05 Nisan 2011 03:00
T24 - Wikileaks'te yer alan Türkiye konulu belgeleri yayımlayan Taraf gazetesinde, dönemin ABD İstanbul Başkonsolosu David L. Arnett’in kaleme aldığı 24 Eylül 2003 tarihli kriptoda, "Türkiye'de demokrasi, dinsel çoğulculuk, laiklik ve sosyal barış gibi kavramların efsaneden gerçeğe dönüşmesinde anahtar rolü Aleviler’in ibadet ve inanç özgürlüğü oynayacak" yorumu yer aldı.
Taraf gazetesinde "Anahtar Aleviler'de" başlığıyla yayımlanan (5 Nisan 2011) birebir Wikileaks tercümesi olan kripto şöyle:
Anahtar Aleviler'de
ABD’ye göre Türkiye’de demokrasi, dinsel çoğulculuk, laiklik ve sosyal barış gibi kavramların efsaneden gerçeğe dönüşmesinde anahtar rolü Aleviler’in ibadet ve inanç özgürlüğü oynayacak.
“WikiLeaks Türkiye Belgeleri”ni incelerken, ABD’nin Türkiye’deki diplomatlarının son on küsur yıldaki mesailerinin önemli bir bölümünü Alevilere ayırdıklarını fark ettik. Aleviliği ve Alevi inancını, Türkiye’de Alevilerin sosyoekonomik statüsünü ve oy kullanma davranışlarını, Alevilerin Sünni çoğunlukla, devletle ve dünyayla ilişkilerini, Alevilerin hak taleplerini ve değişim karşısındaki tutumlarını anlama ve anlatma çabası, ABD’nin yakın geçmişteki diplomatik yazışmalarında olağanüstü geniş bir yer tutuyor. Basit bir tarama, başlığında “Alevi” sözcüğü geçen kriptoların, başlığında örneğin “Kürt” ya da “AK Parti” ya da “Genelkurmay” geçen kriptolarla ya başa baş sayıda ya da daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye’deki ABD’li diplomatların gizli yazışmalarından yola çıkarak, Washington’ın Alevilere bakışını üç cümlede özetlemek bizce mümkün:
(1) Alevilik, kendine özgü inanç ve ibadet yapısı, dinsel ve sosyal hiyerarşisi ile başlı başına incelenmeye, anlaşılmaya muhtaç ve İslam’ın monolitik bir gelenek olmadığını kavramaya yardımcıdır.
(2) Alevilerin tam bir inanç ve ibadet özgürlüğüne, devletin bütün kurumları, yasalar ve uygulamalar nezdinde tam bir eşitliğe kavuşması, Türkiye’de demokrasi, dinsel çoğulculuk, laiklik ve sosyal barış kavramlarının efsaneden gerçeğe doğru ilerlemesinde anahtar rol oynayacaktır.
(3) Aleviler, Türkiye’de rejimle ve devletle ilişkileri; oy kullanma davranışları; tarihe, topluma ve dünyaya bakışları ile teksesli olmasa bile, kendine özgü nitelikler taşıyan “siyasi” bir topluluktur ve sadece mezhepsel bir grup değil, farklı etnik kökenleri birleştiren “siyasi” bir varlık olarak da incelenip anlaşılmalıdır.
Yedi milyon nüfus, daha fazla etki...
Şimdi bize bu üç çıkarsamayı yaptıran Amerikan yazışmalarından örneklere geçelim. ABD İstanbul Başkonsolosu David L. Arnett’in kaleme aldığı 24 Eylül 2003 tarihli “KİŞİYE ÖZEL” telgrafın başlığı: “Kimin İslamı? AK Parti ve İstanbul Alevileri.” ABD’nin Alevileri anlama çabasını ve bu çerçevede temel sorularına verdiği cevapları yansıtan telgrafın başlangıcındaki “ÖZET” bölümü aynen şöyle:
Şii İslam’ın ve Anadolu tasavvufunun heterodoks bir dinî-kültürel dalının takipçileri olan Aleviler muhtemelen Türkiye’nin nüfusunun yüzde 10’unu oluşturuyorlar (Birkaç milyonu İstanbul’da olmak üzere toplam yedi milyon kişi): bununla birlikte bazı Aleviler, 25 milyon kişi olduklarını iddia ediyorlar. Osmanlılardan zulüm gören ve tarihsel olarak Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana laikçi olan Aleviler, tarihsel olarak sol partilere, özellikle de CHP’ye oy veriyorlar. Alevi liderler, Kasım 2002 seçimlerinde kendilerini CHP’den uzakta konumlamış olsalar da, AK Parti’ye hiçbir yakınlık geliştirmediler. Başbakan Erdoğan’ın son açıklamaları da, İstanbul Alevileri tarafından, AK Parti’nin kendi inançlarına hiçbir sempati duymadığı yönündeki Alevi kuşkularının bir teyidi olarak görüldü.
Atatürk Sünnileri zapt etsin diye...
Başkonsolos Arnett’in burada değindiği açıklamalar, Başbakan Erdoğan’ın 4 Eylül 2003’te Almanya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında sarf ettiği ve “cemevlerinin camilerle kıyaslanamayacağını, zira camilerin ibadet yeri, cemevlerinin ise birer kültür evi olduğunu” iddia eden sözlerini kapsıyor. Bu sözlerin tetiklediği tartışmaya geçmeden, telgrafın, Alevileri, tarihsel ve siyasi olarak tanımladığı ilk paragraflarından bir bölüm aktaralım:
Aleviler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde “kâfir” dinî görüşleri nedeniyle, yetkililer tarafından periyodik olarak ve acımasızca zulme uğratıldılar. Atatürk, 1920’lerin başlarında Orta Anadolu’da siyasi bir güç olarak ortaya çıktığında, ilk ve en güçlü destekçilerinden bazıları Aleviydi çünkü onun Sünni çoğunluğu zaptedeceğine inanıyorlardı. Atatürk’ün kurduğu parti olan CHP’ye destekleri, Kasım 2002 parlamento seçimlerine kadar kuvvetli biçimde devam etti. Profesör İzzettin Doğan (Cem Vakfı Genel Başkanı) dâhil olmak üzere bazı Alevi liderleri, CHP’nin yıllardır Aleviler için pek az şey yaptığını ve Alevilerin özel olarak bu partiye oy verme gereği duymaması gerektiğini açıkça söylediler. Profesör Doğan’a göre, birçok Alevi, desteğini başka bir partiye kaydırmak yerine, oy vermemeyi tercih etti.
Din mi, kültür mü, ikisi birden mi?
Aynı telgrafta, Alevilik için, “din mi, kültür mü, ikisi birden mi” sorusunu soran Arnett, bu sorunun Türkiye’de bulduğu iki ayrı karşılığı ise, İstanbul Başkonsolosluğu Siyasi Müsteşarı’nın farklı şahsiyetlerle yaptığı ve Erdoğan’ın yukarıda bahsettiğimiz açıklamalarının da gündeme geldiği bir dizi temasa dayandırarak anlatmış:
AK Parti İstanbul İl Başkan Yardımcısı (AK Parti’nin ağırtopu ve milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın oğlu) 12 eylülde Siyasi Müsteşar’la yaptığı konuşmada, Alevi ibadethanelerinin camiler gibi korunmayı ve fonlanmayı hakketmedikleri şeklindeki AK Parti tutumunu teyit etti. Yalçıntaş, Başbakan’ın sözlerinin AK Parti saflarında geniş destek bulduğunu belirtti. Yalçıntaş, Alevi ve Şii inançlarına da eleştirel yaklaştı; “Bu insanlar Ali’nin ve Peygamber’in ailesinin izinden gittiklerini iddia ediyorlar. Eğer Ali’ye inanıyorlarsa, Ali gibi dua etmeleri ve camiye gitmeleri gerekir.” Yalçıntaş’a göre, bir cemevinin dinî bir ev ya da ibadet yeri statüsünde olması, ancak Alevilerin Müslüman olduklarını reddetmesiyle mümkündü.
Senin verginle seni Sünni yapalım...
Hacı Bektaşi Vakfı’nın (Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı kastediliyor ve vakıf, telgrafın metnindeki parantezde şöyle tanımlanıyor: Aleviliğin kararlı sol kanadını temsil eden, Türkiye’deki iki büyük Alevi örgütünden biri) yönetim kurulu üyeleri, 5 eylülde Siyasi Müsteşar’la yaptıkları görüşmede, Başbakan Erdoğan’ın sözlerini “hem kendi inançlarının doğru bir yansıması hem de ne yazık ki yasal açıdan doğru bir açıklama” olarak gördüklerini anlattılar, zira Türk kanunlarında cemevleri için yasal bir statü ya da fonlandırma yok. Yönetim Kurulu üyeleri tesis inşa etmek için izin almakta sıklıkla zorluk çektiklerine ve Diyanet’ten hiç hükümet fonu almadıklarına işaret ettiler. Dahası, Diyanet fonlarının cami inşaatında kullanılmasından, tamamen Alevi olan köylerde kurulan camilerin de buna dahil olmasından şikâyet ettiler. Böylelikle Alevilerin verdiği vergiler, Alevileri Sünni İslam’a döndürmek için kullanılıyor.
Erdoğan cemevini yıkmak istedi
Karacaahmet Sultan Derneği’nin (muhafazakâr Üsküdar mahallesinde kurulu ve beş binden fazla aktif üyesi olduğunu söyleyen yerel ve yerleşik bir bağımsız Alevi örgütü) Genel Başkanı Muharrem Eren, kendisinin ve takipçilerinin AK Parti’nin sorunlarına eğilmesini beklemediklerini Siyasi Müsteşar’a anlattı. Eren, İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde Başbakan Erdoğan’ın derneklerini “yok etmeye” çalıştığını ve bir seferinde cemevini yıktırmak için gece yarısı yıkım ekibi gönderttiğini iddia etti. Eren, Alevi dininin ve kültürünün korunmasının Atatürk’ün laiklik ilkelerinin katı biçimde uygulanmasına bağlı olduğu şeklindeki yaygın Alevi görüşünü vurguladı ve siyaseten CHP’ye sempati duymaya devam ettiğini söyledi.
Devlette çok mu varlar, yoksa az mı
ABD’nin İstanbul Başkonsolosu’nun bu telgrafı, yedibuçuk yıl öncesine ait de olsa, bir yandan Alevi çalıştayları yoluyla bir açılım yapma çabasının, bir yandan da bu çabayı yetersiz veya yanlış bulan Alevi dernekleri ile diğer çevrelerin itirazlarının sürdüğü günümüzde, Alevilikle ilgili meselenin ana başlıklarının nasıl hiç değişmediğini göstermesi bakımından çarpıcı.
Telgrafın, “Aleviler dezavantajlı mı” başlıklı bölümünde ise, yine güncel bir tartışma konusu olan devlet bürokrasisinde Alevilerin yeri ve etkisi ele alınmış:
Aleviler, nicedir Türk toplumunda liderlik pozisyonlarının dışında bırakıldıklarını ve askeriyede, hükümette ve yargıdaki yüksek pozisyonların kendilerine açık olmadığını öne sürüyorlar. Öte yandan, irtibatta olduğumuz anaakım Sünni Müslümanlar da Alevilerin askeriye, bürokrasi ve iş çevrelerinde orantısız biçimde çok temsil edildiği iddiasındalar. İslamcı Başbakan Erbakan, 1996-1997’de hükümetinin önde gelen üyelerini, Türkiye’nin “Suriyeleşmesine” (yani laikleşmesine) karşı konuştururken de, bu fikirle oynuyordu. Ancak Profesör Doğan, bize, cemaatinden devlet memuru olan kişilerin son zamanlarda Sünni dinî ibadetlere katılmaları yönünde baskı görmekten yakınmalarının kendisini rahatsız ettiğini söyledi. Ona aktarıldığına göre, AK Parti görevlisi olduklarına inandığı kişiler, bakanlıklara giderek daire başkanlarından düzenli olarak dua etmelerini ve camiye gitmelerini istiyorlarmış. Doğan’a göre, birkaç olayda da, Aleviler istifa etmek zorunda bırakılmışlar.
Kâfirler mi, yoksa manevi Sünniler mi
Telgrafın son bölümünde ise, Alevilerle AK Parti arasındaki büyük ayrılık tarif ediliyor ve AK Parti’nin Aleviler konusundaki ikircikli tutumu şöyle açıklanıyor:
Bazı AK Parti destekçileri, genel olarak dinî özgürlüğü (özellikle de Sünni İslamî dinsel ifadeyi ilgilendirdiği zaman) savunurken, Alevilere kâfir gözüyle bakıyorlar; diğerleri ise Alevilerin özünde Sünni olduklarını (sünnet olma ve gömülme merasimleri aynı), asi Sünniler olduklarını ya da salt bir kültürel grup olduklarını düşünüyorlar. Alevilerin alkol alması, Ramazan’da oruç tutmaması ve cemevlerinde Ali’nin resimlerinin yanına Atatürk’ün resimlerini asmaları, bu son görüşe ağırlık veriyor.
Güneydoğu Alevilerine bakış
ABD’nin gizli yazışmaları, diplomatların Alevilere genel bir merakın yanı sıra, bölgesel bazlı bir ilgiyle yaklaştıklarını da ortaya koyuyor. Yukarıda geniş alıntılar yaptığımız telgraf, İstanbul Alevileri’nin üzerinde dururken, 2 Ağustos 2005 tarihinde Ankara Büyükelçiliği’nin Washington’a gönderdiği ve Siyasi Müsteşar John Kunstadter’in kaleme aldığı anlaşılan “KİŞİYE ÖZEL” telgraf ise “Türkiye’nin Güneydoğusu: Alevi Toplulukları Daha Yüksek Profil Peşinde” başlığı altında, dikkatini tamamen Doğu’da yoğunlaştırıyor.
O dönem Washington’da, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki Türkiye Masası’nda görev yapan Baxter Hunt’ın 19 Temmuz 2005’te Adana’ya gelerek bazı Alevilerle görüştüğünü bu telgraftan öğreniyoruz. Hunt’ın muhataplarından birinin aktardıkları telgrafa şöyle yansımış:
Elazığ doğumlu olan bir Kürt (Zaza değil) Alevi kaynak, Çukurova bölgesinin Pir Sultan(Abdal Kültür) Derneği’nde ve eskiden de derneğin ulusal yönetim kurulunda etkin bir yetkili olarak kendi geçmişini anlattı. Devam eden cemaat tartışmasında kendisini bir modernist olarak gördüğünü söyledi. Alevilerin gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aracılığıyla ve AB’nin, katılım sürecinde Türkiye’ye doğrudan talepte bulunması suretiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ya lağvedilmesi ya da Türkiye’nin Alevilerini de kapsayacak şekilde değiştirilmesi yönünde ciddi istekleri olduğunu anlattı.
Biz kaç kişiyiz: On milyon mu, yirmi mi
Telgrafın bu bölümünde görüşleri aktarılan Alevi Kürdün “12 milyon Alevi nüfusu var” demesi üzerine, ABD Adana Başkonsolusu’nun 26 Temmuz 2005’te Diyarbakır’da görüştüğü bir başka Alevi kaynağın, “25-30 milyon Alevi var” dediği de aktarılıyor. Alevilerin kendi nüfuslarının, Sünnilerin iddia ettiği gibi altıyedi milyon olmadığına ilişkin görüşlerine yer veren telgraf, konuyu şöyle bağlıyor:
Ayrıntılı nüfus kütüklerine dayandırılan resmî ama gizli Türk Devlet rakamları, Türkiye’de yedi milyon Alevi’nin olduğunu gösteriyor.
Gençler İslam değil, hümanizm diyor...
Aynı telgrafın, Aleviler arasındaki kuşak ve etnik köken ayrışmaları üzerinde duran geniş bir bölümünü aktarıyoruz:
(Bu kaynak) ayrıca Alevi cemaati içinde gelişen ve Anadolu’ya özgü diye tarif ettiği, Alevi inancının İslamî cemaat içinde bir yeri olup olmaması konusundaki bir kuşak tartışmasını anlattı. Daha yaşlı, daha geleneksel Alevilerin, evlerinde Kur’an bulundurmasalar ve camiye gitmeseler de, Aleviliği hâlâ kökleri İslam’da olan bir inanç olarak gördüklerini söyledi. Ancak, mesela, neredeyse bütün Alevilerin, Dördüncü Halife Osman’ın (telgrafta böyle yazıyor ama Osman üçüncü halifedir) Kur’an’ın orijinal metnini değiştirdiğine inandıklarını ve bu nedenle Kur’an’ı ruhanî bir rehber kitap olarak kabul etmediklerini belirtti. Genç Aleviler, dedi, kendi Alevi inançlarını giderek artan biçimde hümanizm temelli görüyorlar ve “İslam’ın genel sınırlarına bağlı kalması ya da öncelikle dedeler (geleneksel Alevi cemaat liderleri) tarafından yorumlanması halinde bu inancın büyüyecek ve kendini ifade edecek bir yer bulmayacağını” düşünüyorlar. İrtibatta olduğumuz Alevi ayrıca, Alevilerin bazı ortak ve önemli ritüelleri yerine getirebilmek için en az on iki kişilik gruplara ihtiyaç duyduklarını, bunların da genellikle cemevinde gerçekleştirildiğini, sonuç olarak bireysel ibadet hakkının yanı sıra grup haklarına da ihtiyaç duyduklarını anlattı. Bu konuyu, 2004 sonunda Strasburg’da, Avrupa Konseyi’nin ve Avrupa Parlamentosu üyelerinin dikkatine getirdiğini söyledi.
Zaza Aleviliği ve Türkmen geleneği
Buna bir tür tezat oluşturan şekilde, Pir Sultan (Abdal Kültür) Derneği’nden Diyarbakır’da mûkim Alevi kaynaklar, Alevi inancı içinde varolduğunu kabul ettikleri bu tartışmaya bakışlarını bir ölçüde farklı ifadelerle dile getirdiler. 12 bin kadar aktif mensubu olan Diyarbakır Alevi cemaatinin, “Melekler Kültü” (Alevi inancında melekler önemli bir yer tutuyor. Aleviler, Tanrı’nın insanlara çeşitli bakımlardan hizmet etmekle görevli kıldığı çok sayıda melek ve evliya olduğuna inanıyorlar. Kürt Alevilerin zorda kaldıklarında yardıma çağırdıkları Hızır, Dersim’de neredeyse her dağın bir evliyasının bulunması, Cebrail’in Alevilerin sıkça adını andığı bir melek olması vb. yaşayan dinin bazı özellikleri Melekler Kültü’nün güncel çehresi sayılabilir.) Zaza Aleviliği ile Osmanlı’nın son döneminde, Birinci Dünya Savaşı öncesinde Diyarbakır’a ve güneydoğu Anadolu’ya göç eden Türkmenlerin uygulamalarına uzanan karışık kökleri olduğunu; birçok Alevi Kürdün, Kürtçenin Kırmançi lehçesini konuştuklarını ve ritüel geleneklerinin Batı Anadolu’da Türkçe konuşan mezhepdaşlarıyla benzeştiğini anlattılar. Hepsi de Diyarbakır’da bir cemevi olmamasından yakındılar ve Diyarbakır Belediyesi’nin 2003’te aldığı bir kararla kendilerine cemevi için arazi verilmesi öngörülürken, AK Parti döneminde valilikte çalışmaya başlayan Diyanet’e bağlı, yeni bir dinî faaliyetler imar kurulunun, burasının, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın değerlendirmesine göre Müslüman oldukları için, Alevilerin de serbestçe gidebileceği bir camiye uygun olduğunu savunarak, bu alanda inşaat izni verilmesine engel olduğundan şikâyet ettiler.
(Bu tartışma, söz konusu telgrafın yazımından beş buçuk yıl sonra halen çözüme kavuşmuş değil. Diyarbakır’da hâlâ cemevi yok... Buna karşın, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir 26 Aralık 2010’da Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin Aşure Günü etkinliğine katılmış ve 15 Ocak 2011’de Diyarbakır Cemevi’nin temelini atacakları müjdesini vermiş, hatta bu nedenle, dernek yöneticileri tarafından adı ‘Ali Osman Baydemir’ olarak anons edilmişti. Ancak Diyarbakın cemevinin temeli henüz atılamadı. Belediye yetkililerine sorunca “Proje tamamlanıyor, bu yıl içinde olacak” cevabını aldık. )
AKP marjinalize etmeye çalışıyor
Diyarbakır’daki “Pir Sultan”ın Zazaca konuşan Kürt Genel Başkanı, Kırmançi konuşan Kürt Genel Başkan Yardımcısı, Türkçe konuşan Türkmen sekreteri ve Türkmence ve Arapça konuşan bir dede, kendilerinin, “Başbakan Erdoğan’ın bizi zorlamaya çalıştığı asimilasyon politikasına karşı” daha sert bir çizgi izlediklerini söylediler. Erdoğan’ın geçmişte, Aleviliği dinî bir inançtan ziyade bir kültür olarak nitelendirdiğini hatırladıklarında tüyleri diken diken oluyordu ve AKP hükümetinin AB’ye verdiği, Alevilerden azınlık olarak söz eden raporu kınıyorlardı. Bir üye Hanefi Sünni olarak ibadet eden de çok Alevi olduğunu (gruptaki herkes bu konuda hemfikir olmadı) ama cami cemaati arasında Alevileri tek tek saymanın mümkün olmadığını savundu; herkes, AKP hükümetinin kullandığı dilin (raporda azınlık teriminin kullanılması kastediliyor), kendi cemaatlerini AB’nin ve diğer yabancıların gözünde marjinalize etme amacı taşıdığında anlaştı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın dağıtılması ya da yeni ve özerk bir Alevi kolunu da içine alması çağrısı yapan Cem Vakfı’ndan ayrı olarak, Pir Sultan Derneği’nin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın lağvedilmesinin ve Sünni imamlarla Türk devlet okullarındaki zorunlu din derslerine verilen desteğin son bulmasının gerisinde kalacak hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerini söylediler.
Alevi dedesine göre gençler ve Kur’an
Gruptaki dede, 1970 ve 1980’lerdeki sistemli devlet zulmü (bunu söylerken, 1993’te, Sivas’ta bir otelin kundaklanmasıyla öldürülen 37 Alevi aydınının resmini gösteren bir duvar afişini işaret etti)sebebiyle Alevi inançlarını saklamak zorunda kalan ebeveynlerinin yanında büyümüş olan bugünün Alevi gençliğinin, inançlarını Anadolu’da son yirmi-otuz yıl içinde mümkün olmayan bir enerjiyle keşfettiklerini ve Alevi kimlikleriyle gurur duyduklarını söyledi. Bununla birlikte, gelecek neslin, kan bağıyla belirlenen dedelerinin kimler olacağının hâlâ belirsiz olduğunu ifade etti. Alevi gençliğinin, Alevilerin masasında Kur’an’ın yeri olup olmadığını (daha yaşlı Alevilerin, Kur’an’ı dinî köklerinin bir unsuru olarak kabul ettiklerini ama belirleyici bir unsur saymadıklarını söyledi), İslam’ın İslam’ın geleceğini nasıl sınırlayabileceğini (telgrafta bir hata sonucu böyle yazılmış gibi görünüyor, doğrusunun ‘İslam’ın Aleviliğin geleceğini nasıl sınırlayabileceğini’ olması kuvvetle muhtemel), ve Alevilerin Türk hükümetinden kesin olarak tanımlanmış dinî haklar talep edip etmemesi ve edecekse bunu nasıl yapması gerektiğini aktif biçimde tartıştıklarını anlattı. Dede, Sünni Hanefi geleneğine fazlasıyla gömülmüş olan mevcut AKP hükümetinin “asimilasyon” politikasını yumuşatacağı konusunda iyimser olmadığını söyledi: Alevi kutsal metinlerinin (telgrafın orijinalinde “stricture” kelimesi kullanılıyor, bu kelime “daralma” anlamına gelir, biz burada kullanılmak istenen kelimenin “kutsal metin” anlamındaki “scripture” olduğunu düşünüyoruz) ve adetlerinin (müziğin, özellikle de lut benzeri bir çalgı olan sazın kullanımı gibi) bağımsızlığı, cinsiyet eşitliği, geçmişte Atatürk’e verdiğimiz destek ve cami yerine cemevlerini kullanmamız nedeniyle bizi kabul edemiyorlar.
Anadolu Alevileri Avrupa’ya bakıyor
Adana’daki muadilleri gibi Diyarbakır’daki Alevi grupları da, giderek güç kazandıkları hissinde olduklarını anlattılar; bu his öncelikle, şimdi Batı Avrupa’da yaşayan ve bir bütün olarak Aleviliğin müstakbel çizgisi konusundaki tartışmayı yakından takip eden ve bu tartışmaya aktif katılım gösteren, farklı geleneklere mensup Anadolu diasporası Alevilerinden kaynaklanıyordu. Bu grupların, onlara önlerindeki değişim potansiyeli ve Anadolu’da dinî özgürlüğü savunmak için AB hükümetleriyle birlikte çalışmaları halinde elde edebilecekleri özerklik konusunda da içgörü sağlıyordu. Bu farkındalık, hem onların algıladıkları Sünni zulmü karşısındaki kararlılığını güçlendiriyor hem de cemaatleri için, Anadolu’daki Sünnilerin hoşgörmeye razı olduğu sınırlardan ziyade, kendi potansiyeline dayanan bir yol çizmeye yönelik ilgilerini ve enerjilerini canlandırıyordu.
Hak taleplerine yakından takip
ABD’nin Türkiye’deki diplomatlarının merkezlerine yazdığı “Alevi” konulu kriptolarda, bu topluluğun dinî hak ve özgürlük taleplerine güçlü bir destek ifadesinin yanı sıra, Türkiye’deki haliyle laiklik uygulamasının ve devletin tam bir dinî çoğulculuğa imkân vermeyen politikasının eleştirisine de yer veriliyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayımladığı “Uluslararası Dinî Özgürlük Raporu”nun Türkiye bölümünde son halini bulan ifadeleri içeren telgrafları burada tek tek aktarmayacağız. Ancak zorunlu din derslerinin kaldırılması ya da cemevilere ibadethane statüsü verilmesi gibi taleplerin, son yıllarda, ABD’li diplomatlar tarafından bire bir izlenerek, bu yöndeki her türlü etkinliğin Washington’a ayrıntılı biçimde iletildiğini birkaç örnekle anlatabiliriz.
Mesela, ABD İstanbul Başkonsolosu David Arnett 28 Temmuz 2005 tarihli “KİŞİYE ÖZEL” telgrafını, Cem Vakfı’nın zorunlu din derslerine karşı ve Alevilere devletten fon sağlanmasından yana dilekçelerini, Başbakanlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’na vermesine ayırmış. Telgrafta ayrıca, Alevilerin kimlik algısına ilişkin bir araştırmanın sonuçlarına yer verilerek, cemaat içinde kendilerini “sadece Alevi” ve “Müslüman ve Alevi” diye tanımlayanlar olduğu gibi, “Kızılbaş” ve “Bektaşi” diye tanımlayanlar olduğu da not ediliyor.
Bugün cemevleri yarın kimbilir ne
Arnett’in telgrafının en sonundaki “YORUM” bölümünün bir kısmını aktarıyoruz:
Radikal Sünnilerin, Alevilerin Müslüman bile olmadıklarına inanmasının ötesinde, ortada idari sorunlar da var. İbadet yerlerinin finanse edilmesi meselesi, Türkiye’nin dinî bürokrasisinin, eğer bugün cemevlerini tanırsa, yarın daha da ileri gidip başka yerleri de tanıması gerekeceğine ilişkin korkusunu açığa çıkarıyor. Kimin ne olduğu konusunda güvenilir istatistiklerin ve fonlanmaya değer bir dinin ne olduğu konusunda bir konsensüsün olmadığı bir ortamda, bu konulara orantısal bir yaklaşımın da (farklı mezhep ve cemaatlerin nüfusuna oranlı bir yaklaşım kastediliyor) ilerleme sağlamadığı görülüyor. Ancak Türk hükümeti, AB sürecini devam ettirirken, geçen ocak ayında, Diyanet’in yazdığı ve, nüfusun onda birinin ibadet ettiği cemevlerinin, “İslamî prensipleri ve Türk yasalarını ihlal ettiğini” öne sürdüğü mektuptakinden daha iyi bir çözüm bulmak zorunda. (Burada sözü edilen mektup, Diyanet’in Ocak 2005’te İstanbul Sultanbeyli’de bir cemevi inşa etme girişimi konusunda, ilçe yetkililerine gönderdiği mektuptur. ABD’nin Kasım 2006 tarihli Uluslararası Dinî Özgürlük Raporu’nda da bu mektup eleştirilmiştir.)
Zorunlu din dersine karşı net tavır
ABD’nin, Alevilerin hak taleplerini yakın takibini örneklemeye devam edersek, 10 Temmuz 2006’da Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Janice Weiner’in kaleme aldığı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafta, Alevi bir velinin çocuğunun zorunlu din dersinden muaf tutulmasına ilişkin başvurusunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce incelemeye alınmasının ve hükümetin olaya gösterdiği sert tepkinin ayrıntılarıyla aktarıldığını görüyoruz. Gerek bu telgrafta, gerekse ABD’nin Ankara Büyükelçiliği yetkililerinin Hacı Bektaş Şenlikleri’ne bizzat katılarak, geniş bir çevreyle yaptıkları konuşmaları aktardıkları 22 Ağustos 2007 tarihli gizlilik statüsü taşımayan bir başka yazışmada, zorunlu din derslerinin seçmeli hale getirilmesi talebine destek ifadeleri var.
31 Aralık 2007’de İstanbul Başkonsolosu Sharon Wiener’in kaleme aldığı “KİŞİYE ÖZEL” kriptoda ise, 9 Ekim 2007’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Alevi bir yurttaş olan Hasan Zengin’in kızı Eylem’in din dersinden muaf tutulmasıyla ilgili davada, Türk hükümetini kusurlu bulmasının Alevi cemaatinde yarattığı “umut” ABD’li diplomatça paylaşılıyor. Telgrafın, zorunlu din derslerinde değişikliğe gidilmesinden yana çıkarken, bunun siyasi sonuçlarını da değerlendiren son bölümü ise özellikle çarpıcı:
(Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin) 2’nci maddesine tam bir uyum sağlamak, bütün inançlardan Türkleri kapsayacak bir çözümle mümkün: Mevcut müfredatı koruyacak ama Sünnilik dışında bir mezhebe mensup olmadıklarını kanıtlama zorunluluğu aranmaksızın isteyen herkese muafiyet hakkı sağlayacak bir çözüm; ya da müfredatta önemli değişikliğe giderek tek bir inanca ilişkin (olumlu ya da olumsuz) her türlü önyargıyı ortadan kaldıracak bir çözüm. İkinci çözümün benimsenmesi, hükümetin dinî eğitim üzerindeki denetimini etkileyebilir ve devletin ilk ve ortaokullarındaki din eğitiminin hafifletilmesi üzerine, bazı Sünnilerin alternatif olarak özel din eğitiminin yollarını aramasına yol açabilir. İslam kökenli AKP’nin “gizli gündem” sahibi olduğundan şüphelenenler, Diyanet’in yakın takibiyle düzenlenmekte olan mevcut, gönüllü katılım esasına dayalı ve ders-dışı Kur’an kurslarına devam koşullarının ve yaşının serbestleştirilmesine yönelik her türlü girişimi yakın takibe alacaklardır.
Alevi açılımına destek ve şüpheler
Yukarıdaki satırlardan on bir ay sonra, ABD’nin Ankara’daki Siyasi Müsteşarı Daniel O’Grady’nin yazdığı, 5 Eylül 2008 tarihli “KİŞİYE ÖZEL” telgraf, “Aleviler Türk Hükümetinin Dinî Eğitim Konusundaki Politikasını Protesto Ediyorlar” başlığını taşıyor ve bu kriptoları birarada okumak, Alevilerin taleplerinin, verilen cevapların ve bu cevaplara ilişkin diplomatik yorumların uzun bir süre “zaman donmuşçasına” aynı kaldığını düşündürüyor. Buzların kırılıp, Amerikan telgraflarında “değişim umudu”ndan söz edilmeye başlanması, AKP’nin “Alevi açılımı” ile oluyor. 17 Kasım 2008’de yine O’Grady, “AKP Alevi açılımıyla flört ediyor” başlıklı bir kripto yazmış. Gerçi kriptoda, AKP’nin iyiniyetinden ve gereken reformları yapabileceğinden kuşku duymayı sürdürdüklerini ve açılımı, Mart 2009 yerel seçimlerine yönelik bir oy toplama yatırımından ibaret gördüklerini ifade eden Alevi temsilcilerinin yorumlarına geniş yer verilmiş ama ABD’li diplomatların bütün bu eleştirilere rağmen, Alevi açılımının ardındaki niyete olumlu baktıkları da söylenebilir. Nitekim, aradan on üç ay geçtikten sonra, 14 Ocak 2010’da İstanbul Başkonsolosluğu’ndan yazılan “Alevi Açılımı Alevilerin Kuşkuculuğuyla Karşılandı” başlıklı, gizlilik statüsü taşımayan telgrafta önce muhtelif Alevi örgütlerinin eleştirileri sıralanıyor, sonra şu yoruma yer veriliyor:
AKP Ulusal Birlik Projesi kapsamında ülke çapında birçok topluluğa (Kürtlerden Rum Ortodokslara ve Alevilere kadar) el uzatmaya çok niyetli görünse de, Türk hükümetinin bu konularda yaptıkları Alevilerin desteğini kazanmaya yetmedi. Eğer AKP, bu çabaların karşılığını seçimlerde görmek istiyorsa, verdiği sözlerin bir bölümünü ve kısa bir süre içinde yerine getirmek zorunda.
Telgrafın en son cümlesi ise, AKP’ye Aleviler özelinde çarpıcı bir mesaj içeriyor:
Çoğu kişinin, AKP ile yatağa girdiğini (“aynı safta olduğunu” anlamında) düşündüğü Ehl-i Beyt dışındaki Alevi örgütleriyle angajman eksikliği “Alevi Açılımı”nın başarılı olmasını engellemeye devam edecek. Alevi gruplarının bu çalıştaylara katılımının sağlanabilmesinden önce, AKP samimiyetini kanıtlamak için çok çalışmak zorunda –bunu da muhtemelen sözlerle değil eylemleriyle yapması gerekiyor.
En uygun siyasi partiyi ararken
“WikiLeaks Belgeleri” arasından seçtiğimiz “Alevilik ve Aleviler” konulu kriptolar derlemesini, Alevilerin siyasi tercihleri ve oy kullanma davranışlarına Amerikan bakışını yansıtan birkaç örnekle bitireceğiz. Son on yıl içinde ne zaman bir genel ya da yerel seçim olmuşsa, Amerikalı diplomatların bunun hemen öncesinde, mutlaka “Aleviler ne yapacak, kime oy verecekler” sorusuna yanıt arayan telgraflar yazdıkları görülüyor. O telgraflar arasında, Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Janice Weiner’in 24 Mayıs 2007’de kaleme aldığı “Alevi Grupları Seçim Seçeneklerini Tartıyor” başlıklı “KİŞİYE ÖZEL” bir kriptonun sonundaki yorum cümleleri, farklı zamanlarda yazılmış benzer telgraflardaki yorumların da iyi bir özeti:
Merkez-sağ partilerin, Alevilerin uzun zamandır gündemde tuttukları spesifik taleplerini karşılamaktan uzak kalması bekleniyor; AKP ise birçok Alevi tarafından aforoz edilmiş bir parti. Sonunda, Aleviler muhtemelen yine geleneklerine sadık kalarak CHP gibi bir anaakım merkez-sol partiye oy verecekler.
Birkaç ay sonra ve genel seçimlerden sadece dört gün önce, 18 Temmuz 2007’de yine Weiner’ın yazdığı telgrafın başlığı bu son cümleyi teyit ediyor: “Alevi Gruplar CHP’yi Parlamento Seçimlerindeki En Az Kötü Seçenek Sayıyorlar.” Velhasıl, “Aleviler CHP’ye oy verir” klişesi, ABD’li diplomatlar nezdinde bir klişeden ziyade, sınanmış ve gerçeklik payı yüksek bir gözlem olarak kabul görüyor. Bununla birlikte, “en az kötü seçenek” vurgusu dikkat çekici, zira 14 Aralık 2009’da yine Wiener’ın yazdığı bir başka “KİŞİYE ÖZEL” telgrafın başlığı: “Aleviler Partisiz.” Bu telgrafta, CHP’nin Aleviler için her zaman “ehven-i şer” olmasına karşın, özellikle CHP eski Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in 11 Kasım 2009’da Meclis’te “Dersim isyanında, Kıbrıs’ta analar ağlamadı mı? Kimse analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım dedi mi” şeklinde Dersim katilamına sahip çıkar sözlerle konuşmasının, Alevilerde yarattığı rahatsızlık üzerinde duruluyor ve Alevi taleplerini gerçekten destekleyen bir siyasi partinin eksikliğinden söz ediliyor. “Epeyce şizofren bir damat durumunda olan, kendi içinde çoksesli Alevi topluluğu için uygun bir gelin aranıyor” ifadesini kullanan Wiener, şu yorumla bitiriyor:
Aleviler, Türkiye’nin siyasi parti seçeneklerinden memnun olmayan ve bir sonraki seçimlerde kapanın elinde kalacak laikçi eğilimli, liberal bir seçmen grubu oluşturmayı şimdilik sürdürüyorlar.
AKP’nin Alevi çalıştaylarının geldiği son nokta ve CHP’de Kemal Kılıçdaroğlu’nun başa geçmesinin, Amerikalıların bu yorumunu değiştirmiş olması mümkün ama ne yazık ki bu konuda ipucu içerebilecek yeni telgraflar “WikiLeaks Belgeleri” arasında yer almıyor.
© Tüm hakları saklıdır.