Gündem

Murat Belge: 'Cihad'ın ne olduğunu tartışmazsan, cihadı bugün olduğu gibi anlayan ve gereğini yapanlar olacaktır!

"Terörü yapanlar Müslüman değil' demek Paris gibi eylemlere sessiz bir onay olarak yorumlanabilir..."

15 Kasım 2015 16:29

Prof. Murat Belge, Paris’ta yaşanan katliamlara dair "IŞİD gibi örgütlere militan veren Müslüman tabanın çeşitli nedenlerle yaşadıkları hayattan mutlu olmadıklarını" belirterek, “Bu gibi hoşnutsuzluklar her zaman radikal ve şiddet düşkünü hareketlere taban sağlar” dedi. "Öncelikle İslam’ın ne olduğunun tartışılması gerektiğini" söyleyen Belge, Taraf'taki yazısında “Cihad'ın ne olduğunu tartışmadan 'teröre karşıyız' demekle yetiniyorsan, cihadı bugün olduğu gibi anlayan ve gereğini yapan Müslümanlar da olacaktır” ifadesini kullandı.

“Terörün yeri yoktur, dolayısıyla bu işleri yapanlar Müslüman değildir” söylemini de eleştiren Belge, "Durum buysa, bu olaylar karşısında Müslümanlar’ın yapacağı bir şey de yok. Yani bu tutum aslında, gerçeklik düzeyinde, böyle eylemlere sessiz bir onay, bir 'göz kırpma' olarak yorumlanabilir" dedi.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinde “Gene Paris” başlığıyla yayımlanan (15 Kasım 2015) yazısı şöyle:

Paris’teki yeni korkunç olaylardan geç haberim oldu. Hâlen de doğru düzgün anlamış değilim, nerede ne olduğunu, nasıl olduğunu. Ama genel bilgi bir bakıma yeterli. Ayrıntıları bilmeden de yeterli izlenim ediniyorsunuz; çünkü bu kaçıncı!

Müslüman dünyada bu eylem biçimi belli ki kendini yeniden üretme imkânları buluyor. Bu tür örgütler kurulabiliyor, militan bulabiliyor, şiddet dozu gittikçe artan eylemler uygulayabiliyor. Bunları yapabildiğine göre, bir yanda bu gibi olayları onaylayan, beğenen kitleler var.

Temel sorun da burada. O örgütle, bu örgütle polisiye tedbirlerle mücadele edersiniz; belirli koşullarda öyle örgütlerden bazılarını da çökertebilirsiniz. Ama bu tip örgütlere eleman, militan sağlayan kitle durdukça, örgütler yeniden kurulur, yeniden harekete geçer. Bunlar yaşadığımız dünyada ilkokul bilgisi düzeyine denk düşen şeyler. Böyle olaylar oluyor, bir kısmımız bunları bir kere daha söylüyor. Sonra olaylar yeniden oluyor.

Çeşitli nedenlerle. Ama bu dünyada, dünyaya büyük ölçüde egemen olan Batı’da, böyle bir bakışı ciddiye almayan bir kesim var. Bu kesimin son temsilcilerinden biri George Bush idi ki, galiba babası bile onun döneminde yapılanları onaylamadığını dile getirmek gereğini duydu. Ama koskoca Amerika Birleşik Devletleri halkı, George Bush gibi bir adamı iki kere Başkan seçme “feraset”ini gösterdi.

IŞİD tipi örgütlere militan veren Müslüman taban çeşitli nedenlerle rahatsız, çeşitli nedenlerle yaşadığı hayattan hoşnut değil. Bu gibi hoşnutsuzluklar her zaman radikal ve şiddet düşkünü hareketlere taban sağlar.

Ekonomik nedenlere, yoksunluklara dayanan hoşnutsuzluk elbette ki var. Ama sorunun tamamı buna dayanmıyor. İnsanlık onuru yoksunluğu belki daha önemli. Çeşitli Batı toplumlarında yerleşmiş Müslüman azınlıklar, özellikle de onların genç kuşakları, Afganistan’da ya da Yemen’de çekecekleri türden bir yoksulluk çekmiyor muhtemelen. Ama kültürel aşağılanmadan, birinci sınıf insan muamelesi görmemekten ileri gelen ve büyük bir ihtimalle çok daha şiddetli duygulara, tepkilere yol açan bir yoksunlukla yüz yüze, her Allah’ın günü.

Bunun içinde Filistin sorunu da var, örneğin. Fas’ta veya Malezya’da yaşıyor olmak, bugünün dünyasında, Filistin’de olanlardan habersiz –ya da o olaylara karşı kayıtsız– olmak anlamına gelmiyor. Özellikle Filistin, kendi boyutlarını aşan bir simge haline gelmiş durumda. Batı’nın Müslümanlar’ı nasıl aşağıladığının, ne gibi haksızlıklar yaptığının simgesi ve dolayısıyla Müslümanlar’ın Batı’ya karşı verecekleri her şiddetli karşılığın gerekçesi.

Tabii bu sorunun bugünkü İsrail yönetimiyle çözülmesi sözkonusu değil.

Bir de şu, “İslâm’da terörün yeri yoktur” teranesi var, senaryonun değişmezleri arasında. “Terörün yeri yoktur, dolayısıyla bu işleri yapanlar Müslüman değildir.” Durum buysa, bu olaylar karşısında Müslümanlar’ın yapacağı bir şey de yok.

Yani bu tutum aslında, gerçeklik düzeyinde, böyle eylemlere sessiz bir onay, bir “göz kırpma” olarak yorumlanabilir.

Herkese düşen işler var da, Müslümanlar’a düşen, herhalde, bu “herkese” düşenden daha fazla. Bir sonuç alınacaksa, bir çözüme kavuşacaksa, bunun nihaî yeri Müslüman dünya.

Bir kere, “Biz Müslüman’ız, bu dünyanın sahibi biz olmalıyız. Bizim bu hakkımızı hile hurda gaspetmiş bir Batı (Hıristiyanlık) var. Onların elinden hakkımızı şiddet kullanarak geri alacağız” zihniyeti ile sahici bir mücadele vermek gerekiyor. Ama bugün Müslüman dünyanın birçok yerinde sadece varolan değil, belirli bir iktidar süren insanların zihninde aslında o düşünce var. Zaten öyle olduğu için soyut bir terörü soyut bir şekilde lânetleyerek aslında göz kırpmış oluyorlar.

Müslümanlar’ın eylem kınayarak, İslâm’la terörün bir arada varolamayacağına dair teori üreterek ve sonuçta yerlerinde oturarak bu eğilimlerle mücadele etmesi elbette sözkonusu değil. Etkin bir biçimde mücadele etmeleri gerekiyor. “Etkin” dediğim de “polisiye” mücadele değil, öncelikle ideolojik düzeyde, İslâm’ın ne olduğunun ciddi bir tartışılmasıyla mümkün.

“Cihad”ın ne olduğunu tartışmadan “teröre karşıyız” demekle yetiniyorsan, cihadı bugün olduğu gibi anlayan ve gereğini yapan Müslümanlar da olacaktır.