Cumhuriyet yazarı Ali Sirmen, gazetesinin Nuray Mert'in yazılarına "yayın politikalarına aykırı" olması gerekçesi ile son vermesiyle ilgili olarak "Asıl sorgulanması gereken, Cumhuriyet, Cumhuriyet olarak kalma refleksini tümüyle kaybetmediği sürece, ayrılıkla bitmesi kaçınılmaz olan bu beraberliğin neden başladığı ve bu birlikteliğe, Cumhuriyet okuru olmanın bedelini ödemekten hiçbir zaman yüksünmemiş, gazetenin çalışanı ve patronu kadar sahibi olan okurun ne tepki verdiğiydi" dedi.
"İlk kez 1974 baharında kapısından içeri girdiğim Cumhuriyet’te ana ilke kimsenin yazısına karışılmamasıdır" diyen Sirmen, sözlerinin devamında şunları kaydetti:
"Ben de diğer arkadaşlarım da nereye girdiğimizi biliyorduk ve bu girişte yazılı olmayan bir zımni anlaşmaya uymayı kabul ettiğimizin bilincindeydik. Cumhuriyet’in tarihi boyunca da bu zımni anlaşmaya uyulmadığı haller hep kopuşla noktalandı."
Ali Sirmen'in "Zorunlu bir açıklama" başlığıyla yayımlanan (13 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Cumhuriyet kurumunda, herhangi bir idari görevim olmadığından, köşemde de bu konuda düşünce ileri sürmek gibi bir yetkim yok. Bu tür tartışmalardan uzak durmayı, vakıf yöneticileri arasında zaman zaman patlak veren anlaşmazlıklarda taraf olmamayı mensubu olmaktan onur duyduğum kurumun selameti açısından daha doğru bulurum.
Bu açıklamaların ışığında yine de Cumhuriyet gazetesi ile Sayın Nuray Mert’in yollarının ayrılması konusundaki görüşlerimi açıklamak zorunlululuğunu hissediyorum. Çünkü olay kimilerince bir kurumun, bir yazarın ifade özgürlüğüne müdahalesi ve susturması şeklinde sunuldu.
Tabii eğer bu sunum doğruysa, ben de diğer arkadaşlarım gibi ifade özgürlüğüne müdahaleye seyirci kalmaktan sorumlu olurum. O yüzdendir ki görüşümü açıklamak zorunluluğunu hissediyorum.
Demokrasinin temel öğelerinden birinin ifade özgürlüğü olduğu konusunda en ufak şüphem yok. Ama hemen belirtmeliyim ki her düşüncenin kendini her türlü siyasal ve ekonomik baskıdan azade olarak, ifade olanağına sahip olması demek olan ifade özgürlüğü her şeyin, her yerde savunulması anlamını taşımaz.
Demokrasi adına işveren örgütü temsilcilerinden grev gözcüsü gömleği giymesini veya düşünce özgürlüğü adına, liberal partinin sosyalizm mücadelesinde başı çekmesini bekleyemezsiniz. Böyle bir beklenti, gerçekçi olmayıp kimseye bir şey kazandırmaz.
***
Nasıl, Zaman gazetesinde laiklik savaşımını sürdürmeye kalkışmak, onu yapana da Zaman gazetesine de laikliğe de bir şey kazandırmayacak bir saçmalık ise laik Cumhuriyet’in kazanım ve ilkelerini savunmak için kurulmuş ve bütün tarihi boyunca bu işlevine titizlikle sahip çıkmış Cumhuriyet gazetesinin de laik Cumhuriyet veya Kemalizm ile hesaplaşma platformu haline getirilmesine seyirci kalınması, demokrasi ve ifade özgürlüğü değil, eninde sonunda gazeteye zarar verecek olan (nitekim vermiştir de) bir başı bozukluktur.
Herkesten Kemalist olmasını bekleyemeyeceğiniz gibi, bütün partilere de böyle bir mecburiyet yüklemeye kalkmak, baskıcılıktır. Demokrasi için zorunlu olan, demokrasinin kurallarına bağlı olmaktır, Atatürk ilke ve inkılaplarına değil. Bunu Cumhuriyet gazetesi dahil, bütün platformlarda böylece savunabilmek gerekmektedir ve öyle de yapmışızdır.
İlk kez 1974 baharında kapısından içeri girdiğim Cumhuriyet’te ana ilke kimsenin yazısına karışılmamasıdır. Biz bunu Nadir Bey’den böyle gördük, o da babasından öyle gördüğünü anlatırdı.
1974 yılında Cumhuriyet’e girerken, Nadir Bey “şunu yaz, bunu yazma” gibi bir uyarıda bulunmadı, hiçbir zaman da kimsenin yazısına karışıldığına tanık olmadım. Ama ben de diğer arkadaşlarım da nereye girdiğimizi biliyorduk ve bu girişte yazılı olmayan bir zımni anlaşmaya uymayı kabul ettiğimizin bilincindeydik. Cumhuriyet’in tarihi boyunca da bu zımni anlaşmaya uyulmadığı haller hep kopuşla noktalandı.
Herhalde Nuray Mert de Cumhuriyet’te yazmaya başlarken, nereye intisap ettiğini biliyordu ve bütün bunların farkındaydı.
Sanmam ki o “ben doksan yıllık tarihi de, içinde laiklik ve demokrasi şehitleri de bulunan bunca birikimi de tek başına ayaklar altına alıp, kuruma tek başıma yeni bir yön veririm” diye düşünmüş olsun.
Şimdi çeşitli platformlarda, başarısız evlilikler gibi ayrılıkla noktalanan bu beraberliğin neden sona erdiği sorgulanıyor. Ama bana göre, asıl sorgulanması gereken, Cumhuriyet, Cumhuriyet olarak kalma refleksini tümüyle kaybetmediği sürece, ayrılıkla bitmesi kaçınılmaz olan bu beraberliğin neden başladığı ve bu birlikteliğe, Cumhuriyet okuru olmanın bedelini ödemekten hiçbir zaman yüksünmemiş, gazetenin çalışanı ve patronu kadar sahibi olan okurun ne tepki verdiğiydi.
Bence mesele bütünüyle bundan ibarettir.