Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) tutumunu eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili Dr. Aytun Çıray 'evet' diyen vatandaşlar da dahil, hiç kimsenin bu referandumun meşruiyetinden söz edemeyeceğini savunarak, "Manzara 1946 seçimlerindeki ‘açık oy gizli sayım'ından kat be kat ağırdır. Taammüden işlenmiş bir demokrasi cinayetidir. Zaten hukuk devleti yok edilmişti şimdi de kanun devletini yerle bir ettiler. Türkiye artık anayasasız bir sözde siyasi yapıdır. YSK'nın kararı bunun tescilidir" dedi.
Sözcü'de Uğur Dündar'a konuşan Aytun Çıray'ın söyleşisi şöyle:
Aytun Çıray: Maalesef Yüksek Seçim Kurulu kararıyla bu referandum sonsuza kadar lekelenmiş oldu. Türkiye'nin medeni dünya nezdinde itibarı sarsıldı. YSK anayasamızın 79. maddesine ve sizin de belirttiğiniz gibi AKP döneminde çıkmış olan kanununa aykırı davrandı. Yani YSK'nın mühürsüz oy pusulalarının geçerli olduğuna dair aldığı karar tam kanunsuzluktur. Şimdi bize düşen bu gayrimeşruluğu halkımıza hiç unutturmadan üç öğün anlatmaktır. Örneğin benim sabitlenmiş tweet'im ülkem demokratik bir seçim yapıncaya kadar böyle kalacak.
YSK'nın ilk büyük vukuatı değil
Ülkemizde tam kanunsuzluk YSK tarafından, yani yargı mensupları eliyle yapılabildiğine göre vatandaş bundan böyle hukuka nasıl güvenecek, umudunu nasıl koruyacak?
Bu YSK'nın herkesin gözden kaçırdığı ilk büyük vukuatı, ilk sabıkası değil ki…
YSK'nın benzer başka vukuatları mı vardı ki ‘Herkesin gözden kaçırdığı ilk büyük vukuatı değil' diyorsunuz?
Sayın Dündar, AKP'nin yüzde 34 oy oranıyla milletvekilliklerinin üçte ikisini aldığı ve anayasayı referandumsuz tek başına değiştirecek sayıya ulaşmasına ramak kaldığı 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri'ni hatırlayalım. Bu sonuç nasıl elde edilmişti dersiniz? Çok basit; merkez sağın 2 partisinin özellikle de DYP'nin yüzde 9.9'luk bir oy oranıyla Meclis dışında kalmasıyla! Eğer DYP, barajı aşsaydı Türkiye'nin son 15 yıllık tarihi böyle olmayacaktı. AKP elbette yine iktidara gelebilecekti ama 2007'de karşısında büyük ihtimalle dipdiri, sosyal merkezin DYP'de buluştuğu yeni bir siyaset yapılanmasını bulacaktı. MHP bu kadar belirleyici olamayacaktı. Gündemimiz sahte ve suni değil, gerçek sorunlarımızın gündemi olacak, siyaset bunun üzerinde odaklanacaktı. Dış politikamız Cumhuriyetçi iki partinin, CHP ve DYP'nin işbirliği ile ‘yurtta sulh cihanda sulh' çizgisinden milim saptırılamayacaktı. Yani şu an nerede, nasıl yaşadıkları neredeyse belli bile olmayan dört milyon Suriye vatandaşının yükünü taşımayacaktık. El Bab'da, Arap çöllerinde evlâtlarımızı şehit vermeyecektik. Kürtler aldatılmayacak, bu kadar acı çekmeyeceklerdi. Dinimizin günlük siyasetin aracı haline getirilme çirkinliğini yaşamayacaktık. Süleyman Şah yerli yerinde duruyor olacaktı.
Bütün bunların sorumlusu YSK mıydı yani? Bu iddianızı biraz daha açar mısınız?
Evet, çünkü 2002'de DYP'nin baraj altında kalmasının birinci derecede sorumlusu YSK'ydı. Nasıl mı? Şimdi sıkı durun: Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 2003 Haziranı'nda DEHAP yöneticilerini mahkûm etti. Yargıtay da bu kararı onadı. İşlenen suç, genel seçimlere girme yeterliliğine sahip olmayan DEHAP'ın yöneticileri tarafından sahte belgeler düzenlenerek sanki bu yeterliliğe sahipmiş gibi gösterilmesiydi. İşte bu karardan sonra YSK'nın, oy dağılımını DEHAP oylarını düşerek yeniden belirlemesi gerekiyordu. Bu durumda 98 bin oyla baraj altına düşen DYP barajı aşıyordu. Yapmadı, Yargıtay kararını yok saydı! YSK DEHAP kararı ile tarihi olumsuz yönde değiştirdi. Böylece 3 Kasım 2002 seçimlerinin sonuçlarını doğrudan etkiledi. Yani YSK, 2002'den bu yana seçim güvenirliğini ve güvenliğini tesis eden değil, aksine giderek artan biçimde zedeleyen bir kurum haline geldi. Referandum uygulaması ve kararı bunların zirvesiydi!..
"TÜSİAD o dönemde bu kararları istikrar adına destekledi"
Bunu neye bağlıyorsunuz?
ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz'in YSK'yı ziyareti spekülasyonlara neden oldu o dönemde! Ama ben bugünden geriye baktığımda arkasında kim olursa olsun, yapılanların FETÖ operasyonu olabileceğini düşünüyorum. O dönemde YSK ilginç 2 karara imza attı. Birincisi Yargıtay kararının gerekleri yerine getirilmedi. İkincisi, Erdoğan'ın Siirt'ten milletvekili seçilmesi için gerekli şartlar yaratıldı. TÜSİAD o dönemde ne yazık ki bu kararları istikrar adına destekledi. Hukuku istikrar adına gözden çıkardınız da ne oldu? Hem hukuku hem istikrarı kaybettiniz! Böylece bugünlere geldik. 15 Temmuz FETÖ'cü hain kalkışması ile düğmeye basılan mükemmel fırtına veya yıkıcı bir türbülansa… İşte bakın Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, Türkiye'nin yeniden siyasi denetim altına alınmasına karar verdi. Burada YSK'nın aldığı son kararın bir etkisi olmadığını kimse söyleyemez…
"Türkiye'nin hedefi evrensel medeniyetti!"
Maalesef öyle görünüyor. Buna karşı hukuken yapılacak neredeyse hiçbir şey yok gibi. Ama biliyoruz ki bu tür bir tam kanunsuzluğun sosyal olarak sindirilmesi de neredeyse imkansız. Bu amaçla bir şeyler yapılmalı. Size göre neler yapılabilir?
Türkiye'nin hedefi evrensel medeniyetti! Tek parti rejiminden çoğulcu demokratik sisteme bunun için geçtik. Hukuk hakimiyetine dayalı siyasi ve sosyal yapı! YSK'nın tam kanunsuzluk olan kararı bu nedenle bizi Türk Milleti olarak yakıp kavursa da, tarihin en baskıcı kampanyasına rağmen Türk Milleti'nin bu gidişe güçlü bir şekilde ‘hayır' demesi, küllerimizden yeniden doğacağımıza duyduğum inancı canlı tutuyor.
Yeniden başlayacağız diyorsunuz. Nereden başlanacak? Kimlerle ve nasıl yola çıkılacak? Referandumun ardından 2019 ufku nasıl şekillenecek? CHP, Meral Akşener'in başını çektiği Devlet Bahçeli muhalifleri ve yüzde 49 bloğunu oluşturan kitlelerle 2019 ufkuna nasıl ilerleyecek?
Hepimiz biliyoruz ki ‘hayır' çok güçlü bir hayırdır! Asıl kazanan taraftır. Ama bu ‘evet' diyen vatandaşlarımızı ‘asıl kazanan biziz' diye üzmemizi haklı kılmaz. Çünkü bu iki yılda onlar da tercihlerinin ağır sonuçlarını görecekler. Çünkü ‘evet' diyen kardeşlerimiz de bunun aslında dürüst, hakkaniyete dayalı bir evet olmadığını pekâlâ biliyorlar. Onları itirafçılığa zorlamamalıyız. Aramızda önce kalpten kalbe anlaşmalıyız. Sağ olsun YSK bu doğrultuda en büyük katkıyı yaptı. Devlet imkanları ve anayasa ihlalleriyle yapılan referandum kampanyasına seyirci kalmasının üzerine, bir de kanunsuz kararıyla gayrimeşruluğu ekledi. Artık ‘evet' diyen vatandaşlarımız dahil, hiç kimse bu referandumun meşruiyetinden söz edemez. Manzara 1946 seçimlerindeki ‘açık oy gizli sayım'ından kat be kat ağırdır. Taammüden işlenmiş bir demokrasi cinayetidir. Zaten hukuk devleti yok edilmişti şimdi de kanun devletini yerle bir ettiler. Türkiye artık anayasasız bir sözde siyasi yapıdır. YSK'nın kararı bunun tescilidir; AYM Başkanı'nın ikide bir ‘Cumhurbaşkanım' deyip, onun iradesi ve istekleri karşısında temsil ettiği kurumu neredeyse bir hiç mesafesine indiren konuşması da bir başka mührüdür. Oylar mühürsüzdür ama mutlak kuvvetler birliği hakimler tarafından mühürlenmiştir. 2019 ufkunu işte bu gerçek şekillendirecektir. Yeniden doğuşu sağlayacak olan hukuk ve adalet arayışı olacaktır. ‘Hayır' diyenlerle ‘evet' diyenleri de birleştirecek olan budur: Hukukun hakimiyetindeki devletin tesisi! Yola çıkanların birleşeceği yer burasıdır.
Siz hukukun üstünlüğünün yeniden kurulacağından hâlâ umutlusunuz yani!..
Çok umutluyum çünkü biraz önce söylediğim gibi “hayır”cılara muazzam bir “evet”çi desteği gelmeye başlayacak. Cumhuriyet ve demokrasiye alışmış bu büyük millet, 2019 Kasım şafağında bir tsunami gibi gelecek! Türk Milleti'nin tarihine sandıktaki bütün oyunları ve entrikaları etkisiz bırakacak meşru bir halk hareketi olarak geçecek. İşte o zaman her şey değişecek ve güncellenmiş Atatürk ve kurucu değerlerinin kılavuzluğunda, parlamenter sistemi yeniden ihya ve inşa etmeye başlayacağız. İzmir'in dağlarında çiçekler hep açar!..
"Türk dış politikası Reza Zerrab'la takas edilecek mi?"
Ancak bir de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin Türkiye için aldığı siyasi denetim kararı gibi dış etkenler var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa Birliği masum değildir ve Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde büyük rolleri olduğunu biliyoruz. Kendi değerlerine saldırıldığı için artık eserlerine tahammül edemiyorlar. Ancak hâlâ bir ikilem içindeler. Çünkü esip üfürmesinden çok sıkılmış olsalar da kendileri için daha kullanışlısını asla bulamayacakları bir yönetim var. Bağırıyor çağırıyor ama Suriyeli sığınmacıları bakıp besliyor! Gönülleri evrensel değerlerden yana olabilir ama çıkarları hâlâ AKP'yi şöyle veya böyle desteklemelerini gerektiriyor. Bunu da el-hak referandum sürecinde de sözde ‘hayır' çıksın istiyorlarmış gibi yaparak ve kayıkçı kavgalarına destek vererek becerdiler! Bir bakan onlar sayesinde “evet”ler iki puan arttı demişti Ama mideleri yaptıklarının sonuçlarını artık kaldırmıyor. Kendi içlerinde bir tartışma yürüttüklerinden emin olabiliriz. Sopa mı havuç mu olduğu belli olmayan alametler hep bu yüzden. Mesela eski New-York Belediye Başkanı, Yahudi lobisinin güçlü şahsiyeti Giuliani'nin Sayın Erdoğan ile görüştüklerini açıklamasını bu çerçeveye yerleştirebiliriz.
Çok önemli bir açıklamaydı ama yeterince yankı bulmadı!..
Doğru. Çünkü kamuoyuna her şey ancak süzgeçten geçirilerek sunuluyor. Faiz lobisine sövgüleri duyuyorsunuz ama faizlerin iki defa artmasına karşın bir iki yer dışında çıt çıkmıyor. Ama 2019 ufku yaklaşırken artık bunları yapmak eskisi kadar kolay olmayacak! Giuliani'nin Sarraf'a yöneltilen suçlamaların niteliği ne olursa olsun, Amerika'nın ulusal güvenlik çıkarları nedeniyle iki ülkenin de davanın diplomatik yollardan çözülmesine yakın durdukları yönündeki açıklamasının amacı ne olabilir? Sarraf'a karşı Türkiye masaya ne koyacak olabilir? Türk dış politikası Rıza Sarraf'la takas mı edilecek? İşte şimdi bu kararlar alınırken tek adam rejiminin alevleri ‘evet' diyenleri de kavurmaya başlayacak. Yakıcı tecrübeden daha öğretici ne olabilir? Sonra da dış politikamızı yücelten barış idealinin “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinde de tekrar bir araya geleceğiz. 2019 Kasım şafağıyla birlikte bunları mutlaka başaracağız.