Magazin

'Çuvallardım'

Cem Davran 23 Ekim'de gösterime girecek olan 'Melekler ve Kumarbazlar' filminde rol alıyor.

14 Eylül 2009 03:00

Deprem yüzünden hayatları altüst olan beş arkadaşın öyküsünü anlatan 'Melekler ve Kumarbazlar' filmi için "Tüyler ürpertici bir hikaye" diyen İrem Altuğ'a partneri Cem Davran destek verdi: Senaryo çok güzel, ayrıca müthiş bir oyunculuk resitali var. Eğer iki yıl dizilere ara vermeseydim, çuvallardım!

1999'daki Adapazarı depreminden sonra beş arkadaşın yaşadığı travmayı anlatan 'Melekler ve Kumarbazlar' filminde başrol oynayan Cem Davran ve İrem Altuğ, bu projenin gerçek bir öyküye dayanmasının kendilerini cezbettiğini söyledi. 23 Ekim'de gösterime girecek yapımın, deprem filmi olmadığını vurgulayan Davran, "Son zamanlarda okuduğum en güzel senaryo. Ayrıca filmde müthiş bir oyunculuk resitali var" dedi.

* 'Melekler ve Kumarbazlar'da canlandırdığınız 'Şehsuvar' karakterinin açılımını yapar mısınız?
Cem Davran: Film beş arkadaşın yaşadığı bir taşra öyküsü... Benim canlandırdığım 'Şehsuvar' bu beş arkadaştan biri. Tanrı bir sınav parçası gönderip, onlara trajik bir deprem deneyimi yaşatmış. Bu da son nokta olmuş hayatlarında. Bundan sonra artık hepsi 'var' ya da 'yok' olma kararını verecek. Film, İngilizler'in 'Gerçek olamayacak kadar iyi' sözünün tam karşısında duruyor ve 'Gerçek olamayacak kadar kötü' durumlara işaret ediyor. Ağırlıklı olarak filmde bir sıkışmışlık duygusu ve yalnızlık var. Biraz erkek ağırlıklı bir hikaye ama böyle hikayelerin baş kahramanları kadınlardır. Burada da ana karakter 'Zeynep.' 'Melekler ve Kumarbazlar gerçek bir hikayeden sinemaya uyarlandı. Yani yönetmen Ertekin Akpınar'ın tanıdığı karakterler bunlar. Filmde olmamın sebebi de yönetmenin hikayeye bakış açısıydı.

10 yıl sonrayı anlattık

* Bu tam anlamıyla bir deprem filmi değil, doğru mu?

Cem Davran: Evet, filmde depremden on sene sonrasını anlatıyoruz. Depremle direkt olarak hiçbir ilgisi yok. Ama depremden hiç bahsetmeden bu hikayeyi anlatmak mümkün değil. Bu gerçeği yok sayamazsınız. Adapazarı'na gidip bir gün kalın, siz de yok sayamazsınz. Bu film için Adapazarı'nda uzun süre kaldık. Birçok insanla tanıştım. Gerçekten de bu filmdeki duygu çoğunda hâlâ var.

* Filmi kabul etmenizdeki en önemli faktör nedir?

İrem Altuğ: Gerçekten çok tüyler ürpertici bir hikaye. Okuduktan sonra bunun gerçek olması da bana çekici geldi. Hikayeyi çok sevdim. Ertekin Bey'in yaklaşımı, hikayenin içinde olması, olayları yaşaması filmi çok samimi ve gerçekçi kılıyor.

C.D.: Ben bu kulvara girecek iki film çektim; biri 30 sene önce 'Yusuf ile Kenan' diğeri de 'Balalayka'. Bu iki film arasında hep komedi çektim. 'Melekler ve Kumarbazlar' filminde rol alabilmek için diğer kulvardan dört-beş filmi geri çevirmek zorunda kaldım. Çünkü son yıllarda okuduğum en güzel senaryoydu. Ayrıca müthiş bir oyunculuk resitali var filmde. 'Oyunculuk gerçekte nedir?" diye merak edenlere ya da konservatuvar öğrencilere izletilmesi gereken bir film... Antalya Film Festivali'ne katılmayacağız bunun için üzülüyorum ama bütün yurtdışı festivallere gideceğiz. Bu hikayeyi dünyada ne kadar çok insanla paylaşırsak o kadar iyi!

* Siz rolünüzü biraz anlatır mısınız İrem Hanım?

İ.A.: Hepsinin hayatları deprem felaketiyle bir şekilde parçalanmış ve hepsi yalnızlaşmış. 'Zeynep' de o karakterlerden biri. Bu felakette her şeyini kaybetmiş. Diğerlerinden daha da yalnız, daha içine dönük. Hayatta tutunacak hiçbir şeyi kalmamış.

* Filme hazırlanmak sizin için zor bir süreç miydi peki?

İ.A.: Karakterlerin gerçek olması nedeniyle "Onların duygusuna nasıl yaklaşabilirim?" diye çok düşündüm. Ertekin Bey de bu çalışmaya çok ortak oldu. Senaryoyu defalarca birlikte okuduk, karakter çözümlemeleri yaptık.

* Cem Bey çok magazinel ve renkli bir vizyonunuz varken artık neden daha sade olmayı tercih ettiniz?

C.D.: Çocukken kendimi şehir tiyatrosunda; aktörlerin, dekorların içinde oynarken hayal ederdim. Bundan 15 sene önce bu hayalim gerçekleşti. İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda başrol oynuyordum. Sonra özel TV'ler çıktı ve bir anda popüler oldum. Bu süreçte direksiyon sizin elinizde olmuyor. O dönemlerim, popüler olma haline uyum sağlamakla geçti. Çok güzel şeyler de yaptım. Asıl şimdi ben oluyorum gibi geliyor. Ama hep yüreğimin götürdüğü yere gidiyorum.

Ben 'Recep İvedik'i beğendim

* Peki yüreğiniz televizyon dizilerinden yana değil mi artık?

C.D.: İki yıldır dizi çekmiyorum. Uzun bir süre de yapmayacağım. Oyunculuğu sinemada ve tiyatroda yapacağım. Beş yüz küsur bölüm dizi çekmiş bir insanım ben. Ama dizi oyunculuğu aktörlüğü çok tüketiyor. İki sene dinlenmeseydim bu filmde çuvallardım. Ama sunuculuğu seviyorum. Televizyondaki oyunculukla ilgili sorunlarım var. Tiyatroda ve sinemada kendimi daha rahat ifade ediyorum.

* Yeni dönem komedi filmlerini nasıl buluyorsunuz?

C.D.: Bence komedi en ciddi iştir! Bana hocalarım böyle öğretti en azından... Çoğumuz deneme yanılma yönetmiyle yol alıyoruz aslında. Ama mesela 'Kahpe Bizans'ın komedi bakışını beğeniyordum. Ezber bozan bir tarafı vardı. Son dönemde yapılanlara bakınca; 'Recep İvedik'i çok beğendim örneğin. Bunu söylediğim için belki kızacaklar bana bana ama o karakterle kendi hayatımda pek çok kez karşılaştım. Şahan Gökbakar kafası çalışan bir çocuk. Elbet bir gün beğenmeyenlerin de beğenebileceği bir film çekecektir. Gelişmek için çelişmek gerekiyor, çelişmeye de şans vermek gerek. Komedinin denemelere çok ihtiyacı var, kendi AR-GE'sini yapması lazım. İnsanlar dramatik sinemada masaüstünde günlerce çalışıyor ama bence komedinin masaüstü çalışması Türkiye'de biraz eksik.

Şener Şen gibi yaşlandıkça ben de dramaya yöneliyorum!

* Bir sürü komedi filminden sonra nasıl bu kadar sert bir dramayla sinemaya geri döndünüz?


C.D.: Ben bir aktörüm! Tiyatroda senelerce klasiklerde oynadım. Popüler kimlikte ister istemez komedi ön planda yer aldı. Şener Şen'in de eski filmlerine baktığınızda yüzde 80'i komedidir. Bu bence aktörlük serüveniyle ilgili bir şey. Ben de şu an 45 yaşındayım ve yavaş yavaş böyle dönüşümler yaşıyorum. Ama seneye kısmetse yine aynı ekiple bu kez komedi çekeceğim. Biz yönetmenle tanıştığımızda aynı soruyu ben de ona sordum: "Şehsuvar için neden beni istiyorsun?" Şöyle dedi: "Bir filmini izledim ve yüzündeki hüzne talibim." 'Balalayka' filminden bahsediyor.

Ben bir aktörüm

* Sizce yönetmenin, komedyen kimliğiyle tanınmış bir oyuncuyla drama çekmesi riskli değil mi?
C.D.: Yönetmenimize sorman lazım aslında ama ben olaya şöyle bakıyorum: Hayat kimi zaman trajiktir kimi zaman da çok komiktir. Dolayısıyla hayat zaten trajikomik bir durumdur. Yere düşen için trajik, görenler için komiktir. Ben hayatı genelde böyle algılıyorum. Bunlar dışında ben aktörüm! Yemin ederim 'Şehsuvar' oyunculuktaki ilk yıllarımda heyecan ve amatörlükle çalıştığım iki-üç karakterden biridir. Öte yandan hiçbir karaktere ve senaryoya 'Şehsuvar' kadar uzun çalışmadım. Bu filmde oynarken kendimden vazgeçtim çünkü seyrciye çok özen gösterdik.

Doğanın karşısında herkes eşit!

* Filmdeki aşk 'Şehmuz' ve 'Zeynep' arasında mı geçiyor?


C.D.: Aslında şöyle; 'Zeynep'le 'Şehsuvar' nişanlı ama ilginç bir hayat hikayeleri var. 'Zeynep' hayatının erkeğini on yıl önce depremde kaybetmiş. O kaybettiği adam da 'Şehsuvar'ın canı gibi sevdiği biri... Fakat sonra 'Zeynep' ve 'Şehsuvar 'nişanlanmış. Ama biz onları filmde sadece bir kez yan yana göreceğiz. 'Zeynep', 'Şehsuvar'ın hayatındaki en önemli insan ama en önemli kadın değil. Filmde aslında en büyük trajediyi onlar yaşıyor ama ayakta kalan yine ikisi oluyor.

* Filmden sonra kendi hayatınıza bakıp neler düşündünüz peki?

C.D: İnsanın başına "Bana asla uğramaz" dediği şeyler gelebiliyor. Kanser konuşulurdu mesela ve ben "Bize asla uğramaz" derdim. Ama babam altı yıl önce kanserden öldü. Şu sonucu çıkarmıştım: Ben ayrıcalıklı değilim. İnsanlar daha uzun, daha kısa, daha zengin olabilir ama doğa karşısında herkes eşit.

Hem yönetip hem oynamak istemem!

* Yazarak, yöneterek ve oynayarak sinemada daha çok söz sahibi olmayı düşünmediniz mi?


C.D: Yazıp, yönetip, oynamak son dönemin modası oldu. Benim de onlarca senaryom, çekmeyi düşündüğüm filmler var. Ama ben bir alanda uzlaşmaya inanırım. Bugün yönetmenlik yapmaya kalksam, yapabilirim de! Tekniğine, kameraya, açısına yani işin matematiğine hakimim ama bu alanda uzmanlaşmadım. Ben 32 sene boyunca kendimi yönetmen olarak donatmadım. Tabii ki yazıp yönetip oynayan insanların da şevkini kırmak istemiyorum. Ama kendi adıma oyunculuk kadehinin en güzel yudumlarındayım şu an... Oyuncu olarak söyleyecek yüz binlerce sözüm varken yönetmenlik tarafına geçmek bana da, insalara da hakszılık gibi geliyor. Ölene kadar aktörlük yapmaya devam edeceğim. 22 yaşında 'Romeo' oynarsınız ama 22 yaşında 'Romeo ve Juliet' yönetemezsiniz. Yönetmenlik başka bir donanım gerektirir ve yaş çok önemlidir.