20 Nisan 2020 19:50
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, belediyelere getirilen ekmek yasağının ardından AKP ve MHP'den gelen "paralel yapı" sözlerine yanıt vererek, "Arsız kendini güçlü sanınca, haklıyı suçlu çıkarmaya çalışırmış. Dün,Türkiye Cumhuriyetinin; Adliyesini, dâhiliyesini, hariciyesini, maliyesini, harbiyesini ve milli eğitimini paralel devlet yapılanmasına teslim etmiş bir siyasi kadronun, bu yapıya yıllarca övgüler düzmüş, iltifat etmiş önde gelen bir mensubu, salgında millete ücretsiz ekmek dağıtan belediyelerimizi “paralel yapıya” benzetme cürretini göstermiş. Hadi kuldan utanmanız yok, Allah’tan da mı korkunuz yok?" ifadelerini kullandı.
Öztrak, Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamaoğlu'na salgına karşı yürüttükleri bağış kampanyaları nedeniyle başlatılan soruşturmaları ve Adana Büyükşehir Belediyesi'nin hazırladığı sahra hastanelerinin mühürlendiğini hatırlatarak, "Milletle bağı kopanlar, üstüne üstlük bir de millete hizmet götürmeye çalışan belediyelerimizi de engellemeye çalışmaktadırlar. Saray, salgında halkın canına, aşına, işine sahip çıkmak yerine siyasi hesap ve hınçla hareket etmektedir" dedi.
CHP Parti Sözcüsü Öztrak, CHP Genel Merkezin'de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
"Bu sabah üzücü bir haberle güne başladık… Türkiye’nin Salda Gölü’ne sahip çıkma mücadelesiyle tanıdığı, Yeşilova Belediye Başkanımız ve kıymetli eşi dün gece evlerinde silahlı bir saldırıya uğradı. Saldırıyı lanetliyoruz. Başkanımız ve eşi şu anda tedavi altındalar. Hem Başkanımıza hem de eşine acil şifalar diliyoruz. Tüm Yeşilova halkına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Biliyorsunuz bir süredir saray hükümeti, Belediye Başkanlarımız üzerinde, acımasız bir ötekileştirme kampanyası uyguluyor. Bu tutum öyle anlaşılıyor ki bazı it kopuklara da cesaret vermiş. Saldırıyı yapanların bir an evvel adalet önüne çıkarılmasını kolluk güçlerinden bekliyoruz. Biz bu olayın peşini bırakmayacağız. Süreci takip edeceğiz.
Bu hafta büyük bir bayramı, büyük bir doğum gününü, millet iradesinin vücut bulduğu Gazi Meclisimizin 100 yaşını kutlayacağız. Büyük Önderimiz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle: “Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin yüzyıllar süren arayışının bir özeti ve onun kendi kendisini yönetme bilincinin canlı bir örneğidir.” Türk ulusu, 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi'ni kurarak büyük uyanışını gerçekleştirmiş, kendini yönetme iradesini somutlaştırmıştır. Kurtuluş savaşımız; dünyanın en güçlü devletlerine karşı, eşsiz komutan ve devlet adamı Atatürk'ün önderliğinde, Gazi Meclisimizin yönetiminde kazanılmış, ulusal egemenliğimizin, bağımsızlığımızın, cumhuriyetimizin ve demokrasimizin temelleri bu Meclis’te atılmıştır. Atatürk bu bayramı, milletin geleceği olan çocuklara armağan etmiştir. Vatanın bağrında 100 yıldır kök salan bu asırlık çınar, “Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu” yedi düvele göstermeye ve ulusumuzun “çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne yükselme” iradesinin tecelligahı olmaya devam edecektir. Bu vesileyle, Gazi Meclisimizin 100. yılında, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, bu toprakları bizlere vatan yapan, kurtuluş savaşımızın tüm kahramanlarını, tüm şehitlerimizi, tüm gazilerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.
Gönül isterdi ki, bu büyük bayramı sokaklarda, caddelerde, büyük kalabalıklarla ve sevdiklerimizle kol kola kutlayabilelim. Ancak olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Korona salgını nedeniyle tedbiri elden bırakmamalıyız. Milletimizden istirhamımızdır. Bu büyük bayramı, bu yıl evlerimizde, coşkuyla kutlayalım. Ay yıldızlı bayraklarımızı, evlerimizin camlarına, balkonlarımıza asalım. Çocuklarımızı evlerimizde sevindirelim, tedbiri elden bırakmayalım. Sosyal mesafe kurallarına uyalım. Bu zor günleri beraberce aşma irademizi, Gazi Meclisimizin kurulduğu koşulları hatırlayarak koruyalım.
Bu arada TBMM Başkanı 23 Nisan’da, TBMM Genel Kurul’unda yapılacak özel bir oturuma Cumhurbaşkanının katılmayacağını söyleyerek, diğer parti liderlerine de oturuma katılmamalarını önerdi. Sayın Başkan, siz Meclisin Başkanı mısınız? Yoksa Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı mısınız? Bu öneri Gazi Meclisimizin Başkanına hiç yakışmamıştır.
Evet, şu an salgınla mücadele ediyoruz. Tedbirler önemli. Diğer taraftan, daha geçtiğimiz hafta tüm tedbirleri alarak, infaz yasası, YÖK yasası ve diğer yasaların çıkarılması için sosyal mesafe tedbirlerine uyularak toplanan meclis, elbette kuruluşunun 100. yılında da toplanmalıdır. Dahası, o gün Genel Kurul’da yapılacak oturumda, partileri, liderleri temsil etmelidir. Meclis, grup ve parti yöneticileri onlara eşlik etmelidir. Milletvekili arkadaşlarımız bu oturumu; sosyal mesafe kuralları çerçevesinde ya Meclis’te ya da evlerinden izleyebilirler. 100. yılında, Meclisimizin şanına yakışan; millet iradesinin tecelligahı olan TBMM’nin kürsüsünden, milletimize parti liderlerinin seslenmesidir. Bu aynı zamanda, içinden geçtiğimiz zor günlerde, milletimiz için de büyük bir moral olacaktır.
Zor günlerden geçiyoruz… Zor günler: İyileri kötülerden, diğerkâmları bencillerden, cömertleri cimrilerden, hasbiyi hesapçıdan ayrıştırır… Cumhuriyet Halk Partisi olarak, salgının başından bu yana samimi bir şekilde, milletimizin yükünü azaltmaya çalışıyoruz ve iyilikte yarışıyoruz, yarışmaya da devam edeceğiz. Biliyoruz ki milletimizin sırtındaki yük her gün daha da ağırlaşmaktadır. Salgın bir yandan insanlarımızın yaşamını, diğer yandan geçimini tehdit etmektedir. İşsizlik, pahalılık, mutfaktaki yangın milletimizi bezdirmektedir. Ülkeyi yönetenler ise saraylarına, köşklerine kapanmış, milletin sıkıntılarından kendilerini izole etmiş, millet ne yer, ne içer dönüp bakmamaktadırlar bile…
Milletle bağı kopanlar, üstüne üstlük bir de millete hizmet götürmeye çalışan belediyelerimizi de engellemeye çalışmaktadırlar. Saray, salgında halkın canına, aşına, işine sahip çıkmak yerine siyasi hesap ve hınçla hareket etmektedir. Şu açıkça görülmektedir: Saray virüsle değil, CHP’li belediyelerin verdiği hizmetlerle mücadele etmektedir. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarımıza yardım kampanyaları nedeniyle açılan hukuksuz soruşturmalar, belediyelerin yıllardır halka yemek dağıtan aş evlerinin bile hesaplarına el konması, Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin halka ücretsiz ekmek dağıtmasının yasaklanması son olarak da Adana Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı sahra hastanesinin yerini mühürlenme girişimi, Sarayın derdinin millet olmadığını açık seçik ortaya koymaktadır. Halkımız, kibir abidelerinin siyasi husumet ve kinle, millete verilecek hizmetlere engel olmasını, salgında millet canıyla, aşıyla uğraşırken dahi kendi siyasi ikballerini düşünenleri elbette unutmayacaktır. Seçim sandığı önüne geldiğinde bunun hesabını sormayı bilecektir.
Herkes müsterih olsun. Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, sarayın tüm engellemelerine rağmen, hemşehrilerine hiçbir ayrım yapmadan hizmete, azimle, kararlılıkla devam edeceklerdir. İyilikte yarışımız sürecektir. Bundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmamalıdır.
Arsız kendini güçlü sanınca, haklıyı suçlu çıkarmaya çalışırmış… Dün, Türkiye Cumhuriyetinin; adliyesini, dâhiliyesini, hariciyesini, maliyesini, harbiyesini ve milli eğitimini paralel devlet yapılanmasına teslim etmiş bir siyasi kadronun, bu yapıya yıllarca övgüler düzen, iltifat eden önde gelen bir mensubu, salgında millete ücretsiz ekmek dağıtan belediyelerimizi “paralel yapıya” benzetme cüretini gösterdi. Hadi kuldan utanmanız yok, Allah’tan da mı korkunuz yok? Milletimizin oylarıyla seçip göreve getirdiği, anayasamızın devletin ayrılmaz bir parçası olarak tarif ettiği belediyelerimize ve onun başkanlarına hangi akla hizmetle “paralel yapı” dersiniz? Atalarımız boşa dememiş; “Çalıda gül bitmez, arsıza söz yetmez” diye.
İzahı olmayan şeylerin mizahı olur. Beş koyun gütmeyi ağızlarından düşürmeyenler, şimdi millete beş maskeyi dağıtamıyor. İlkin vatandaşa maskeyi parayla satacağız dediler. Baktılar bizim belediyeler maskeleri ücretsiz dağıtıyor, bundan derhal vazgeçtiler. “Vatandaşa karneyle maske vereceğiz, onu da PTT eliyle dağıtacağız” dediler. Bunu da yapamadılar. Sonra “maskeyi eczanelere vereceğiz, maskenin kodunu da milletin cep telefonlarına atacağız” dediler. Onu da beceremediler. Kolonya vadetmişlerdi, ondan vazgeçtik, 1 aydır millete 5 maskeyi dağıtamadınız. Ama caka satmak uğruna İngiltere’ye, İspanya’ya, İtalya’ya uçak dolusu maskeler yolladık diyorsunuz. İngiliz, İtalyan, İspanyol bizim gönderdiğimiz maskeleri takıp dolaşırken, milletimizin hala kod beklemesinin izahı olmayınca da mizahı oldu. Bu iş Temel fıkralarına kadar girdi.
Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Bunun için hatırlatmakta yarar var. Vatandaşın bağışladığı bir yüzükle siyasete başladıklarını her yerde anlattılar. 17 yıllık yönetimlerinde; 2 trilyon 346 milyar dolar kaynak toplayıp harcadılar. Sonunda da, milleti geçinebilmek için 30 yıldır parmağında taşıdığı alyansı satma noktasına getirdiler. Şimdi soruyoruz, nereye harcadınız bu paraları? Tık yok. İster istemez akla o meşhur tekerleme geliyor: Ağaç nerde? Balta kesti. Balta nerde? Suya düştü. Su nerde? İnek içti. İnek nerde? Dağa kaçtı. Dağ nerde? Yandı bitti kül oldu.
Yanıp, bitip, kül olan sadece toplanan vergiler, alınan iç ve dış borçlar, satılan kamu malları değil. Merkez Bankası’nın ihtiyat akçeleri, İşsizlik Sigortası Fonu’nun paraları da bu beceriksiz ve müsrif yönetim tarafından tüketildi, yandı bitti kül oldu. Şimdi milletin aşını, işini koruyacak tedbirleri gerektiği gibi alamıyorlar. Bu nedenle, G-20 ekonomileri içinde, milli gelirine oranla, verilen desteklerde sondan 6. sırada kaldık.
İnsanlarımız canı ile cüzdanı arasına sıkıştı boğuluyor. Salgınla mücadele amacıyla; kahvehanesinden, berberine, düğün salonundan, tiyatrosuna 144 bin 690 işletmenin kapısına kilit vuruldu. Berber, kuaför, güzellik salonlarında çalışan 540 bin çalışanımız şimdi evinde oturuyor. AVM’lerde çalışan 523 bin yurttaşımız faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünüyor. Kahvehaneler kapandı, 259 bin kişi günlük yevmiyesini kaybetti. Okul ve yurt kantinlerinde 150 bin civarında emekçi işinden oldu. Aşçı, garson, komi evde oturuyor. Otobüs, minibüs, taksi çalışmıyor. Sanatçılar sanatlarını icra edemiyor. Bu insanlar ne yiyor ne içiyor? Ülkeyi yönetenler bunları düşünüyor mu? Düşünseler çare üretirlerdi. Sadece bahane üretip şikâyet ediyorlar.
Partimizin hemen her açıklamasında diğer ülkelerin neler yaptığını, bu ülkelerin yurttaşlarının aşını, işini nasıl koruduklarını somut örnekleriyle anlatmaya çalışıyoruz. Saray hükûmetine yetmiyor çözüm öneriyoruz. Bir kez daha tekrarlıyoruz: Salgınla mücadele çerçevesinde kapatılan işyerlerinde, lokantada, kahvede, berberde, tiyatro ve düğün salonlarında çalışanların, maaşlarının büyük kısmını devlet versin. Kepenk kapatan esnafa, KOBİ’ye; salgın nedeniyle mahrum kaldığı kazancının bir kısmını devlet hibe olarak versin. Esnafın, KOBİ’nin devlete olan kirasını ve vergisini hem de faiziyle ertelemek çözüm değil. Özellikle küçük esnaflara, bu dönemde ödedikleri kira karşılığında hibe verin. Duran otobüsün, minibüsün koltuklarının bir kısmını üç aylığına devlet olarak siz kiralayın. Çalışmayan turizmciye, mazot, gübre, ilaç, tohum, yem almakta zorlanan çiftçinin geçmiş kredilerini faiziyle ertelemek yerine, doğru düzgün nakit desteği verin. Bu arada çay hasadı yaklaşıyor. Dolayısıyla tarım işçilerinin yerlerine gitmeleri gerekiyor. Devlet tarım işçilerini çalıştıkları yerlere gönderebilmek ve Korona Virüsüne karşı gerekli önlemleri almak bakımından gerekli desteği vermesi lazım. Bakın, tarım işçileri eğer tarlalara giremezlerse önümüzdeki dönemde gıda güvenliğimiz riske girer. Bir başka trajikomik bir olay, şimdi sokağa çıkma yasağı ilan edildi doğru. Çiftçiler bundan muaf tutuldu doğru. Çiftçilerin çiftçi kayıt belgesi almaları gerekiyor. Hayvancı çiftçi kayıt belgesi almak için Tarım İl Müdürlüğüne gittiğinde 10 lira, tarımcıda yine Tarım İl Müdürlüğüne gittiğinde 6 lira bağış yapmak zorunda tutuluyor. Arkadaşlar, son derece zor günlerden geçiyoruz. Zaten çiftçi bitmiş bu bağışlar nereden çıktı? Önce maskeyi parayla satmaya çalıştınız, şimdi ÇKS belgesini tutup çiftçiye parayla veriyorsunuz.
Çok açık söyleyeyim, bu parayla vermelerden, krediyle işleri çözmekten vazgeçin. İhtiyaç sahibine, işsize borç değil destek verin, çalışanın işte kalması için maaşının en azından bir kısmını ödeyin. Esnafa, KOBİ’ye, çiftçiye mahrum kaldığı gelir kadar sermaye verin. KOBİ’lere verilecek destek kredilerini bankaların insafına bırakmayın. Kendi belirlediğiniz şartlarla uygun anapara ve faiz ödeme imkânlarıyla ve ihtiyaç duyan tüm işletmelere kredinin tahsis edilmesini sağlayın. Bunun için gereken finansmanı verin. Bu taahhütlerin arkasına devletin gücünü koyun. Kurbağanın gözü patlamadan, hazinenin musluklarını açın. Sosyal devlet hangi günler için var? Bugünler için var. Milletimiz yediği ekmeğin, içtiği suyun vergisini veriyor mu? Veriyor. Hatta verginin de vergisini alıyorsunuz. Millet bu kadar fedakârlık yapıyorsa, bu devlet te milletinin zor gününde yanında olmalıdır, olmak zorundadır. Bu ülke elbette güçlü bir ülkedir. Bu devlet elbette güçlü bir devlettir. Ancak at sahibine göre kişnemektedir. İktidar olmak muktedir olmayı gerektirir. Eğer devletin tüm imkânlarıyla beraber, bu milletin zor gününde yanında duramıyorsanız o koltuğu bırakıp çekip gideceksiniz.
Biz günlerdir milletimizin çıkarlarını her şeyin önüne koyarak, Saray hükümetine iyi niyetle yol göstermeye çalışıyoruz. Milletimiz daha fazla acı, sıkıntı çekmesin istiyoruz. Ama damat bakan ya kendisine yol gösterenleri suçluyor, ya da birilerini şikâyet ediyor. İktidar koltuğu, şikâyet makamı değildir. İktidar koltuğu çözüm makamıdır. Siz çözüm bulacaksınız. Ekonomide en önemli sermaye güvendir. Güven, avucumuzun içindeki kuşa benzer. Çok sıkarsak boğulur, çok gevşetirsek uçar gider. “Piyasalara ve tüm ekonomik aktörlere güven verecek bir programı hazırlayın” demekten dilimizde tüy bitti.
Damat Bakan bu yıl yüzde 5 büyüme hedefine sıkı sıkı sarılıyor. Uluslararası kurumlar ise yüzde 5 daralma öngörüyor. Yine uluslararası bir danışmanlık şirketinin ülkemizde 250’den fazla firmayla yaptığı ankete göre, firmaların yüzde 80’i bu yıl yüzde 3’ten fazla bir daralma bekliyor. İş dünyası da Hazine ve Maliye Bakanı’na anlaşılan pek itimat etmiyor. Ama biz yüzde 5 hatta daha fazla büyümeyi istiyoruz. Bakanın bu hedefi yakalama taahhüdünü ciddiye alıyoruz. Ancak yüzde 5 hedefini tutturamaz, millete taahhüdünü yerine getiremezse de kendisinden koltuğu boşaltmasını bekliyoruz.
Hükümeti bir kez daha uyarıyoruz. Bir an evvel bir kriz masası oluşturun. İlkin ekonomi bürokrasisi içerisinde koordinasyonu sağlayın. Daha sonra Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplayın, toplumun tüm kesimleriyle bir araya gelin. Onların sorun ve beklentilerini dinleyin. Ortak aklı arayın. Ardından bu yılın büyüme, enflasyon, cari açık, işsizlik hedeflerini ve tüm temel makro göstergeleri gerçekçi bir şekilde revize edin. Salgın bittiğinde izleyeceğiniz stratejiyi açıklayın. Olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde hem parasal hem mali gevşeme olabilir. Finansal sistemi düzenleyen denetleyen çerçeve gevşetilebilir. Bunların hepsi anlaşılabilir, makul karşılanabilir. Yeter ki yeni bir hikaye yazın, tüm bunlar güven veren bir program dâhilinde saydam bir biçimde, güven veren bir biçimde tüm kesimlerin adalet duygusunu kazanmış olarak ve sonrasında izlenecek politikalar da açıklanarak yapılırsa bu iş olur.
Sözlerle eylemleriniz tutarlı olsun. Ama kusura bakmayın Damat Bakan ne söylüyor tamburası ne çalıyor? Bakan, karşılıksız para basmanın ülkeyi nereye götüreceğinin belli olmadığından bahsediyor, ama Merkez Bankası matbaası bugünlerde sürekli para basıyor. Son bir ayda Merkez Bankası 28,5 milyar liralık Hazine kâğıdı almış. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan kağıtları almış, karşılığında da 35 milyar lira para basmış. Peki, bu bastığınız paranın dolar karşısındaki değerini koruyacak takatiniz var mı? O belli değil. Bol miktarda laf var ortada. Bakan “yurt dışında hiçbir kuruluşla görüşmüyoruz” diyor. Ama net döviz rezervimiz 15 milyar doların altına inince doların değeri 7 liraya yaklaşınca, Merkez Bankası Başkanı hafta sonunda apar topar çıkıyor “Diğer Merkez Bankalarıyla SWAP görüşmelerinin devam ettiğini” açıklıyor. Tabi yine ne damattan ne de kayın babasından ses yok.
Dediğim gibi hem parasal hem de mali gevşeme olabilir. Ancak bu: Ülkemizin üretim ve büyüme potansiyelini tahkim eden, işçiyi ve işyerini koruyan, aynı zamanda güvenlik çapalarını ve çıkış stratejilerini de ortaya koyan, güçlü bir ekonomik programın parçası olarak tasarlanmalıdır. Bu yapılabilirse çok sorun çıkmaz. Yapılmazsa ödeyeceğimiz fatura çok daha kabarır.
Bu arada sadece ekonomi cephesinde değil, sağlık cephesinde de kesin, katı ve yaygın tedbirlere ihtiyacımız devam ediyor. Salgında yaşamını yitiren yurttaşlarımızın sayısı 2 bin 17’ye çıktı. Hastalığa yakalananların sayısı ise 86 bin 306’ya ulaştı. İki gün önce komşumuz İran’ı geçmiştik. Dün de Koronavirüs'ün dünyaya yayıldığı Çin’deki vaka sayısını aştık. Şu anda dünya üzerinde en çok korona vakası olan 7. ülkeyiz. Tüm kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, sevenlerine sabır, hastalarımıza ise bir kez daha acil şifalar diliyoruz. Genel bir karantina, hem insanlarımızın yaşamını korumak, hem de ekonomimizin içine düştüğü badireden en az hasarla çıkmasını sağlamak için hala en etkili silah olarak duruyor. Son dönemde test sayısında artış olsa da, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı verilerine göre nüfusuna göre en az test yapan ülkelerden biriyiz. Her 1.000 kişiden 5 kişiye test yapabiliyoruz. OECD ortalaması ise 15 kişi. Bu nedenle ihtiyatı ve tedbiri hiçbir şekilde elden bırakmamalıyız.
Ülkemiz sadece Koronavirüle değil, bir de sarayın hubris hastalığıyla yani kibir hastalığıyla mücadele ediyor. Saray; müellifinin kendisi olmadığı, kendisinin sansüründen geçmeyen bir haberin okunmasından, birilerinin “kral çıplak” demesinden çok rahatsız oluyor, çok korkuyor. Rüşveti vereni hapisten salarken, rüşveti yazan gazeteciyi hapiste tutuyor. Hoşuna gitmeyen yayınlara RTÜK sopasını yapıştırıveriyor. Tele-1’e, Halk TV’ye, FOX TV’ye ölçüsüz para cezaları ve yayın durdurma cezaları kestiler. Ekranları karartıyorlar, vatandaşa doğru bilgi veren sesleri kısmak istiyorlar. Son olarak Cumhuriyet gazetesi hedefte… Damat, Kanal İstanbul güzergâhında arsa aldığı haberini yapan muhabire dava açıyor. Haber yalan mı? Değil. Kanal İstanbul güzergâhında arsa aldığını bakanın avukatı da doğrulamış. Peki, bu dava neyin nesi? Sarayın iletişim sorumlusu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden boğaza nazır Hazine arazisini kiralıyor. Tabii ki, haber oluyor. Bu habere terör soruşturması açılıyor. Sonra da yayın yasağı getiriliyor. Rize’de 80 yaşında bir dede, sosyal medyadan yapılan bir paylaşımı beğendiği için, Cumhurbaşkanına hakaretten karakolda ifadeye götürülüyor.
Sarayın atadıkları da sarayın izinden gidiyor. Atalarımız ne demiş “ön teker nereye arka teker oraya”. Açız diyen vatandaşa, “geber” diyen bürokratlar bunlarda, canını ortaya koyan sağlıkçıya, “sırtımıza yük oldular” diyen valiler bunlarda. Milletin seçtiği vekillere güya gözdağı vermek için fezlekeler hazırlayıp Meclis’e gönderen savcılar bunlarda. Milletvekili Ümit Özdağ TBMM kürsüsünde bir konuşma yapıyor. Bu konuşmayla ilgili olarak savcılık fezleke hazırlıyor. Bu kabul edilemez. Milletvekillerinin TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmalar, “mutlak yasama sorumsuzluğu” kapsamındadır. Bu anayasamızın açık bir hükmüdür. Savcının böyle bir hususta fezleke düzenlemesi, anayasamızın açık ihlalidir. Anayasa suçudur. Meclis Başkanı’nın bu konudaki sessizliği ise bir hayli düşündürücüdür. Meclis Başkanı’na buradan sesleniyorum, bu fezlekeyi işleme koymadan derhal iade etmeniz gerekir. Adalet ve zulüm aynı yerde barınmaz.
Sözlerimin sonuna gelirken biz de saray hükümetine bazı sorular sormak istiyoruz: Rusya’dan, 2,5 milyar dolar para vererek, S-400 silah sistemleri satın aldınız. Erdoğan, S-400’lerin Nisan ayında aktive edileceğini ifade etmişti. Nisan ayının sonuna yaklaşıyoruz. Soruyoruz: S-400’ler aktive edildi mi, edilmedi mi? Bunun cevabını bekliyoruz.
İkinci sorumuz: Peşkeş çekilen Sakarya’daki Tank Palet Fabrikası’na Katarlıların 50 milyon dolar yatırım yapacağı söylenmiştiniz. Bu yatırım yapıldı mı millet adına bunu da bilmek istiyoruz.
Üçüncü sorumuz: Önceki haftalarda sorduğumuz ve cevaplamadığınız için bu hafta bir kere daha sormak zorunda kaldığımız bir soru: Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprüleri için; 2019’a ait geçiş garantileri kapsamında, Hazine’den Nisan ayında 2 milyar 720 milyon TL ödeme yapılması gerekiyordu. Bu ödemeyi yaptınız mı? Bu ödemeyi neyle yaptınız? Bu geçiş garantilerini milletten topladığınız yardımlarla mı ödediniz?
Sözlerimin sonunda, vatandaşlarımıza sokağa çıkmama konusunda gösterdikleri hassasiyet için bir kere daha teşekkür ediyorum. Ayrıca, herkes evdeyken dışarıda görev yapan; başta sağlıkçılarımız olmak üzere tüm kamu görevlilerine, esnaflarımıza ve diğer çalışanlara, bu süreçte emek veren herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi sorularınız varsa alayım burada bulunan arkadaşlardan. Yine bize iletilen sosyal medya aracılığıyla sorularını gönderen arkadaşların sorularını da Necati Bey bize soracak.
Faik Öztrak Soru cevap kısmında şunları söyledi:
Soru- Efendim bir diğer soru da infaz düzenlemesiyle ilgili. İnfaz düzenlemesini Anayasa Mahkemesi başvurusu ne zaman yapılacak? İlk olarak şekil yönünden mi, esas yönünden mi başvuru yapılacak ve neden diye bir soru.
Faik Öztrak: "İlk olarak şekil yönünden müracaat edeceğiz. Geçmişte bunun örnekleri var, infaz yasalarının af yasasına dönüşmesiyle ilgili olarak. Tabi şekil yönünden itirazlarımızı 7 gün içinde yapmak zorundayız. Ondan sonrada esas bakımından itiraz yapmak gerekiyorsa 60 gün içinde onu da yapacağız… gerek kalırsa."
Soru- Efendim son soru da şöyle, Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün Başakşehir Şehir Hastanesi açılışında “Buranın yolunu yarım yalamak bırakan İstanbul’un bir Belediye Başkanı var. Hemen Ulaştırma Bakanımızı devreye soktuk, ulaşımda artık herhangi bir sıkıntı olmayacak” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu konuyla ilgili yorumunuz ya da cevabınız en olacaktır?
Faik Öztrak: "Şimdi biraz önce hubris ya da saraya musallat olan kibir hastalığından bahsetmiştim. Ama anlaşılan mitomanya hastalığı da saraya bulaşmış durumda. Zaten “kişi başkasını kendisi gibi bilirmiş” demişler. Şimdi bakın, bu artık mitomaninin en somut örneği... Bu yolun ihalesi 2015 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanmış. Yol yapım işi için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı bu işi üstlenmiş ve aynı yıl İstanbul genelinde projesiz bir torba ihale kapsamında bu işin yapılması öngörülmüş. İhalenin ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi hastane çevresindeki yolları yapmaya başlamış ve 580 milyon lira harcamış.
Açılıştan haftalar önce çekilen görüntülerden de anlaşılacağı üzere kara yoluyla hastaneye ulaşmanın mümkün olduğu ortada. Yani burada sıfırdan bir yol yapılmamış eksikleri olan bir yolu tamamlamış Ulaştırma Bakanlığı. Peki bu inşaatı kim durdurmuş? Cumhurbaşkanına bakarsanız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu. Bakın ben size söyleyeyim kim durdurmuş. İnşaat 2018 yılı Temmuz ayında durdurulmuş. Daha o tarihte Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı değil. Yol inşaatını durduran kim? O gün İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki Genel Sekreter Yardımcısı. Şimdi o kişi hangi görevi yapıyor? Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Sayın Adil Karaismailoğlu. Şu anda Ulaştırma Bakanlığı görevini yapıyor. Durduran kim? Adil Karaismailoğlu. Onun imzası var. Peki bu hastane ve yol inşaatını neden durdurmuş Sayın Karaismailoğlu? İnşaatı yapmakta olan müteahhide, torba şeklinde verilmişti ya, orayı bırak Dolmabahçe Ortaköy Karayolu inşaatına yönlen demiş. O inşaat hastane yoluna tercih edilmiş.
Burada kim kabahatli arkadaşlar? Ve 2018’de durdurulan bu iş daha sonra da devam etmemiş. Peki yeni İBB yönetimi buna niye devam etmedi, edemedi? Çünkü yolun ödeneğini tünel inşaatına harcamışlar. Bütçede de yol için yeni bir ödenek koymamışlar. İBB’nin yeni yönetimi hastane yolunun yapımı için gerekli girişimlerde bulunmuş. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talebiyle İstanbul Valiliği’nde 25 Aralık 2019 günü vali başkanlığında bir toplantı yapılmış. Kaynakların geçmiş dönemde harcandığını ve kaynak ihtiyacı nedeniyle bu yolun devam edemeyeceğini Sayın İmamoğlu açıkça belirtmiş. Vali Ulaştırma Bakanlığı’nı devreye sokmak için çalışacağının altını çizmiş, Belediye Başkanımız da valiliğimize bu girişimi için teşekkür etmiş.
Yolla ilgili tüm gerçekler bu. Durduran daha önceki yönetim. Yolun ödeneğini harcayan daha önceki yönetim. Yolun yapılması için gayret gösteren, valiliğe başvuran, ödenek talebinde bulunan da bugünkü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu. Yolla ilgili tüm gerçekler bu.
Bir de hastaneye giden metro inşaatı var. Şimdi Başakşehir Kayaşehir metro hattının inşaatına herhangi bir kredi anlaşması yapılmadan tamamen öz kaynaklarla finanse edilmek üzere 2017 yılının Mart ayında başlanmış. Ancak aynı yılın Aralık ayında dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Mevlut Uysal’ın 131 sayılı yazısı ile hattaki tüm çalışmalar durdurulmuş.
Hiçbir kredi verilmeyen hattın bitmesi için şu anda çok ciddi bir kaynağa ihtiyaç varmış. Kamuoyuna söylendiği gibi metro çalışmasının devamı konusunda herhangi bir adımda atılmış değilmiş. İnşaatın devam etmesi adına İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak devlete bir çözüm önerisinde bulunmuş Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız. İller Bankası’ndan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne sağlanan 100 milyon Euro ile metroyu 2020 yılı bitmeden hastaneye kadar ulaştırmak mümkün. Eğer saray hükümeti tezvirat anlatmayı bırakıp bu çözüm önerimizi dikkate alırsa hastaneye ulaşımda çok büyük bir rahatlık sağlanacaktır."
© Tüm hakları saklıdır.