Cumhuriyet gazetesi yazarı Ayşe Yıldırım, Cumhuriyet gazetesi, yönetici, yazar ve avukatları hakkında "PKK/KCK, FETÖ/PDY ve DHKP/C'ye müzahir oldukları" iddiasına dair yürütülen soruşturma kapsamında gözaltı kararlarından 156 gün sonra hazırlanan iddianame hakkında "Herhalde dünyanın en garip suçlamasıyla karşı karşıyayız" yorumunda bulundu. Gazetenin tirajının 'Suç delili' olamayacağını belirten Yıldırım " İddianameyi hazırlayan savcılar “delillerinden” biri olarak gazete tirajındaki göstergeyi örnek vermişler. Üşenmeyip 1 Ocak 2008 - 1 Kasım 2016 tarihleri arasındaki günlük ve aylık tiraj listesini incelemişler. Tebrikler… Ve gazetenin rakamlarında süregelen bir düşüş olduğunu, bu düşüşün de 2013 yılından sonra belirginleştiği sonucuna varmışlar." diye yazdı.
Ayşe Yıldırım'ın Cumhuriyet'teki yazısı şöyle:
Herhalde dünyanın en garip suçlamasıyla karşı karşıyayız: Gazetenin yayın politikasını değiştirmek… İddianameyi hazırlayan savcılar “delillerinden” biri olarak gazete tirajındaki göstergeyi örnek vermişler. Üşenmeyip 1 Ocak 2008 - 1 Kasım 2016 tarihleri arasındaki günlük ve aylık tiraj listesini incelemişler. Tebrikler… Ve gazetenin rakamlarında süregelen bir düşüş olduğunu, bu düşüşün de 2013 yılından sonra belirginleştiği sonucuna varmışlar. Bir tebrik daha… “Sözgelimi” deyip temmuz ayını referans almışlar. 2008 yılında işte o “sözgelimi” temmuz ayında gazetenin tirajı 4 milyon 82 bin 316 imiş. 2013 Temmuz ayında 2 milyon 768 bin 113’e düşmüş. 2016 Temmuz ayında ise 1 milyon 642 bin 179’a… Ve şu tespite varmışlar:
“Okuyucunun Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasında meydana gelen radikal değişikliğe yönelik tepkisini açıkça ortaya koyduğu görülmektedir.” Aslında bu tespite verilecek tek yanıt vardır. O da: Size ne? Gazetenin az ya da çok satmasının neresi suç? Tirajın düşüklüğü ya da artışı savcının değil gazete yönetiminin sorunudur. Hadi bunları geçelim ve cin savcıların neden “sözgelimi” Temmuz 2008’i örnek aldığını söyleyelim. Yani bizi suçladıkları “gazeteciliğimizi” konuşturalım.
Herhalde sayın savcılar, Temmuz 2008’de Ergenekon operasyonunun dalga dalga sürdüğünü, Cumhuriyet gazetesinin “Ergenekon’un medya merkezi” ilan edildiği ay olduğunu herkesin unuttuğunu ya da bunu “yedireceklerini” düşünmüşler ki, gazetenin tirajının en fazla arttığı o temmuz ayını seçmişler. Bitmedi. Üşenmeyip yaptıkları incelemede 2013 Temmuz ayında, 2008’e göre gazetenin tirajının yarı yarıya düştüğü tespitini de koymuşlar. Sağ olsunlar. 2013 Temmuz ayında Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar değildi. Can Dündar 8 Şubat 2015’te Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna oturdu. O halde sayın savcılar 2008-2014 arası tiraj grafiğinin bir özetini yapma zahmetinden niye kaçındılar acaba? Sayın savcılar incelemelerinin sonuçlarını keşke tam olarak özetleselerdi ve Cumhuriyet’in tirajının hiçbir zaman çok yüksek olmadığını ama özel günlerde ve aylarda sıçrama yaptığını söyleselerdi de bu kadar zorlama bir “delil” için uğraşmasalardı. Geçelim… Bir tespitte daha bulunmuşlar:
“Atatürkçü çizgisiyle bilinen, TSK mensupları arasında ve bürokraside rahatlıkla kendisine yer bulabilen Cumhuriyet gazetesi…” Bu kadar derin bir araştırmaya girmişler ama yine eksik bilgiyle yetinmişler. Cumhuriyet gazetesi, ilk olarak Özal yani ANAP döneminde kamu kurumlarındaki takım gazetelerden çıkarıldı. AKP iktidarında da durum değişmedi. İsterlerse hükümetten bu konuda bilgi temin edebilirler. THY’nin uçaklardan Cumhuriyet’i çıkarmasının da Can Dündar öncesine denk geldiğini hatırlatalım mı? Hadi bunu da geçelim… “Tanık”lara bakalım… “Gazeteci” olduğu iddia edilen bir zatın ki Cumhuriyet ile yakından uzaktan ilgisi olmayan “tanık”lardan biri kendisi. Savcı, çok saygıdeğer bir otorite olarak görmüş bu zatı ki neden tanık olduğu konusunda “gazeteci olması sebebiyle konuyu yakından takip eden” diyerek bir açıklama yapma gereği duymuş. İlginçtir ki bu zat da “gazeteci olarak bir yargıdan ziyade tespitlerde bulunduğunu” ve “gazetenin yayın politikasını Cumhuriyet Vakfı belirlediğinden vakfın yönetim kurulunun değiştirilmesinin önem arz ettiğini” söylemiş. Onu niye ilgilendiriyorsa? Cumhuriyet’te mi çalışmak istiyordu acaba? Neyse devam edelim. Elbette böylesi bir davada en önemli “otorite” Cem Küçük de unutulmamış. Tweet’leriyle yargıya “ayar” veren, savcıları, gazetecileri, yargıçları “tehdit eden” Küçük adam buyurmuş ki; “medya sektöründe çalışan herkes bilir ki Cumhuriyet gazetesi FETÖ’nün gizli yayın organıdır.” Küçük adam “otorite” ama bilgi eksikliğini düzeltme gereği bile duymamış sayın savcılar.
Can Dündar’ın transfer edilip genel yayın yönetmeni yapıldıktan sonra gazeteden birçok Kemalist yazarın atıldığını söylemiş. Can Dündar’ın Milliyet’ten kovulduktan sonra Cumhuriyet’e alındığını yani transfer edilmediğini unutuvermiş, atılan dediği yazarlar arasında Şükran Soner’i de sayıvermiş. Evet, Küçük adam okumadığı bir gazete hakkında ahkâm kesmiş. Soner hâlâ Cumhuriyet’in yazarı. Balbay atılmadı, İbrahim Yıldız istifa etti. Hadi bunu da geçelim. Sayın savcılar “Şüpheli Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliği yaptığı dönemde” Cumhuriyet gazetesinin “fuatavni isimli hesabın tamamen manipülatif amaçlarla yaptığı paylaşımların birebir gazete haberine dönüştürüldüğünü” tespit etmişler. Ama yine eksik tespitte bulunmuşlar. Fuat Avni, 17-25 Aralık yolsuzluk iddialarının ortaya atıldığı 2013 yılında ortaya çıkmıştı.
Ve Cumhuriyet gazetesi o dönemde bu hesaptan yapılan paylaşımları haberleştirmişti. O zaman da Can Dündar genel yayın yönetmeni değildi. Sadece sayın savcılar bu kısmı atlamamış. Küçük adamlarla yan yana gelmekten imtina etmeyen başka küçük isimler de destek atmış savcıların bu tespitine. Söyleyecek çok söz, yazacak çok şey var. Zamanı gelince daha çok küçük adamlardan, muhbir muhabirlerden konuşuruz. Ama bugün şunu sormak isterim, yarın basın tarihine kara bir leke olarak geçecek bu isimlere: Sahi siz kimsiniz?