değil bütün küresel ve bölgesel dengelerin değişmesi anlamına geliyordu. Biz bunu göze alarak mevcut statükoyu değiştirmeden yeni şeylerin inşa edilemeyeceğini bildiğimiz için biraz da risk alarak kampanyayı yürüttük. Tam olarak değil ama önemli ölçüde hedeflerimize ulaştık. Aslında biz yüzde 15 ve 100 vekil hedefi koymuştuk. Fakat buna çok önemli ölçüde hedefimize yaklaştık diyebiliriz.

Bundan sonra HDP Meclis’te nasıl bir strateji yürütecek? Koalisyon tartışmalarında nerede duruyor?

Biz devleti ele geçirmek üzere yola çıkmış bir parti değiliz; dolayısıyla hükümet seçenekleri bizim için devleti ele geçirmenin bir imkanı, bir aracı değil. Diğer partiler böyle tartışıyor; dikkat ederseniz devleti kendi aralarında paylaşmak istiyorlar. Biz ise devleti de demokratikleştirmek halkı da yönetime katabilmek amacıyla siyaset yapıyoruz. Belki diğer partilerle en çok ayrıştığımız nokta budur. Dolayısıyla koalisyona bakış açımız diğer üç partiden taban tabana zıttır. İdeolojilerimiz çok farklıdır. Tabi böyledir diye işin dışında durup onlar devleti kendi aralarında paylaşsınlar gibi bir saf yaklaşım içinde de değiliz. Koalisyonların şekillenmesinde biz kendi ilkelerimizi görünür hale getirmeye çalışıyoruz. AKP-CHP seçeneğini gündeme getiren biz olduk. Bunun iki nedeni vardı aslında; birincisi teammüller böyledir. Birinci ve ikinci çıkan parti koalisyon görüşmesini yapmak durumdalar. Diğer koalisyon seçenekleri ancak bundan sonra tartışılabilir. İkincisi, bu iki partinin bir araya gelmesi ve bizim de dışarıdan demokratik bir muhalefeti sürdürmemiz belli dengeleri kendi içinde sağlayabilir. Buradan yola çıkarak HDP’nin muhalefet yaparak sunacağı destek ile de çözüm sürecinin önü açılabilir, yeni anayasa yapılabilir. Bunların hepsi ihtimaldir. Biz üzerimize düşen sorumluluk gereği bir mücadele yöntemi olarak koalisyon tartışmalarını yürütüyoruz. AKP-MHP koalisyonu da bir seçenektir. Bizim kabul edeceğimiz, destekleyeceğimiz bir seçenek olmamakla beraber bir seçenektir. Fakat hiçbir koalisyon seçeneği artık Türkiye açısından bir felaket senaryosu değildir. Korkmamak lazım. Çünkü artık kabuk kırılmış, perde açılmıştır. HDP’nin başarısı artık bütün dengeleri değiştirmiştir.

Hangi zemin üzerine bir hükümet senaryosu olsun ki Türkiye’nin önü açılsın. Bunun ana ilkeleri ne olabilir?

3 temel başlık aslında. Birincisi demokrasi; ikincisi adalet; üçüncüsü barış. Bunların hepsinin alt başlıkları var. Bu üç temel ilkede asgari bir mutabakat sağlanırsa koalisyon seçeneği oluşabilir. Demokrasiden kastettiğimiz özgürlükçü sivil bir anayasa. Terörle Mücadele Kanunu’nun iptali. Seçim barajının iptali, Siyasi Partiler Kanunu’nun değiştirilmesi. İfade, gösteri ve medya özgürlüğünün sağlanması. Bunların hepsi demokrasi ilkesinin alt başlığı. Adalet dediğimiz ise IŞİD şahsında silah gönderilmesinin sorgulanması. Yolsuzluk, rüşvet mevzusunun soruşturulması. Roboski, Gezi, Kobanê direnişinde katledilenlerin sorumlularının açığa çıkarılması. Kadın katliamları ile ilgili ciddi tedbirlerin alınması. Bir de barış var. Barış ilkesinin hayata geçmesi için şeffaf, aleni bir müzakere sürecine dönülmesi, tarafların eşit koşullarda müzakere yürütmesi. Sayın Öcalan’ın İmralı’da bir odada hiçbir imkandan yararlanmadan yürüteceği bir müzakere artık eski tarz bir müzakeredir. O kabul edilse bile artık bir anlamı yoktur. Koşullarının kesinlikle özgürleştirilmesi lazım. Gözlemci heyet lazım, tahkim edilmiş ateşkesle sürecin desteklenmesi lazım. Hızlandırılması lazım. Bu iç barış açısından çok önemli. Dış barış açısından ise, Suriye’ye IŞİD ve El Kaide gibi güçlere desteğin kesilmesi. Mücadele konusunda hükümetin samimi davranması. Demokratik bir Suriye’nin oluşması konusunda Türkiye’nin öncülük yapması. Bunların hepsi barış ilkesinin belli başlı alt başlıklarıdır. Bir de bu üç ilkenin de alt başlığına yerleştirebileceğimiz taşeron işçilik, asgari ücret, iş cinayetleri, gelir dağılımında adalet, vergide adalet gibi ekonomi ve çalışma yaşamı başlıkları var. Asgari bir uzlaşma sağlanırsa, ister AKP-CHP sağlasın, isterse başka partiler sağlasın. MHP kabul ediyorsa MHP sağlasın. Böyle bir koalisyonun çalışması için biz destek sunarız. Muhalefet etmeyiz demiyorum, illa bakanlık istiyoruz demiyorum. Bu ilkeleri kabul eden bir koalisyon yaklaşımını sonuna kadar destekleriz. Böyle bir anlayışımız var. Önümüzdeki günlerde görüşmeler başlayınca da biz bütün bunları görüşmelerde kendilerine ileteceğiz.

Koalisyon tartışmasının ana noktası çözüm süreci gibi görünüyor. Çözüm sürecinde hangi aşamadayız? İmralı’da tecrit var. Çözüm sürecinin akıbeti ne olacak, ne bekliyor bizi?

Siyaseten çözüm sürecinde daha iyi bir noktadayız. Çözüm isteyenlerin eli güçlenmiştir bu seçimde fakat pratikte çözüm süreci işlemiyor. 2, 5 aydır donmaktan öte geriye gitmiş durumda. Kürt sorunu yok denildi. Masa yok denildi. Dolmabahçe Protokolü yanlıştır denildi. Bunların hepsi 2.5 yıllık diyalog sürecinin tamamen inkar edilmesi anlamına geliyor. Şimdi yeniden başlayacaksa kaldığı yerden değil daha ileri bir noktadan başlaması lazım. Çünkü seçim sonrası durum değişti. AKP eski tarzda ısrar edemez. Eski tarz “ben izin verdiğim kadar İmralı’ya gidersin, benim istediğim kadar görüşürsün, benim istediğim kişiler gidebilir ve benim istediğim kadar kamuoyuna yansır” şeklindeydi. Sayın Öcalan, buradan çıkışın yolu olarak Dolmabahçe Protokolü’nü deklare etmişti. Şimdi kaldığımız yerden devam edemeyiz artık. Heyetimiz, müzakere başlangıcından çok Sayın Öcalan’dan haber almadığımız için, sağlık durumu ve son sürece dair değerlendirmelerini almak için İmralı’ya gitmek istiyor. Müzakerelere kaldığı yerden devam etmek için heyetimiz başvuru yapmış değil, çünkü böyle bir durum geriye gidilmiş olur.

Peki ne yapılabilir?

Birincisi eski koşullarda süreç devam edemez. Sayın Öcalan bir adada kilitliyken, en azından koşulları iyileşmeden, dışarıyla teması, danışman imkanı, örgütüyle, halkla teması özgürleşmeden müzakere yürütmesi imkansızdır. Bu koşullarda bu aşamaya getirebildi. Bundan sonrasını götürmesi eski koşulların değişmesine bağlı. İkincisi süreç eskisi gibi tek taraflı değil, şeffaf olmalı, eşit şartlarda olmalı, parlamento işin içine dahil olmalı, gözlemci heyet olmalı. Bütün bunlarla sürece dönüş yapılırsa ancak çok hızlı sonuç alınır ve nihayete erer. Fakat bunların yapılabilmesi için Türk devlet politikasının Kürt ilişkilerinde, zihniyetinde stratejik bir kırılma, değişiklik yaşanması lazım. Kürdistan’ın her parçasındaki Kürtlerle yeni stratejik işbirliği, ittifakın gelişmesi ve bu konuda kalıcı bir devlet politik dönüşümün yaşanması lazım. Sayın Öcalan zaten müzakere süreci ve Newroz çağrılarında bunun altını çiziyordu. “Ben buna hazırım” diyordu. AKP hiçbir zaman köklü bir paradigma değişikliği yapmadı. Toplum değişti ama devlet ve hükümet aynı eski statükoda ısrar ettiler. Eğer Rojava ve Kürt halkı ile ilişki konusunda stratejik değişikliğe gidilirse işte o zaman Türkiye’nin önün açılır. Biz bunu arzuluyoruz. Eski tarz anlayışla kaldığımız yerden devam edelim denirse, bir kez daha zamana yayma, oyalama politikasına başvurulursa bunu kabul etmeyeceğiz.

 

‘Yeni başlıyoruz’

 

Türkiye’de yeniden eskiye dönüş mümkün mü?

Artık AKP, CHP, MHP eskisi gibi bir araya gelip katliam politikalarını, inkarcı politikaları, yok sayma politikalarını hayata geçiremezler. Eskiye dönüş mümkün değil. Bakmayın bugünlerde öyle bazı MHP’lilerin eski tarz bağırıp çağırdıklarına. Hepsinin sivri dişleri aslında sökülmüştür. HDP’nin kurumsal demokrasi anlayışı, toplumun bütün kimliklerini bir arada tutma politikası hepsinin politikasının iflasına yol açmıştır. Hepsinin ölçüsü HDP’dir artık. HDP artık çıtadır. Hiçbir şey değişmemiş gibi davranamazlar. Biraz öyle yapmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanı’nın bazı söylemleri seçimin sonuçlarını örtmeye dönük çabalardır. Ama bunlar boşuna çabalar. Daha başlamadık bile. Yemin töreni ile birlikte parlamentodaki muhalefetimiz başlayacak. Ezilenlerin haklarının nasıl savunulabildiğini göstereceğiz. Fakat bunlar olmazsa erken seçim seçeneğinden de korkmuyoruz. Bir erken seçimde; kesinlikle çok daha büyük bir sıçrama, çok daha büyük bir hamle yapmaya hazır olmamız gerekiyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bize dayatacaklar ama kabul etmeyeceğiz.