Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin ile ilgili olarak "Bir materyalist olduğunu söylemek zordur. Ateist olduğunu söylemekse imkânsızdır.
Darwin, dindar ve 'dürüst' bir bilim insanıydı. Bu yüzden ne bulgularını inancına kurban etti, ne de inancından vazgeçti" dedi.
Tayfun Atay'ın "Darwin ve din" başlığıyla yayımlanan (16 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Dan Brown’ın bu ayın başında çıkan yeni romanı “Başlangıç”, Frankfurt Kitap Fuarı’nda yazarın katıldığı basın toplantısıyla tartışmaya açılmış. Dün, Ertuğrul Özkök de Brown’la yaptığı röportajı sundu köşesinde.
Tanrı, dinler, yaratılış, evrim gibi birbiriyle hayli gerilimli titreşim içindeki kavram, kurum ve kuramlar üzerinden şekillendiği, dolayısıyla elbette “çok-satacak” romanı henüz okumadım ama ilk fırsatta okuyup değerlendirme yazmak istiyorum.
Özkök’ün röportajına bakılırsa roman, Tanrı inancını sorgularken evrim kuramını savunan bir mesaj vermekte. Brown’a romanda “Darwin’in Evrim Teorisi”ni sıkı bir şekilde savunduğunu belirtip bir soru yöneltiyor o…
Bir de “Ölüm döşeğine geldiğinizde rahip çağıracak mısınız” şeklinde, kendince “kritik” saydığı bir soru sormuş. Brown’ın cevabı, “Yanıma gelecek bir rahip bulunacağını sanmam” şeklinde…
Bu cevap beni toprağı bol olasıca Darwin’in son nefesi noktasında rahiplerle ilişkisini hatırlamaya sevk etti!..
***
Darwin’in evrimsel biyoloji çalışmalarına yapmış olduğu dönüştürücü katkı doğrultusunda, dinsiz, ateist ve materyalist olduğu ileri sürülerek dinsel bir lânetlemeye uğratıldığına hep şahit oluruz.
Bu yanlış mı yanlış bir kanaattir.
Sıkı Protestan olan Darwin’in doğa bilimci olarak sergilediği performansta dahi dinsel bir itki ve hareket noktası belirleyicidir.
“HMS Beagle” gemisiyle beş yıl sürecek (1831-1836) dünya yolculuğuna gözlemci olarak katıldığında o, kendince “Kutsal Kitap”taki “Yaratılış” bahsini belgeleyip doğrulayacak bir araştırma yapma amacındaydı.
Ancak gezi boyunca yaptığı gözlemler, “Kitap”ı doğrulayan değil, onunla çelişen sonuçları önüne koyduğunda Darwin, ciddi bilişsel-varoluşsal sarsıntı geçirmiş ve bir iç-hesaplaşma yaşamıştır.
Bunun sonucudur ki araştırmadan çıkan bulguları ancak 20 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra (bazı zorlayıcı etkenler sonucu) 1859’da yayımlayabilmiştir. Hâlbuki kuramsal çerçeve 1839’da hazırdır.
***
Darwin, bilimsel bulguları ile dinsel inancı arasında sıkışıp kaldı.
Sıkışıklığı aşabildiği noktada da kendince bir “ara formül” bulmuş gibidir. “Türlerin Kökeni” ile Kutsal Kitap’taki anlatıyı sarsıntıya uğratırken bile “Tanrısal irade”yi hiçe saymama çabası sergiler. Bakın, evrim teorisinin en temel dayanağı sayılan bu kitap nasıl bir cümle ile bitiyor:
“Yaradanın başlangıçta bütün özünü birkaç ya da bir biçime üfürdüğü yaşamı böyle anlayan ve böylesi basit bir başlangıçtan en güzel, en olağanüstü biçimlerin türemiş ve türemekte olduğunu kavrayan bu yaşam görüşünde gerçekten yücelik vardır” (“Türlerin Kökeni”, Çev. Ö. Ünalan, Onur Yayıncılık, 1984, s. 474).
Görüldüğü üzere Darwin, Tanrısal yaratılışla doğal türleşmeyi buluşturmuş, kendince adeta “teistik bir evrim” görüşüne işlerlik kazandırmıştır.
***
Dahası var: Biz hep dinsel öğretiyi zaafa düşürdüğü için Darwin’i lânetleyen kilise babalarının isimlerine aşinayızdır. Britanya Bilimler Akademisi’nde Darwin’i savunan bilimci Huxley’e, “Baban maymundu da anan neydi” demeye getiren Piskopos Wilberforce gibi…
Hâlbuki Darwin’i heyecan ve ilgiyle karşılayıp olumlamış rahipler de vardır. Mesela İncil’in yorumlanmasında dönemin önde gelen din adamlarından biri olan Hort, Türlerin Kökeni’ni kastederek “Darwin’i okudunuz mu?! Karşı çıkmayı hemen hemen olanaksız buluyorum. Her şey bir yana, böyle bir kitabı okumak insana çok şeyler öğretiyor” demiştir.
Demek ki Darwin inancın dışında olmadığı gibi, dönemin din adamları da topyekûn onun karşısında değildir.
***
Darwin’in bilimsel ve kuramsal katkısının materyalist temelde yorumlanması elbette söz konusu olabilir. Ama Darwin’in bir materyalist olduğunu söylemek zordur.
Ateist olduğunu söylemekse imkânsızdır.
Darwin, dindar ve “dürüst” bir bilim insanıydı. Bu yüzden ne bulgularını inancına kurban etti, ne de inancından vazgeçti.
Ve öldüğünde de Westminster başrahibinin onayıyla Londra’da Westminster Katedrali’nin bahçesinde, kurumsal ve “kurgusal” temellerini bir hayli sarsmış olduğu anlayışın bağrında toprağa verildi!..