Gündem

"Cumhuriyet’in 94’üncü yılında Türkiye İran olur mu?"

"Bu ters yönde çabalar olacak, ama..."

29 Ekim 2017 11:57

Cumhuriyet yazarı Emre Kongar, 29 Ekim 1923'te kurulan ve bugün 94. yılı kutlanan Cumhuriyet'in yıl dönümünde "Türkiye İran olur mu?" diye sordu. Kongar, köşesini Prof. Rona Aybay'a bırakarak sorusunu yanıtladı.

Kongar'ın "Cumhuriyet’in 94’üncü yılında: Türkiye İran olur mu?"  başlığıyla (29 Ekim 2017) yayımlanan yazısı şöy

Ne yazık ki, Türkiye’de, Cumhuriyet’in kuruluşundan 94 yıl sonra, ülkeyi “Çağdaş Demokratik Cumhuriyet” yapısından geriye, Tek AdamRejimi’ne ve Din/Tarım toplumu değerlerine götürmek istediği için, haklı olarak “Karşıdevrim” denilen süreç, Parlamenter Demokrasi’yi de rafa kaldırmış olarak bütün hızıyla devam ediyor: 
Peki, bu süreç nereye kadar sürer... 
Örneğin Türkiye İran olur mu? 
Bugün bu konuda yazmaya hazırlanırken Prof. Rona Aybay’ın mektubunun, yayımlamamış olduğum ikinci bölümü dikkatimi çekti. Baktım, benim söyleyeceğim şeyleri çok güzel ifade etmiş. Bu nedenle sütunumu bütün okurlarımın Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayarak ona bırakıyorum.

***

Gündelik konuşmalarda da sıkça sorulan bir sorudur bu: “Türkiye İran olur mu?” 
Bu noktada, AKP/Erdoğan iktidarının, senin deyiminle “Dinci Oligarşi”yi (Ş.Mardin’in eksik nitelemesiyle “mahalle baskısını”), yukarıdan aşağıya, doğrudan siyasal baskı yoluyla kurmasına dikkat çekmen çok yerinde bir saptama. 
Ancak bu açıdan İran’la Türkiye arasında bir karşılaştırma yapılırken kanımca gözden uzak tutulmaması gereken önemli bir nokta var. 
Nasıl, Osmanlı’ya son verilerek kurulmuş Atatürk Türkiye’si, “bağımsızlık” açısından Osmanlı’yla karşılaştırılamayacak kadar çok daha “bağımsız” idi ise; Humeyni sonrası İran da, Şah döneminden çok daha “bağımsız”dı. 
Ancak bu noktadan sonra, Atatürk ile Humeyni rejimi arasında benzerlik değil konumuz açısından tam bir karşıtlık vardır: Atatürk, “aydınlanmacı” felsefeyi benimseyerek “tebaa” yerine “yurttaş”ı getirecek bir eğitimöğretim ve kültür çizgisi geliştirirken; İran’da bunun tam tersi bir dinsel baskı egemen olmuştur. Bunda, “Dinci Oligarşi”nin İran toplumunda geleneksel olarak daha yerleşik bir konumda olması da, Humeyni ve ardıllarının işini kolaylaştırmıştır. Böylece, İran’da Dinci Oligarşi “ulusalcı” ya da “ulusal” bir niteliktedir. 
Türk toplumunun geleneği ise, kanımca “Dinci Oligarşi”nin kurulmasını İran’a oranla daha zor hale getiren bir öğedir ve bunun sonucu olarak laikliğin toplumca kabulü görece kolay olmuştur. Kanımca gözden kaçırılmaması gereken bir olgu vardır: Türkiye’de, bağımsızlık ve laiklikbirbirine bağlı olarak gerçekleşmiştir. 
1945 yılına kadar süren bu gelişmede, 1945 yılında bir kırılma oluşmuştur: “Sola kapalı bir çok-partili düzen”e geçişle birlikte, bağımsızlıktan ve laiklikten uzaklaşma birbirine koşut ve birbiriyle yarışan biçimde gerçekleşmiştir. 
Bu dönemin başlangıcıyla ilgili bazı saptamalarım “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ve Türkiye (1945-1948)” başlıklı küçük kitabımda belirtmiştim. Bu noktada, yani bağımsızlıktan uzaklaşmaya koşut olarak laiklikten de uzaklaşma çizgisinde; ABD Donanmasının Missouri gemisinin İstanbul limanına ziyareti ve bu vesileyle Dolmabahçe Camii’nin minareleri arasına “WELCOME” mahyasının asılması, bence büyük bir simgesel anlam taşımaktadır. 
Demek istediğim şu: sanırım İran’da “ulusal” ya da “ulusalcı” (yani “içeriden”) nitelikte sayılabilecek olan Dinci Oligarşi, Türkiye’de dıştan gelen etkilerle, bağımsızlıktan ve laiklikten uzaklaşmaya koşut olarak güçlenmiştir. 
Stalin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Boğazlarda üs ve Kars ve Ardahan’ı istemesi gibi taleplerle, Türkiye’yi Batı’ya ve özellikle ABD’ye yakınlaşmaya zorlamıştır. Bağımsızlıktan ve ona bağlı olarak laikten uzaklaşmada bu yakınlaşmanın etkisi büyüktür. 
1945’te başlayan bağımsızlıktan ve laikten uzaklaşma, daha sonra Demokrat Parti ve ardılları ve sonrasında da 12 Eylül rejimiyle hızlanarak artmıştır. AKP/Erdoğan iktidarı, önceki yönetimlerce temelleri atılan bu, bağımsızlıktan ve laiklikten uzaklaşma çizgisinden ustaca yararlanmayı bilmiştir.

***

Sevgili okurlarım, Türkiye’nin Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devletidüzeninden vazgeçilmesi, Cumhuriyetin neredeyse yüz yıllık birikiminin yok sayılarak yeniden Tek Adam Yönetimine ve Din/ Tarım Toplumu Düzeni’ne geri dönülmesi olanaklı değildir... 
Bu ters yönde çabalar olacak, ama bunlar, çağdaş yurttaşların sahip çıktığı Cumhuriyet Değerleri bağlamında yapılacak Demokratik direnişlerle püskürtülecektir! 
DİREN CUMHURİYET... 
DİREN DEMOKRASİ!