Gündem

'Çocuğunuzu paçalayan uçağın üzerindeki bayrağı tabuta sarmamak'

'Çocuklarınızı kaybetmişsiniz, tesellisi olmayan bir acı yaşıyorsunuz, arayacağınız, sarılacağınız tek teselli ne olabilir?'

30 Mayıs 2012 11:29

Ahmet Altan
(Taraf, 30 Mayıs 2012)

 

Uludere ve kürtaj

 

Başbakan Erdoğan, Uludere katliamında yanlış bir yola girdi ve bu yoldan dönmemekte ısrar ederek attığı her adımda biraz daha işleri berbat ediyor.

Erdoğan’ın bu konuşmaları Kürtleri Türkiye’den kopartır mı bilmiyorum ama Kürtleri Türklerden koparttığı çok açık.

Uludere’nin acılı kadınları da zaten bunu insanın içini dağlayan bir cümleyle söylediler:

“Erdoğan her konuşmasında bizi bir kere daha bombalıyor.”

Bir gece yarısı o köye battaniyelere sarılmış paramparça 34 cesedi katırların sırtında getirdiler.

Aralarında on iki, on üç yaşında çocuklar vardı.

O insanları parçalayan devletin başbakanı, o insanların tabutlarına sarılan “bayrakların” Türk bayrağı olmamasını gündeme getiriyor katliamdan beş ay sonra.

34 insanı bombalayan uçakların üstünde Türk bayrağı vardı.

Biraz vicdanı olan bir insan, “o bayrağı niye tabutlara örtmediklerini” sorar mı sizce?

Sizin çocuğunuzu bombalarla parçalasalardı, cesedini evinize battaniyelere sarıp katır sırtında getirselerdi, derdiniz çocuğunuzun tabutuna, o çocuğu bombalayan uçağın üstündeki bayrağı sarmak mı olurdu?

Bu mu meselemiz?

Erdoğan kendi halkından Uludere’yle ilgili gerçekleri saklıyor.

O gerçekler her neyse onu öylesine ürkütüyor ki o gerçeklere dokunmamak için bütün Kürt halkının kalbini kırmayı, hepsini aşağılamayı, “ölülerin” aslında “suçlu” olduğunu söylemeyi göze alıyor.

Haksızlığa uğrayan bir insanı “zorbalıkla” bastırmanın, onun hakkını aramasını engellemenin, onun sesinin çok çıkmamasından yararlanarak sürekli onu ezmenin hayatta karşılaşılabilecek en korkunç durumlardan biri olduğuna inanıyorum.

Kendinizi bir an Uludere köylülerinin yerine koyun.

Çocuklarınızı kaybetmişsiniz, tesellisi olmayan bir acı yaşıyorsunuz, arayacağınız, sarılacağınız tek teselli ne olabilir?

Size bir şey soracağım.

Niye cenazelere gideriz?

Sadece ölülerimizi son yolculuğa uğurlamak değildir oradaki görevimiz, kalanlara da dostluğumuzla, yakınlığımızla bir teselli olmaya çalışmaktır.

Cenazeye gidip de “aslında senin oğlun kaçakçıydı” demeyiz, onu öldürenlere teşekkür etmeyiz, onu öldürenlerin bayrağının niye tabuta sarılmadığını sormayız.

Uludere, Kürtler ve vicdanı olan insanlar için uzun bir cenaze töreni.

Bu cenaze töreni, sorumlular bulunana kadar sürecek.

Yapılan her konuşma bir cenaze töreninde yapılıyor aslında.

Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın konuşmalarını, bir de o cenazelerin sahiplerinin kulağıyla dinleyin.

Ne hissedersiniz?

Yavaş yavaş ölenleri suçlamaya hazırlanıyorlar, İçişleri Bakanı onların “figüran” olduğunu, “dolap beygiri” olduğunu, “yakalansalardı yargılanacaklarını” söyledi.

Başbakan da, “neden hiç mayınlara basmıyorlar” diye sordu.

Bu “soru” aslında onların “PKK’lı olduğunu” söylemenin ön hazırlığını yapıyor.

Bombalama emrini verenleri koruyabilmek için sonunda “ölenler PKK’lıydı” diyecekler, söylediklerinden anlaşılan bu.

O “PKK’lıydılar” demeye hazırlandığınız insanlar yıllardır “karakolun önünden” geçerek gidiyorlar kaçağa, o köydekilerin epeycesi “korucu”, insanları öldürdükten beş ay sonra “onlar PKK’lıydı” demeye getirmenize kim inanır?

Bütün bu vicdan yaralayıcı konuşmalar sorumluları saklamak için.

Kürtler bunun farkında.

Ve, bunun için ne Erdoğan’ı, ne AKP’yi, ne de onlara dostluk elini uzatmayan, acılarını paylaşmayan Türkleri affedecekler.

Kürtlerle Türkler arasında belki de tarihimizin en ağır kopuşu yaşanıyor Uludere katliamında.

Eğer Başbakan kısa zamanda tutumunu değiştirmez, hukuka ve vicdana uygun bir çizgiye gelmezse, bu kopuşun geri dönüşü olmayacak.

Milliyetçi nutuklar o kopuşu hızlandırmaktan başka işe yaramıyor.

Başbakan bir de “Bizim Müslümanlığımızı kimse test etmesin” diyor, kimse kimsenin Müslümanlığını “test” edemez zaten, bu “imtihan” Allah’la kul arasında.

Ama birileri kalkar da, vicdansızlığı, ahlaksızlığı, yalancılığı bize “bu dindarlıktır” diye göstermeye kalkarsa, o zaman da bizim dini bilenlere, “dindarlık bu mudur” diye sorma hakkımız olur.

Tamam, biz bu konularda çok bilgili değiliz ama “dinin” yalancılık, haksızlık, ahlaksızlık olmadığını bilecek kadar da bir sezgimiz var bizim.

Başbakan Erdoğan, Uludere konusunu gözlerden saklayabilmek için “kürtajı” soktu gündeme, şimdi kürtajı yasaklayacak yasalar getirecekler.

Kürtaj, hiçbir kadın için kolay bir iş değildir, mecbur kalmadıkça hiçbir kadın o iki çatallı ürkütücü koltuğa yatıp da içini kazıtmaz.

Başbakan, kadınların bunu “eğlence” olsun diye yaptıracaklarını mı sanıyor?

Ben, hiç kimsenin bu konuda “kadınların yerine” karar verme hakkına sahip olduğunu sanmıyorum.

Kürtaj yasaklandığında, bu işi çok sağlıksız koşullarda gizlice yaptırmak zorunda kalacak kadınlar, durduk yerde insanlarımız ölecek ya da sakat kalacak.

Uludere’de insanları öldürenleri saklayabilmek için şimdi de kadınlarımızı öldüreceğiz.

Bir kere yanlış bir yola girdin mi artık ondan sonra bir acıdan bir acıya sürüklersin insanları, sonunda onları isyan ettirene kadar.