Hürriyet yazarı Taha Akyol, CHP Sözcüsü Selin Sayek Böke'nin, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK), Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'da geçersiz sayılan mühürsüz pusula ve zarfları son anda geçerli saymasının "seçimi şaibeli hâle getirdiğini" savunarak "Referandum yenilenmelidir, tekrar edilmelidir. CHP bu süreçte üzerine düşen her şeyi yapacaktır. Bunların içine Meclis’ten çekilmek de çalışmaya devam etmek de girer” diye konuşmasını doğru bulmadığını ifade etti.
Taha Akyol'un "Yüzde 51.4" başlığıyla yayımlanan (20 Nisan 2017) yazısı şöyle:
Gelişmiş demokrasilerdeki seçimlerde yüzde 51.4 oyla bir partinin iktidara gelmesi üstün bir başarı sayılır.
Nitekim Fransa’da iktidardaki Sosyalist Parti 2012 seçimlerinde 1. turda yüzde 29 oy almış, ikinci turda sol oylar birleştiği için yüzde 41 oyla iktidara gelip hükümeti kurmuştu.
16 Nisan’daki yüzde 51.4 gibi bir oy oranının buna göre hayli yüksek olduğu açıktır.
Öyleyse niye “az” olduğu söyleniyor?
Anayasa yapmak
Gözden kaçan, partilerin iktidar için yarıştığı “seçimler”le, tüm milletin hayatını yeniden düzenleyen bir “toplumsal sözleşme” niteliğinde olması gereken “anayasa yapımı” arasındaki büyük farktır.
Yüzde 51.4 oy hukuken meşrudur fakat “toplumsal mutabakat”ı yansıtmadığı açıktır.
Fransa’da denk düştüğünde yüzde 35’le bile hükümet kurulur.
Fakat General De Gaulle’ün 1958’deki anayasası yüzde 79 oyla kabul edilmiş, yurtdışı oylarla bu oran yüzde 80’e çıkmıştı.
Zira hem yapım aşamasında Komünist Partisi dışında bütün partiler katılmış hem de böyle “toplumsal mutabakat”ı yansıtan bir oyla kabul edilmişti.
İşte bu nitelik farkından dolayıdır ki, Sayın Erdoğan’ın 60. hükümet programında son derece isabetli şu ifade vardır:
“Yeni anayasa, olabilecek en geniş toplumsal uzlaşmayla hazırlanmalıdır.”
Başbakan Binali Yıldırım’ın sözleri de böyledir:
Başbakan Binali Yıldırım da “Toplumun yüzde 100’ü değilse bile büyük bir kesimini, kahir ekseriyetini kapsaması lazım” diye konuşmuştu haklı olarak. (25 Temmuz 2016)
Yanlışlardan sakınmak
Genel seçimlerde sandıktan iktidar çıkması için “olabilecek en geniş toplumsal uzlaşma”nın veya “kahir ekseriyet”in gerekli olduğunu hiç duydunuz mu?
Hatta AK Parti yüzde 37 ile iktidara geldiğinde hiç kimse bu kavramlardan bahsetmedi elbette.
Bu kavramlar seçimlerle değil “anayasa yapımı” veya “sistem değişikliği” ile ilgilidir.
Referandumun hukuken gayrimeşru olduğu iddiasını ben kabul edemem. Bunu hiçbir yetkili kurul kararlaştırmış değildir.
CHP’den yükselen “sine-i millete dönme” seslerini de doğru bulmuyorum.
Bunun yanında iktidar da şu gerçeği görmelidir: Ülkenin çok zor bir döneminde daha acil sorunları yokmuş gibi, Bahçeli ile anlaşıp böylesine bir sistem değişikliğini Meclis’ten geçirivermek ve OHAL altında referandum yapmak, hukuken geçerli de olsa siyaseten ve toplumsal olarak ciddi bir gerilim yaratmıştır.
Nasıl uzlaşabiliriz
Daha önce bu sütunda defalarca yazdım, kutuplaşmış toplumlarda “en geniş toplumsal mutabakatla” değil de kutuplaşmayla anayasa yapmak, gerilimi daha da artırır. Yazılarımda bunu belirten Albert Hircman, Hanna Lerner gibi bilim insanlarına referanslar da yaptım.
Ama öyle bir sistem değişikliği yapıldı ki, Başdanışman Prof. Şükrü Karatepe, yapım hatalarını gördüğü için olsa gerek, “3 sene 5 sene; baktık olmuyor, toplanır Parlamento tekrar değiştirir” diye konuşma ihtiyacını duydu.
Referandum kampanyası da çok gergin yürütüldü.
Ne yapmalı sorusuna cevap vermek zor.
Ancak itidal diyebilirim.
Yeni bir anayasa yapılması için bütün partilerin katılımıyla, Cemil Çiçek zamanında olduğu gibi bir süreç başlatılması belki tansiyonu düşürür; “denetim ve denge” unsuru tam, yargı bağımsızlığı eksiksiz yeni bir anayasa...
Bunu Kemal Kılıçdaroğlu söyledi; eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da Konya konuşmasında söylemişti:
“17 Nisan sabahı itibarıyla devletimizin yeniden tanzimi ve o çerçevede tamamıyla insan hakları ve özgürlüğe dayalı yeni anayasanın önünü açma günüdür.”