Gündem

'Cihaner davası' dosyasına dair sorular

14 Haziran 2010 03:00

T24 - Kürşat Bumin, "Erzincan'daki Ergenekon örgütünün üyesi olduğu" iddiasıyla Erzurum'da tutuklu olarak yargılanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner dosyasında kuşku uyandıran noktaları sorguluyor. Bumin, suçlamaların gizli tanıklara dayandırılmasını yadırgadığını belli ettiği yazısında, Cihaner'in tutuklanmadan önce yürüttüğü cemaat soruşturmasının "cemaatin silahlı olduğu" iddiasıyla elinden alındığını, ancak ortada böyle bir grup bulunmadığını vurguladı.
 

Bumin'in, Yeni Şafak'taki köşesinde yayımlanan (14 Haziran 2010) "Cihaner davası' dosyasına dair sorular" başlıklı yazısı şöyle:



'Cihaner davası' dosyasına dair sorular



Yanlış anlaşılmasın, "sorular" derken söz konusu dava(lar)ya ilişkin yeni soruları kastetmiyorum. Sözünü edeceğim sorular Cihaner'in yargılandığı özellikle ikinci davaya, yani eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı'nın "Ergenekon terör örgütü üyesi olmak" suçlamasıyla yargılandığı ikinci davaya ilişkin.


Bir kere her şeyden önce, söz konusu davanın iddianamesinin haddinden fazla "gizli tanık" içerdiği meselesi. Dünkü yazımda bu "gizli tanıklar"ın bir kısmının kod adlarını sıralamıştım. Bunlar "Erzincan, Munzur, Efe, Hazar, X ve Kalem"di. (Masada bir kenarda duran şu adları da görüyorum şimdi: "Sağduyulu Bir Grup Erzincanlı, Duyarlı ve Mağdur Bir Vatandaş, İkram Çamur") Oturup saymadım ama mutlaka başka "gizli tanıklar" da mevcut.


Dosyayı yakından inceleyenler, söz konusu davanın asıl olarak bu "gizli tanıklar"ın ifadeleri doğrultusunda yürüdüğünü söylüyorlar. Eğer bu iddia doğru ise bu işte bir tuhaflık olduğu muhakkaktır. İçinizden bazıları bu yorumumu yersiz ve yanlış bulabilir ve "Bazı hassas davaların isimleri açıklanmayan 'gizli tanıklar'ın ifadeleri üzerine kurulmasının neresi tuhaf?" diye sorabilirler. Doğrusu bana göre de bu itiraz, yargılama sürecinin Erzurum mahkemesinde başlayıp -şimdilik- İstanbul 13. Ağır ceza Mahkemesi'ne postalanan davanın esasından haberdar olmasak makul niteliktedir. Eğer ortada "devletin çok âli menfaatları"yla ilgili bambaşka bir dava söz konusu olsa ve dolayısıyla "tanıklar"ın kimliklerinin mutlaka "gizli" tutulması gibi bir mecburiyet yaşansa, "gizli tanıklar" ile yola devam etmek -belki- kabul edilebilirdi. Ama durum öyle değil ki; Erzurum'da hazırlanan iddianamenin sanıkları anayasal demokrasiyi ortadan kaldırmaya yemin etmiş "Ergenekon" adı verilen bir "terör örgütü"nün önemli-etkili üyeleri olmakla suçlanıyorlar. Demek ki, demokratik düzeni çeşitli komplolardan korumak amacıyla açılan bu davanın "gizli" değil, tam tersine adı sanı apaçık tanıkların ifadeleriyle yürümesinden daha tabii bir şey olamaz.


"Bu çerçevede "gizli tanıklar" meselesinin çok can sıkıcı bir seçim olduğu muhakkak. Bakın mesela, Cihaner'in Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde görülmekte olan davasının bir önceki duruşmasında sanık avukatı Turgut Kazan, ortaya doğrulaması -hâlâ- yapılmamış bir iddia ortaya attı. Kazan'a göre, Cihaner'in Yargıtay'da görülmekte olan davasında şikayetçi olarak adı geçen İliç Cumhuriyet Savcısı Bayram Bozkurt'un imzası ile Erzurum'da görülmekte olan davanın "gizli tanıklar"ından "Efe"nin imzası arasında büyük benzerlik taşımaktadır. Sizler gibi ben de "imza uzmanı" değilim; ama gazetede yer alan bu iki imza örneğinin birbirine haddinden fazla benzediğini söyleyebilirim.


"Gizli Tanık Efe", "Ergenekon" dosyasının Erzincan ayağını yürüten özel yetkili savcı (yani bir tür eskinin DGM savcısı) Osman Şanal'a 21 Aralık 2009 tarihinde kendisine gösterilen fotoğraflardan birisi hakkında şu ifadeyi vermiş (özetliyorum tabii ki): Erzincan Orduevi'nde kahvaltı yaparken, fotoğraftaki kişiyi Cihaner ve birkaç subay ile birlikte kahvaltı yaparken görmüştüm. Bu kişi, şimdi anladığıma göre, Dursun Çiçek'ti. Teşhisim konusunda en ufak bir tereddütüm yoktur...


("Efe"nin bu "tereddütsüz" ifadesini esas alarak şu ihtimali de konuşmaya başlamalıydık herhalde: Demek ki Dursun Çiçek, Erzincan'da, bazı medya "organları"nın yakın zamana kadar ısrarla savundukları gibi Konak Mazlum Otel'de değil Orduevi'nde konaklamıştı!)


Turgut Kazan'ın mahkemeye sunduğu iki imza ("ıslakları"na uluşmak zor olmasa gerek) eğer gerçekten de avukatın iddia ettiği gibi aynı kişiye, yani İliç Cumhuriyet Savcısı'na ait ise -bana göre- bu dosyanın tepe taklak olması mukadderdir. Bakalım-bekleyelim, söz konusu iddiaya ilişkin ortaya ne tür bir bilgi çıkacak.


"Cihaner davası' dosyasına dair sorular çerçevesinde hatırlatacağım şu bilgiler de yeni değil; bunlardan da davanın başından itibaren haberdarsınız.


Cihaner, iki cemaate (İsmailağa ve Fethullah Gülen) yönelik başlattığı soruşturmalara ilişkin bir soruyu şöyle cevaplamıştı:


"Gerek İsmailağa gerek Gülen Grubu ile ilgili soruşturmalarda Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı ve bakanlık müfettişleri ile aramdaki görev uyuşmazlığı, bu yapıların silahsız ve cebir kullanmadığı, görevli savcılığın Erzincan olduğu yönündeki tespitim nedeniyledir. Yani onlar bu yapıların cebir yoluyla anayasal düzeni değiştirme amacını taşıdıklarını iddia etmekteydiler. Bense bu yönde bir delil olmadığını, ancak silahsız örgüt kapsamında soruşturulması gerektiğini iddia ediyordum."


Hatırlamışsınızdır mutlaka; Cihaner'in başlattığı soruşturma dosyasının Erzurum'a nakledilmesini (bazıları buna "dosyanın kaçırılması" diyor) sağlayan yöntem gerçekten "dudak uçuklatacak" türdendi. "Nakil" yönteminin nasıl çalıştığını da hatırlıyorsunuzdur. Dosyaların Erzurum'a nakli, önce ilk sonra ikinci cemaat hakkında Erzurum'a ulaşan "ihbar mektupları" sayesinde mümkün olabilmişti. Müellifleri "gizli" olan bu "ihbar mektupları"nda söz konusu cemaatlerin birer "silahlı örgüt" olduğu söyleniyordu. Madem ki ortada "silah" vardı, o zaman dosyalar doğru Erzurum'daki özel yetkili mahkemenin (eskinin DGM'si yani) önüne...


Bu konuda dikkat çekici bir bilgiyi de, davayı kitaplaştıran iki yazardan birisi olan gazeteci Ahmet Şık aktarıyor: "Cemaatin 'silahlı örgüt' olduğunu ihbar eden bir imzasız mektuba dayanarak dosyayı isteyen Erzurum Özel Yetkili Ağır Ceza Savcısı Osman Şanal'ın açtığı davada 'silahlı örgüt' iddiası yer almadı."


Burada bir hususu belirtmekte fayda var: Cihaner'in söz konusu iki cemaat hakkında başlattığı soruşturmaların değerlendirilmesi, olumlu ya da olumsuz bulunması vs konusunda herkes kendi açısından tabii ki istediği yorumu yapabilir. Bu apayrı bir konu. Ancak bu cemaatlerle ilgili soruşturma dosyasının devletin en yetkili mahkemelerinden birisi tarafından ortada "silahlı örgüt" olduğu iddiasıyla sahiplenilmesi gerçekten "tüyler ürpertici" bir girişim değil midir? Bu sahiplenmenin ne amaçla gerçekleştirildiğinin burada bir önemi yok. Diyelim ki amaç, bambaşka konular hakkında başlatılan soruşturmaları önce "silahlı örgüt" suçlaması var diyerek kendi alanına çekmek, sonra da bu suçlama ile birlikte önceden başlatılmış soruşturma dosyalarını da kapamaktı. Ama bakın "amaç-araç" ilişkisine yönelik o eski soru orada size bakıyor... "Silahlı örgüt" ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kimi toplulukları az bir süre için bile olsa "bekleme odası"nda alınlarında bu yafta ile tutmak bu toplulukları amaç ne olursa olsun araç olarak kullanmak değil midir? Merak ediyorum doğrusu; söz konusu cemaatler içinde yer alanların hiç değilse bir bölümü bu süreçten rahatsız olmadı mı?


Bu kadar soru yeter herhalde...