27 Eylül 2010 03:00
T24 - Diyarbakır'da hayvan otlatırken 'patlama' sonucu yaşamını yitiren 12 yaşındaki Ceylan'ın annesi, olay günü yaşadıklarını anlattı. Ceylan'ın annesi, küçük Ceylan'ı ilk gördüğünde, "O kadar içime sokasım gelmiş ki yavrumu, aldım o parçaları ağzımın içine attım. Hangi bir ana evladının ciğerini ağzına alır? Ama ben aldım. Öyle görünce..." dedi.
Milliyet gazetesinden Devrim Sevimay'ın "Hangi silahla öldürülmüşse ortaya çıksın" başlığıyla yayımlanan (27 Eylül 2010) yazısı şöyle:
Ceylan 14 yaşındaydı. 28 Eylül 2009 sabahı köyünün hayvanlarını otlatırken sebebi hâlâ tam aydınlatılamamış bir bomba patladı. Annesi daha yarım saat önce, “Makarna pişir, dönünce yiyeyim” diyen kızının parçalarını topladı...
Ceylan için makaleler yazıldı, haberler yapıldı, vesikalık fotoğrafındaki o gözleri adeta hafızalara kazındı. Kürt açılımının ikinci ayında meydana gelen bu acı olayın birinci yılında, açılımın ikinci atağında biz de Ceylan’ın evindeydik...
Şimdi birincisi o günü size tekrar yaşatacağım için çok üzgünüm. Buraya keşke böyle bir sebeple gelmiş olmasaydık...
Saliha Önkol (Anne): Yine de hoş geldiniz. Başımız gözümüz üstüne geldiniz. Her zaman kapımız size açık... Her ne sebepse...
Peki... 28 Eylül 2009... Pazartesi günü... Saat 11 gibi... Ne yapıyordunuz o sıralarda?
Anne: O günkü kahvaltımızı Ceylan hazırlamıştı, yere kahvaltıyı kurmuş, sonra beni uyandırdı, “Ana” dedi, “Gel kahvaltı yap.” Sonra hep birlikte kahvaltı yaptık. O kalktığı zaman her sabah yanıma gelip elimi, yüzümü öperdi, koklardı, çok severdi yanıma gelmeyi, elimi öpmeyi. O sabah da hayvanlara giderken elimi tutup, elimden öptü. Sonra bana dedi ki, “Anne bana öğlen makarna yemeğini yap da ben öğlen gelip yiyeceğim.” Sonra arkasına bakarak gitti.
Her sabah bu saatlerde mi giderdi?
Anne: Yok, biz Ceylan’ı hiçbir zaman hayvanlara falan göndermiyorduk. Ceylan’ı biz temiz bir çocuk gibi büyüttük. Ona öyle bakıyorduk, onu yetiştirmiştik. Oğlum Rıfat onu öğleden sonra alıp okula götürecekti. Ceylan çok temiz bir çocuktu. Sabah erken namaz saati geldiğinde herkesten önce kalkıp namazını kılıyordu, Kuran’ını açıyordu, annem bile ondan daha sonra kalkıp namazını kılıyordu. Yani o şekil bir kızdı.
Çok başarılı bir öğrenciydi
Ceylan namaz mı kılıyordu?
Rıfat Önkol (Abi): Ceylan 7 yaşından tut 13-14 yaşına kadar Kuran-ı Kerimi’ni okuyordu, namazını kılıyordu, kendini bilen, çok ağır bir kızdı.
Kezban Önkol (Amca kızı): Çocukların içinde oynamayı sevmiyordu. Hep bizimle muhatap oluyordu. Sanki büyümüş de küçülmüş gibiydi. Her şeyi bilen biriydi sanki, çok olgun biri gibi... Dine merakı amcamdan geçti herhalde, dinine tapan bir hali vardı. Çok farklıydı Ceylan. Sanki Allah onu bir çeşit yaratmıştı, o yüzden de aldı işte...
Kaçıncı sınıftaydı?
Abi: 6. sınıfa geçmişti. Yani o sene altıya geçmişti.
Dersleri nasıldı?
Anne: Çok başarılı bir öğrenciydi. Hep takdir, teşekkürname getiriyordu. Zaten Ceylan’ın rahmet etmesinden sonra biz okuluna başvurduk, onun öğretmenleriyle falan görüştük, öğretmenleri not şeyini çıkarttılar, çok başarılı bir öğrenci olduğunu onlar da söylediler.
Peki yani o gün ilk kez mi hayvanları otlatmaya götürüyordu Ceylan?
Abi: Biz beş, yani altı kardeşiz. Evin en küçüğü Ceylan’dı. Ceylan hep okulundaydı ama okul tatil olduğu zaman annemle beraberdi. Yani o şekil.
Anne: Ceylan her iş yapıyordu. Bulaşık yıkıyordu, çamaşır yıkıyordu, yemek yapıyordu, bazı günlerde el işi falan yapıyordu. Yazma, patik...
‘Ana, ben savcı olacağım’
Meslek sahibi mi olmayı istiyordu yoksa bir an önce evlenmeyi, anne olmayı mı?
Anne: Ceylan okumaya hevesli bir kızdı. Yani ev hanımı olup da ev işiyle uğraşmak onun işi değildi, Ceylan hep kafasını okula veriyordu. Hayali hep şeye varmaktı, avukat, savcı, hakim... O tür şeylerin meslek sahibi olmak istiyordu. Bana hep söylüyordu “Ana ben çok yüksek bir şey olacağım.”
Makarnayı çok mu seviyordu?
Anne: Çok seviyordu. O sabah gittiği zaman da dedi, “Ana bana makarna yap.” Tam ben de makarnayı hazırlamıştım, oğlum Rıfat’a dedim, “Saat kaçtır? Hayvanlar ne zaman geliyordur?” Rıfat dedi ki “Saat on bir buçuk.” Onun söylemesiyle patlamanın arasında üç dört dakika bile geçmedi.
Siz o sırada ikiniz de evde miydiniz?
Abi: Evet, babam başka bir mezraya gitmişti, yoktu. Annem mutfakta, ben gölgelik bir ağacın altında aynen bu şekilde oturuyordum. Bir baktım bir uğultu sesi geldi. Bir iki saniye geçmedi patlama oldu. Hemen dama çıktım, tam göremedim. Sonra komşular çıktı dama, baktık, ses yakından geldiğine göre kesin bu hayvanların olduğu bir yerde dedim. O anda bir şeyler hissettim.
Siz ne yaptınız?
Anne: Patlama olduğu esnada Rıfat’la birlikte biz hemen evden çıktık. Rıfat önümde ben arkasında koşuyorduk.
Her şeyin bittiği o an...
İlk Rıfat mı gördü?
Abi: Tabii, ilk ben yetiştim olay yerine, zaten iki dakika bile sürmedi, mesafe kısaydı. Baktım hayvanların hepsi bir yere toplanmış, bir oğlak ölmüş, birinin de burnundan kan geliyor. Bir iki ses seslendim “Ceylan! Ceylan!” diye, baktım ses çıkmıyor. Orada daha emin oldum ki bu kurşun ona isabet etmiş. Sonra bir daha baktım etrafıma, orada gördüm. Ceylan paramparça olmuştu, başı gövdesi vardı. Feciydi.
Hemen o an ilk annem geldi aklıma, arkamdan geliyor, şimdi o görecek, bu şekil görmesin dedim. Orada üstümü çıkarttım, gömleğimi, atletimi, Ceylan’ın üstüne attım. Sonra gittim sarıldım anneme, “Olan olmuş, gidip Ceylan’ı o şekil görme” dedim. O tabii dayanamadı, elimden kurtuldu, o şekil ellesin istemedim, ama hemen aldı, Ceylan’ın başını dizinin üstüne koydu.
Patlama sesini ilk duyduğunuzda, sonra koşarken, aklınızda ne vardı, Ceylan mı?
Anne: O gün zaten patlama olmadan önce içimde bir sıkıntı; hep içim yanıyordu. Patlama olduğu zaman da benim diğer oğlum Vedat -Ceylan’ın bir büyüğü, şimdi Diyarbakır’da okuyor- o da o gün hayvanlarlaydı, o da başka bir yerdeydi. Ceylan’a bir şey olacağı hiç aklımda bile değildi, patlama olduğu zaman ben direkt Vedat’a olmuş gibi düşüncesine girdim, ona diye koştum. Gittim ki Ceylan yerde. Hemen kızımın başını aldım dizimin üstüne koydum. Sonra bir baktım ki Ceylan’ın iç organları, ciğeri falan hep böyle yayılmış, parçaları yayılmış, çalılıklarda, taşların üzerinde... O an ben o parçalara bakarken birden dayanamadım, o an onun bütün parçalarını, ciğerini falan aldım topladım eteğime koydum. Hatta ben onun ciğerini aldım ağzımın içine bile koymuşum.
Sanki insan değilmişiz gibi...
Nasıl?
Anne: O kadar içime sokasım gelmiş ki yavrumu, aldım o parçaları ağzımın içine attım. Hangi bir ana evladının ciğerini ağzına alır? Ama ben aldım. Öyle görünce...
Bu gerçekten oldu mu, siz gördünüz mü o anı?
Abi: Ben zaten onun o şekil yaptığını gördüm, dayanamadım, hemen biraz uzaklaştım, komşularımıza seslendim, “Yardımcı olun, anamı cesetten uzaklaştırın” dedim. Benim de hiç gücüm kalmamıştı. Ama tabii anam Ceylan’ı yerde bırakıp da uzaklaşmadı. Kimse alamadı onu oradan. O parçalar o şekil eteğinin içinde oturdu saatlerce. Savcıya da o eteğinin içinde gönderdi parçaları. Etekle birlikte tabutun içine koyduk.
Kaç saat cenazenin başında, yerde beklediniz?
Abi: Biz altı yedi saat orada öyle bekledik.
Saatler ilerledikçe o tablo nasıl görünmeye başladı gözünüze?
Abi: Bizim orada her kaldığımız saniye bize ne bileyim... Yani ne bileyim... Yani biz kendimizi insanlık şeyinde görmüyorduk... İnsan değilmişiz gibi... Hele “Savcı gelmiyormuş” haberi geldiğinde iyice artık çileden çıkmıştık yani...
Anne: Zaten artık ben elle işaret ediyordum, elle konuşuyordum, elle bir şeyleri tarif ediyordum.
Nefesim yoktu, çıkmıyordu...
Ne zaman defnettiniz Ceylan’ı?
Abi: Aynı günün akşamı dokuz buçuk, on gibi. Bir an evvel gömelim dedik. Paramparça olmuştu, normal bir ölüm gibi değildi, cenaze evde dursun, aile başında dursun diyecek bir durum yoktu. Zaten yazdı, sıcaktı, o şekil tutamazdık, otopsiden sonra hemen gömdük.
Yok makarna artık
Bu bir yıl nasıl geçti?
Anne: Ben nasıl bir yıl geçtiğini hiç fark etmemişim bile. Hep onu düşünüyorum, hep geceleri uykuya girerken onu sayıklıyorum, ağlıyorum. Kocam beni teselli etmeye çalışıyor, ağlama diyor ama ciğerdir, atılmıyor, unutulmuyor. O manzara gerçekten hiçbir zaman unutulmuyor.
Siz bir yılı nasıl geçirdiniz?
Raif Önkol (Baba): Gece oldu mu ne ben yatıyorum, ne onlar yatıyorlar. İşte gece gündüz ağlıyorlar. Ben diyorum Saliha’ya, “Biraz dur, biraz sabırlı ol.” Ona biraz cesaret veriyorum, çünkü hiç cesareti kalmamış, hiç gücü yok.
Peki siz nasıl katlanıyorsunuz?
Baba: Ben katlanmıyorum, benim artık şuurum tam yerinde değil. Genç’e gideceğim diyorum, bakıyorum ben Lice tarafına gidiyorum. Saliha kadar ağlamıyorum, çünkü ben biraz içime çekiyorum. Ceylan gece gündüz benim içimdedir.
Acaba... Bu evde bir yıldır hiç makarna pişti mi?
Anne: Ne makarna pişti, ne de makarna gördüm. Yok makarna artık... Ama benim tek bir isteğim var, benim derdim ne tazminat ne başka bir şey. Ama ben istiyorum ki, Ceylan kimler tarafından, hangi silahla öldürülmüşse devlet bunu ortaya çıkarsın.
Baba: Yani olayın failleri ortaya çıksın, Ceylan bizim için sanki yeniden doğmuş gibi olur, biz o sevince ulaşırız.
Altı çocuklu bir aileydi
Anne Saliha Önkol 45, baba Raif 50, en büyük oğulları Rıfat 27 yaşında. Ceylan dahil altı çocuklu bir aile. Bir oğulları şu anda Konya’da asker, aileden bir akraba da dağda. Bölgedeki pek çok ailede olduğu gibi yaşlılar, onların çocukları, torunları hep Türkçe isimli. Yaşlar küçüldükçe Özkol’larda da Kürtçe isimliler kuşağı başlıyor. Üstelik Kürtçe isimli kız çocuklarının hepsi çok iyi Türkçe konuşuyor, Türkçe isimli yaşlı kadınların çoğu ise Türkçe bilmiyor. Tıpkı Saliha’nın olduğu gibi. Okuma yazması olmayan Saliha sorularımızı anlıyordu ama kendi yanıtlarını oğlunun aracılığıyla verdi.
Ceylan’dan kalanlar...
Ceylan’ın hafızalara kazınan vesikalık resmindeki gözleri kocaman açık. Meğer fotoğrafçı ilk çektikten sonra Ceylan’a “Çok kısık bakıyorsun, gözlerini iyice aç” demiş, o da o kocaman açmış. Ceylan’ın tüm eşyasını, giysisini annesi köyün çocuklarına dağıtmış. Ama bir torba bırakmış geriye. İçinde Ceylan’ın yaptığı el işleri, “Anne büyük geldi, küçüğüyle değiştir” dediği mavi elbisesi, bir çift lastik ayakkabısı, sadece Kuran okurken taktığı beyaz yemenisi var. Bir de bir şey daha vardı ki, Anne Saliha’nın onu avucunun içinden çıkarıp gizlice gösterdiği gözyaşlarını tutamadığı da an oldu. Olay günü alıp sakladığı Ceylan’ın çamaşırı... Üzerinde ördeklerin, küçük hayvan resimlerinin olduğu, penyeden, sarı şeritli, yanmış, paramparça bir çamaşır...
İki karakol ve bir taburun ortasında
Diyarbakır merkezden 90 kilometre kuzeydoğuya doğru gidince Lice ilçesi; Lice’den Bingöl’e doğru 20-25 kilometre daha devam edince Şenlik köyü; Şenlik köyünün içinde de Xambaz mezrası var.
1993’teki Lice olaylarının ardından asker bu köyü boşalttırınca mezradaki Özek ve Önkol aileleri yaklaşık 15 kilometre uzaklıktaki Bingöl’ün Genç ilçesi Yayla beldesine bağlı Dolek (Demirlibağ) köyüne yerleşmişler. 2000’lerde “Köyünüze dönebilirsiniz” denince de artık yılın bir bölümü Xambaz’da, biri bölümü Dolek’te yaşamaya başlamışlar. 28 Eylül 2009 günü Ceylan’ın köyün 150 kadar küçük baş hayvanını otlatmaya götürdüğü olay yeri Xambaz’daki evlerinden 200-250 metre ilerideki meşelikti. Diyarbakır’ın İHD, MAZLUMDER şubeleri, Baro ve Tabip Odası’nın ortak raporuna göre bu meşelik Lice Abalı Jandarma Karakolu’na tahminen kuşbakışı 7-8 kilometre uzaklıkta. Kuzey istikametinde Yayla Jandarma Karakolu, kuşbakışı 3-4 kilometre doğusunda da Tapantepe Taburu var.
Zaza ve şafiler
Bizim söyleşi için gittiğimiz yer Önkol ailesinin Dolek’teki eviydi. Ev dediğimiz tıpkı bölgedeki diğer evler gibi en az imkanlarla çatılmış bir çatının altından ibaret. Etraf ekseri çıplak, yüksek tepelerle dolu. Köyün yolu toprak, taş. Bir okulu, çoğu kız, yaklaşık 30 öğrencisi var. Bir de uzakta bir yatılı okulu. Lise çağına gelen çocuklar ya Diyarbakır’a gitmek zorundalar ya da okumamak. Hayvancılık ve tarımla geçiniyorlar. Daha doğrusu geçinemiyorlar; iş çıktıkça ildeki, ilçedeki inşaatlarda çalışıyorlar. Zaza ve Şafiler.
© Tüm hakları saklıdır.