CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Ünal Çeviköz, Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz'un Afgan göçmenlerle ilgili, "İnsanlar kaçmak zorundalarsa Türkiye'ye gitmelerini daha doğru görüyorum" sözlerine ilişkin, "Kurz’un insan haklarına saygıdan uzak ve ülkemize tahakküm edici bir yaklaşımla söylediği ifadelerini eshefle karşıladığımızı belirtmek isterim. Avusturya’nın eşit sorumluluk üstlenme yükümlülüğü vardır. Türkiye, Sayın Kurz’un söylediği gibi Afganistan’ın komşusu da değildir, Sayın Erdoğan’ın söylediği gibi ‘Taliban’ın inancıyla ters yanı olmayan’ bir ülke de değildir. Taliban vahşetine ilişkin görüntülere bakıldığında bizim inancımızla ne kadar ters oldukları da net olarak anlaşılır” dedi.
CHP Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, CHP Dış Politika danışma grubu toplantısının ardından Genel Merkez'de basın açıklaması yaptı.
Çeviköz, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Afganistan'da bulunmasını, Afgan göç dalgasını ve Avrupa Birliği'nin (AB) göç konusundaki açıklamalarını değerlendirdi.
Çeviköz, Avusturya Başbakanı Kurz'un, "Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa, herkesin Almanya ya da İsveç’e gelmesindense Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru görüyorum" sözlerine, "İnsan haklarına saygıdan uzak ve ülkemize tahakküm edici bir yaklaşım. Eshefle karşıladığımızı belirtmek isterim. Avusturya’nın eşit sorumluluk yükümlülüğü vardır" karşılığını verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Taliban’ın inancıyla ters yanımız yok" açıklamalarına "Taliban vahşetine ilişkin görüntülere bakıldığında bizim inancımızla ne kadar ters olduğu anlaşılır" sözleri ile değerlendiren Çeviköz'ün açıklamaları şöyle:
"Afganistan'da askeri görev sürdürmek için gerekli meşruiyet ortadan kalkmıştır"
İktidar Kabil Havaalanı’nın güvenliğinin sağlanmasına talip olduğunu açıklamıştır. Bu görev, muharip olmayan unsurlarla yönetilebilecek bir görev değildir. İktidar, mevcut Afganistan tezkeresiyle alınan yetkinin geçerli olduğu izlemini yaratmaya çalışmaktadır oysa bu yaklaşım gerçeği yansıtmamaktadır. Bugünkü koşullarda NATO misyonlarının sona erdiği, bu görevlere katkı sağlayan askeri unsurların çekildiği Afganistan’da, Türkiye’nin askeri bir görev sürdürmesi için gerekli meşruiyet zemini ortadan kalkmıştır. Böyle bir meşruiyetin bulunmadığı bir ortamda, askeri varlığımızın Afganistan’da bulunması için ısrar etmek çok ciddi riskler ve tehlikeler içermektedir. İktidar, öyle anlaşılıyor ki; ABD’nin görünürde Afganistan’da çekilme kararıyla birlikte ülkemizi çok tehlikeli sorumlulukların altına sokmak ve Mehmetçikleri ateşe atacak hamlelerde bulunmak istemektedir. Biz buna razı değiliz.
"İdlib'te yaşanan acıların Afganistan'da yeniden yaşanmasını istemiyoruz"
İdlib’te yaşanan acıların Afganistan’da yeniden yaşanmasını istemiyoruz. Üstelik örgütlü ve Afganistan’da geniş bir alanı kontrol eden Taliban’a karşı, Mehmetçiği bile bile ölüme göndermek olarak görüyoruz. Ülkenin yüzde 80’inden fazlasını kontrol eden Taliban’ın hedefinin Kabil havaalanı olacağı açıktır. Taliban sözcüsünün Afganistan’da kalmaları durumunda Türkiye’yi işgalci güç sayacakları uyarısını iktidar, ‘iletişim kazası’ olarak nitelendirmiş ve ülkemize yönelik tehditlere cevap dahi verememiştir. Taliban’ın Türkiye açıklamasına gerekli tepkiyi gösteremeyen iktidar mensuplarının askerlerimizi Taliban’a karşı nasıl koruyacağı büyük bir soru işaretidir. İktidara bu konudaki yanlışından dönmesi için bir kez daha çağrıda bulunuyoruz.
"Avusturya'nın eşit sorumluluk yükümlülüğü var"
Taliban’ın ilerlemesi ile birlikte Afganistan’dan ülkemize yönelen göç dalgası da tarafımızca yakından izlenen bir diğer konudur. Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz’un ABD askerlerinin çekilmesiyle Afganistan’dan başlaması beklenen yeni göç dalgasıyla ilgili olarak; insan haklarına saygıdan uzak ve ülkemize tahakküm edici bir yaklaşımla söylediği ‘Eğer insanlar kaçmak zorundalarsa, herkesin Almanya ya da İsveç’e gelmesindense Türkiye gibi komşu ülkeleri ya da Afganistan’ın güvenli bölgelerini kesinlikle daha doğru yer olarak görüyorum’ ifadelerini eshefle karşıladığımızı belirtmek isterim. Avusturya mültecilerin statüsü hakkında, 1951 Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi’ne taraftır. Ve bu sözleşmeden kaynaklanan eşit sorumluluk üstlenme yükümlülüğü vardır. Türkiye, Sayın Kurz’un söylediği gibi Afganistan’ın komşusu da değildir, Sayın Erdoğan’ın söylediği gibi ‘Taliban’ın inancıyla ters yanı olmayan’ bir ülke de değildir. Taliban vahşetine ilişkin görüntülere bakıldığında bizim inancımızla ne kadar ters oldukları da net olarak anlaşılır.
"Göç akımının müsebbibi AKP'dir"
Gelinen noktada, yeni bir göç anlaşması yapılacağına dair söylentiler kamuoyuna yansımaktadır. AB’nin yaklaşımını Almanya Başbakanı Merkel’in ‘AB’ye giremezsiniz ama AB’ye gelmeye çalışan mültecileri ağırlamaya devam edebilirsiniz’ sözlerinden anlamak mümkün. AB’nin bu yaklaşımına karşı bazı uyarılarda bulunmak isterim. AKP iktidarı AB ile yaptığı Geri Kabul Anlaşması ve 18 Mart Mutabakatı ile ülkemizin sınırlarını tümüyle düzensiz göçe açık hale getirmiştir. Bugün ülkemizin karşı karşıya kaldığı göç akımının müsebbibi AB’nin ülkemizi sığınmacı kampına dönüştürme düşüncesi ile, buna karşı güçlü müzakere yürütemeyen AKP iktidarıdır. AB tarafından Türkiye’ye iade edilecek düzensiz göçmenlerin kaynak ülkelere geri gönderilip gönderilemeyecekleri belirsiz olmasına rağmen, ülkemizin konumu nedeniyle düzensiz göçmen sayısında Türkiye önemli bir artış yaşamıştır.
"Türkiye bir numaralı göçmen alan ülke haline gelmiştir"
Sormak isterim... Türkiye 1951 Mültecilerin Statüsüyle İlgili Birleşmiş milletler (BM) Cenevre Sözleşmesi’ne neden coğrafi şerh koymuştur? Bu şerh aslında Türkiye’nin sağlam bir göç politikası olduğuna, Türkiye’nin doğusundan kitle halinde göçlere karşı önlem alınması gerektiğine işaret etmektedir. Türkiye’nin sınırlarını gözeten göç politikası delinmiştir ve Türkiye dünyanın neredeyse bir numaralı göçmen alan ülkesi haline gelmiştir. AB’nin mevcut mali yardım araçlarıyla sağladıklarının dışında ilave yardım talep etmesi de sığınmacıların AB ve iktidar arasında bir pazarlık aracına dönüşerek, konuya insan hakları bağlamında yaklaşılmasını da engellemektedir.
"TSK'nın Afganistan'da kazandığı güveni zedelememek gerekiyor "
Her şeyden önce TSK’nın Afganistan’da kazandığı güveni zedelememek gerekiyor. TSK, Afganistan'da bir görev sürdürecek ise Merkezi Afgan Hükümeti ile Taliban'ın ortak şekilde bu göreve Türkiye'yi davet etmeyi gerekir. Doha’da yapılan görüşmelerde böyle bir davet olmadı. BM Güvenlik Konseyi sona eren Afganistan misyonu ertesinde yeni bir kararına uluslararası hukuk meşruiyeti bakımından ihtiyaç vardır. TBMM bu konuda yeni bir tezkereyi görüşmelidir. Olası göç konusunda yapılması gerekenler bellidir. Türkiye, Afganistan ile doğrudan sınır komşusu değildir, bu komşu İran’dır. Dolayısı ile Türkiye’nin Afgan göçünün tsunami halinde gelişmesini önlemek için öncelikle, İran ile görüşmesi gerekir. Göçün düzene kavuşturulmasının ilk durağı Afganistan- İran sınırı olmalıdır. Bu konu, AB ülkeleriyle de görüşülmelidir. O ülkeler tıpkı Avusturya gibi Cenevre Sözleşmesi’nin imzacısıdır ve eşit sorumluluk üstlenmelidirler. Çok taraflı ve hak temelli düzen bu sorumluluğu gerektirir. Biz ülkemizin maddi yardım adı altında ağzımıza çalınan bir parmak bal ile göçmen deposu haline getirilmesine karşıyız.
"Türkiye'yi iç savaşın içinde görmek istemiyoruz"
Afganistan’da çözüm, askeri bir çözüm olamaz. Taliban ile merkezi Afgan hükümeti arasındaki çatışmalar yeniden ciddi boyuta yükselecek ve bir iç savaşa dönüşecektir. Türkiye’yi böyle bir iç savaşın içinde görmek istemiyoruz.”