08 Ağustos 2014 14:31
Sibel Oral*
Roboskî Katliamı’nın üzerinden 136 hafta geçti. 28 Aralık 2011’den bugüne kimsenin acısı hafiflemedi. Tersine, açılan soruşturma neticesinde 2013 yılının Haziran ayında görevsizlik kararı verildi ve dosya askeri yargıya devredildi. Sonra ne oldu? O şok eden karar: düzenlenen hava operasyonunda askeri personelin kusuru olmadığı yönünde takipsizlik! Roboskîli ailelerin adalet arayışı devam ediyor. Her Perşembe günü yaşam hakkı ihlal edilen çocuklarının mezarı başında toplanıyor aileler. Her ayın 28’inde ise Şırnak Adliyesi önünde adalet arayışı için insan hakları savunucularıyla buluşarak seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Dava dosyasının AİHM’e kadar yolu var, ailelerin yaşamak için tek dayanakları faillerin yargılanacağı günü görmek. Başka hiçbir amaçları, istekleri yok. Biz de hem onları yalnız bırakmamak hem de süreçte neler olup bittiğini değerlendirmek için Roboskî ve Gülyazı köylerine ziyaretlerde bulunuyoruz. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde büyük şehirlerde olduğu gibi bir heyecan yahut kişiler arasında adaylarla ilgili bir tartışma yok. Onların tek adayı HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş. Adayı dediğime bakmayın, Demirtaş buranın halkının arkadaşı, akrabası gibi. Uzaktan, tanımadıkları biri değil. Zaten aileler geçen hafta yakınlarının mezarları başında yaptıkları Perşembe günü değerlendirmesinde “Oyumuz Demirtaş’a” demişti. Biz de seçim öncesi bulunduğumuz Şırnak ve Roboskî bölgesinde halkla sohbet edip seçim sürecini ve sonuna kadar destekleme nedenlerini konuştuk. Aslına bakarsanız burada bazı soruları sormak oldukça anlamsız. Yerel halkın hepsi “Oyum Demirtaş’a” diyor.
Katliamda kuzenlerini kaybeden biri 21 yaşındaki diğeri 17 yaşındaki iki kardeşe Gülyazı yolunda Demirtaş’ı neden desteklediklerini soruyorum. 21 yaşında ve ilk kez oy verecek olan A. “Demirtaş’a vereceğim yani aslında kendime vereceğim” diyor.
“Peki sence ne değişir Demirtaş Cumhurbaşkanı olursa” diye soruyorum.
Kendilerinin zaten Kürt-Türk ayrımı yapmadıklarını söylüyor ve soruma şöyle cevap veriyor:
“Demirtaş Cumhurbaşkanı olursa bizi Kürt diye ayıranlar da artık bizi kabul eder. Kardeş olduğumuzu herkes görür. Barış olur, çözüm olur. Demirtaş katliamdan sonra bizi hiç yalnız bırakmadı, bize sahip çıktı.” Henüz 17 yaşında olan ve oy veremeyecek olan kardeşi ise “Yaşım tutsaydı Demirtaş’a oy verirdim. Demirtaş seçilirse biz de eşit haklara sahip oluruz ama Erdoğan seçilirse bizim için kabus devam eder, savaş devam eder, köylerde geçim sıkıntısı devam eder” diyor.
Köylerde konuştuğumuz herkesin genel görüşü bu yönde. Orada bulunduğumuz günlerde (elektrik olduğu sürece) Demirtaş’ın Van ve İstanbul mitingi izleniyor. Heyecanla izliyor bazıları, söylediklerini değerlendiriyor kendi aralarında. Demirtaş’ın TRT'deki resmi seçim konuşması gündemde. Roboskî İçin Adalet, Yeryüzü İçin Barış Derneği önünde oynayan çocuklardan Ş.’ye soruyorum:
“Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı olmasını istiyor musun?” Önce biraz çekingen duruyor, sonra “Olsun” diye zıplıyor. Tanıyor musun sen Demirtaş’ı diye sorduğumda başka bir çocuk giriyor söze “Abimizdir. Erdoğan olmasın, Demirtaş olsun…”
Derneğe giriyorum. Ferhat Encü ve İbrahim Yaylalı ile konuşuyoruz. Katliamda kardeşi Serhat Encü dahil11 yakınını kaybeden Ferhat Encü ve iki sene önce Roboskî’ye yerleşen barış aktivisti İbrahim Yaylalı (Yannis Vassilis) karşılıyor beni. Masada bir mahkeme kağıdı var, bir beraat kararı. Katliamın 500'üncü günü nedeniyle karanfillerle sınıra yürüyen Roboskîli aileler hakkında "sınır ihlali" yaptıkları iddiasıyla dava açılmış. Uludere Sulh ve Ceza Mahkemesi'nde açılan davada mahkeme beraat kararı vermiş. Şaşırtıcı. İbrahim ve Ferhat, Uludere Sulh ve Ceza Mahkemesi'nin AİHS ve AİHM kararlarına dayanarak verdiği beraat kararının Türkiye'deki hukuk sisteminin son dönemlerde verdiği en iyi karar olduğunu ve şaşırdıklarını söylüyor. Bu elbette sevindirici bir karar ama açılan davanın Roboskî Katliamı dosyası dışında bir dava olduğunu hatırlatalım.
Biz gelelim seçim öncesi değerlendirmesine. Sözü önce Ferhat Encü’ye veriyorum. Son 11 yıldır maalesef Türkiye’yi yöneten kişilerin tarafları siyasi olarak kutuplaştırdığını söyleyen Encü seçimin demokratik bir seçim olacağı inancında olmadığını dile getiriyor.
“Üç aday yarışıyor gibi görünse de bence iki çizgi yarışıyor; biri özgürlük, demokrasi ve adaletten yana olan bir çizgi, diğeri ise muhafazakâr, merkezi otoritenin devamı” diyor. Üç adayı nasıl değerlendirirsin diye sorduğumda ise sözlerini şu şekilde sürdürüyor:
“Ekmeleddin İhsanoğlu eğer Türkiye’yi yönetirse çok yazık olur. Haktan ve özgürlükten yana hiçbir düşüncesi yok. Vicdani ret nedir bilmeyen bir aday. Kürtlere bakış açısı bizi kaygılandırıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan zaten başlı başına bir facia. Kendisinden başka kimseyi tanımayan, sürekli ayrımcılık yapan, halkları birbirine kıydıran bir politika izliyor. Bu politika sadece Kürt halkı için değil diğer tüm halklar için bir felakettir… Selahattin Demirtaş yıllardır özgürlükten, adaletten yana olduğunu dillendirmiştir. Halka çok yakın bir kişiliğe sahip. Türkiye’nin tüm halklarının özgürleşmesi için mücadele edebilecek biri. Başta Roboskîli Aileler olmak üzere buradaki bölge halkının adayı Demirtaş’tır.”
Kardeşlik ve barış dilini kullanan, barış ve demokrasiden yana tek aday Demirtaş, buradakilere göre. Diğer adayların ya birbirlerine küfür ettiklerini ya da farklı kesimleri kutuplaştıracak söylemlerde bulunduklarının altını çiziyor Encü. Bu ayrımcı dili Türkiye halklarına yakıştırmayan Encü, Demirtaş’ın ezilmiş bir toplumun içinden geldiğini ve en önemlisi insan hakları savunucusu olduğunu dile getirirken Demirtaş cumhurbaşkanı seçilirse Türkiye bir 10 yıl ileri gidecek olduğu görüşünde.
‘Erdoğan Lahey’de yargılanması gereken kişidir’
Sözü İbrahim Yaylalı’ya veriyorum.
“Barış” diyor Yaylalı.
“Yıllardır barış mücadelesi yürütüyoruz. Barışın karşısında adayların tutumu nedir? Buradan baktığımda Erdoğan’ın üç dönemini de biliyoruz. Çözüm sürecine baktığımızda Türkçü şoven dilini asla terk etmediğini görüyoruz. İki senedir Roboskî’de yaşıyorum. Biz burada ailelerle birlikte katliamcı zihniyete karşı bir mücadele veriyoruz. Katliam sınır dışında olmuştur, uluslararası fezleke bellidir, altında imzası olanlar bellidir, yürütme AKP’dir, her koşulda bu fezlekeye imza veren CHP ve MHP de bellidir. Bunların devlet başkanı olma ehliyetleri yoktur. Recep Tayyip Erdoğan bizim için, Roboskîli Aileler için Lahey’de yargılanması gereken kişidir.”
Bu arada söze Ferhat giriyor.
“Ben Roboskî bağlamında Erdoğan’ı değerlendirmedim” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“O bağlamda değerlendirirsem Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmesi bizim için utançtır. Çünkü Roboskî Katliamı’nın faili Recep Tayyip Erdoğan’dır. 2.5 yıl geçmesine rağmen en ufak bir adım atılmış değildir. Atılmadığı gibi bizlere yaklaşım biçimi insanlık temeli üzerinden değil tamamen faşizm üzerindendir. AKP’nin bünyesinde olan herkesten bahsediyorum. Üstelik sadece Roboskî’nin faili değil, Reyhanlı’nın, Gezi’de öldürülenlerin de katilidir. Berkin Elvan’ın acılı annesini sözde Müslüman kesimlere yuhalatan bir başbakandır. O başbakan cumhurbaşkanı olacaksa yazıklar olsun bizlere ve ona oy verenlere. Ciddi anlamda durup düşünmek gerekiyor. Başbakan bu kadar gücü, imkanı varken özgürlükler için en yaptı? Nemalandığı başörtüsü sorununu bile çözememiştir. Sözde 12 Eylül darbecilerini yargılayacaktı, yargılamadı. Bizler açısından Başbakan uluslararası ceza mahkemesinde yargılanmalıdır ve biz bunun mücadelesini sonuna kadar vereceğiz.”
Ve İbrahim ekliyor yeniden: “Cumhurbaşkanı olmasının nedeni kendi yargılanmasını geciktirmek içindir. Her şeyin farkında, kendisini garanti altına almak istiyor. Erdoğan bir nefret suçlusudur.”
Ve Şırnak’a geçiyoruz. Girdiğimiz bakkallara, bindiğimiz taksilerin şoförlerine, masasına oturduğumuz halka soruyoruz. Yazının başında da dediğimiz üzere burada bazı soruları sormak anlamsız. Takside giderken şoför arkadaşa merkezdeki billboard’u soruyorum. Demirtaş ve Erdoğan’ın yan yana olduğu bir duvar görmüştüm.
Orada dur fotoğrafını çekeceğim diyorum.
Gülerek “Erdoğan’ı çekme” diyor.
Babası uzun süre KCK’den yatmış, çıkmış. Şimdi bir abisi tutsak.
“Erdoğan’ı istemiyoruz biz halk olarak. Burada Erdoğan’a oy çıkacaktır ama yerel halktan değil, dışarıdan gelen memurlardan. Şırnak halkı Demirtaş’ı seçecektir” diyor gururla.
Akşam otelde Demirtaş CNN TÜRK’te Tarafsız Bölge’nin konuğu. Bilgisayardan izlerken masamıza servis yapan garsona soruyorum kime oy vereceğini. “Erdoğan’a vereceğim. Ben zaten sandıkta da görevliyim, oyum da Erdoğan’a” diyor. Şaşırıyorum. “Herkes özgürdür, kime isterse ona verir” diyor. Sorduğumuz 20-30 kişiden bir kişi çıkıyor Erdoğan diyen.
Şırnak yerel medyasını araştırmaya koyuluyoruz. İlan kaygıları yüzünden iktidarla paralel bir basın var. Gazetelerin sahipleri iş adamları genelde. Yani bir şekilde devletle, valilikle işleri var. Bağımsız olanları da yok değil. PKK ve devlet tarafına da dengeli bir şekilde yaklaşıyorlar. Şırnak merkezde günlük olan çıkan beş gazete var, bunlar; Şırnak Haber, Nuh Haber, Çağdaş, Olay ve Lider gazeteleri. Bunlar arasından iktidara en yakın olan Çağdaş gazetesi. En çok satanı Şırnak Haber gazetesi, tirajı günlük 750, diğerlerinin ise 350 ila 500 arası. Uludere, Beytüşşebap ve Güçlükonak ilçelerinin yerel gazetesi yok, diğerlerinin var. Onlardan en güçlü olanı da Cizre Postası.
İnternet medyası arasında ise Haber FX, Medya 73 ve milli görüşçü olan Şırnak Times. Cizrem, Silopi ve Olay gazetelerinin sahibi İdris Taşar. Ona bölgede “küçük Aydın Doğan” diyorlar. Yerel gazetecilere göre durum kötü. En fazla iki sene daha dayanabilirler. Şartlar kötü, anca kendilerini zar zor çevirebiliyorlar. Neredeyse hepsinin kendisine ait matbaası var ama gazete satışlarından ve ilanlardan para kazanamıyorlar. En büyük sorunlardan biri de sosyal medya. Kurdukları son ortak cümle şu: “Sosyal medya yerel medyayı bitirdi.”
‘Şengal’e penguen kalanları kınıyoruz’
Günlerden perşembe. Yeniden Roboskî yollarına düşüyoruz. Bugün aileler kaybettikleri yakınlarının yanı başında bir kez daha seslerini duyuracaklar. Köyün ve hatta Uludere ilçesinin genelinde olduğu gibi mezarlığa giden yol da yol değil; dağ, taş…
Sınıra yakın. Uzun bir tırmanıştan sonra mezarlığa varıyoruz. Birkaç aile güneşin altında inatla bekliyor. Yavaş yavaş diğer aileler de geliyor. Birbirlerine sarılıp, gözyaşı döküyorlar, mezarların başında dualar okunuyor. Herkes geldikten sonra yine aynı çağrıyı yapmak üzere ellerinde yakınlarının çerçeveli fotoğrafları bir araya toplanıyorlar. Aileleri temsilen bir konuşma yapılıyor:
“Roboskî Katliamı’nın 952’inci gününde biz, yakınları katledilen aileler, bir kez daha yakınlarımızın mezarları başında Türkiye’de adaleti tecelli etmekle sorumlu olan insanların vicdanına sesleniyoruz. İnsanlık onuru için Roboskî faillerini yargı önüne çıkarın…” Bazılarının elinde Şengal’le ilgili dövizler var. Birinde “Şengal’e penguen kalanları kınıyoruz” yazıyor. Açıklama devam ediyor: “Roboskî’de katliam yapan zihniyetin kanlı eli bu kez de Şengal’deki Kürt Êzidileri katlediyor. Zaten 34 evladımız da Kürt oldukları için katledilmedi mi? Belli olan faillerin yargılanmıyor olmasının sebebi, yine Kürt olmaları değil mi?”
Yeniden adalet ve barış çağrısı yapılıyor, kalabalık dağılıyor. Evlere davet ediliyoruz ama yolumuz uzun. Hem nasılsa yine geleceğiz, borcumuz olsun deyip, yeniden yollara düşüyoruz. Şırnak Uludere yolu arasında bir haftadır görmediğimiz kadar askeri araç görüyor, kontrol noktalarında üç kez aranıyoruz. Söyleyecek pek bir şey yok, Roboskî insanlık onuru için barış ve adalet istiyor. Görünen o ki sonuna kadar da direnip mücadele edecekler.
*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır
© Tüm hakları saklıdır.