Gündem

Cengiz Çandar: 'Kalbimizin doğusu'nda çocuklarımız ölüyor

Hümanist Büro'nun hazırladığı “Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu Raporu”na göre 58 çocuk öldürüldü

10 Ocak 2016 11:20

Radikal yazarı Cengiz Çandar, bölgede süren çatışmalar nedeniyle çocukların hayatını kaybetmesine tepki gösterdi. Çandar, "T.C. Kimlik Belgesi’ne sahip, hayatlarının baharını bile göremeden öldürülen çocukların bir kısmı, sokağa çıkma yasakları nedeniyle defnedilememiş durumda. Minik bedenleri hâlâ aramızda yani" dedi.

Cengiz Çandar'ın "Kalbimizin doğusu'nda çocuklarımız ölüyor..."  başlığıyla yayımlanan (10 Ocak 2016) yazısı şöyle: 

Ülkenin şehirlerini insansızlaştırmak yerine, başta 'çocuk ölümleri', kan dökülmesinin önüne geçmek diye gerçekten ama gerçekten bir kaygı varsa hükümetin HDP ile görüşmeye oturması gerekiyor

“Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz!” girişimi için Hümanist Büro tarafından hazırlanan “Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu Raporu”na göre 58 çocuk öldürüldü.

Rapor, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul,  göre, 26 Temmuz 2015’ten 31 Aralık 2015’e yana geçen yılın sonuna kadar sonuna kadar, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, Van, Mardin, Hakkari, Adana, Ankara ve İstanbul’da öldürülen çocukları kapsıyor.

Aynı illerde en az 56 çocuk yaralanmış, bazıları uzuvlarını kaybetmiş.

En büyüğü 18 yaşında, en küçüğü 35 günlük bebek olan, Cizre’de üç aylık iken vurulan Miray İnce’nin simgelediği 58 çocuk.

Bu rakamlara dün Cizre’de vurulan 17 yaşındaki Nidar Sümer ile Diyarbakır Sur’da öldürülen melek yüzlü ve yine 17 yaşındaki Rozerin dahil değiller.

T.C. Kimlik Belgesi’ne sahip, hayatlarının baharını bile göremeden öldürülen çocukların bir kısmı, sokağa çıkma yasakları nedeniyle defnedilememiş durumda. Minik bedenleri hâlâ aramızda yani.

Söz konusu Rapor, “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi ve UNICEF başta olmak üzere uluslararası topluma çağrıda” bulunuyor, “Çocuk ölümlerinin engellenmesi için acilen operasyonların yapıldığı yerlerde gözlemci heyeti bulundurmaya, devletin Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin  38. maddesi gereğince alması gereken tedbirleri açıklamaya teşvik etmeye ve bu ortamda alınması gereken tedbirlere devletlerin dikkatini çekmek üzere bir Konferans düzenlemeye” davet ediyor.

Bugüne kadar yapılan “hendek edebiyatı” üzerinden karartılan gözler ve vicdanlardan, çocuklarımızın her gün sapır sapır öldürülmelerine varan gelişmeler artık kimseden saklanamayacağı gibi, bir “siyasi sorun”un dönüşmekte olduğu“insanlık trajedisi”, ister istemek ve giderek “uluslararasılaşacak.”

Türkiye jeopolitiği, “zulmün” Sur’a, Cizre’ye, Silopi’ye, Nusaybin’e sıkıştırılarak dünyadan saklanmasına izin veremeyecek kadar göz önünde bir yerde.

1915’i tarihçilere havale etmekte ısrar mümkün olabilir ama 2015 ve 2016’yı tarihçilere havale etme şansı yok.

İktidarın, çatışmalara son verip, “çözüm süreci”ne dönmek, “masa”ya oturmaktan başka şansı var mı?

Kimileri Başbakan Davutoğlu’nun “masaya dönmekten yana olduğu” iddiasını yayıyorlar. Bunu ileri süren bir“kaynak”tan öğrendiklerini aktaran Murat Sabuncu, önceki gün, Cumhuriyet’te şu satırlara yer verdi.

“Peki ilk masada kimler olacak? Kaynağın yanıtı şu: AKP’ye yakın Kürt kesimi (ne kadar kaldıysa! M.S.) üzerinden çözüm sürecini başlatmak ve bir süre yürütmek istediği yönünde izlenimler var. Davutoğlu’nun HDP’yi de kapsayacak daha ileri adımlar atmak istediği ancak Erdoğan ile mevcut hükümet içinden kimi isimlerin güvenlikçi politikaların sürmesi yolunda “irade koyduğu” bilgisi de paylaşılıyor. (HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan için de Davutoğlu için de “ikisi de kötü polis” dediğini hatırlatmak istiyorum. M.S.)”

Böyle saçma bir “masaya oturmak” anlayışı olabilir mi? Aynanın karşısına geçip “görüşme yapmak” gibi bir şey. AKP iktidarı, kendisiyle hiçbir sorunu bulunmayan AKP’li Kürtlerle oturup, Cumhurbaşkanı’nın olmadığını söylediği “Kürt sorunu”nu konuşacak.

Davutoğlu ile görüşen bir heyette bulunan Oya Baydar ise “Davutoğlu'nun daha önce kamuoyuna yaptığı açıklamalarına paralel olarak sokağa çıkma yasağının uygulandığı bazı mahallelerde hendekler kapatılana kadar operasyonların sürdürüleceğini ve devlet, hükümet olarak başka seçeneklerinin olmadığı yönünde görüş bildirdiğini” aktarmıştı.

Şu sözler de Oya Baydar’a ait:

“Bölgedeki silah yığınağına ilişkin elindeki bazı bilgi ve belgeleri paylaştı. Sizler olsaydınız yerimde, ne yapardınız sorusunu birkaç kez tekrarladı.”

Aslında, Davutoğlu’nun pek meşruymuş gibi bir hava verip arkasına sığınarak birkaç kez sorduğu “Sizler olsaydınız yerimde, ne yapardınız?” sorusunun cevabı çok basit:

“Sizin yaptığınızın tam tersini yapardık. Yapmadığınızı yapardık.”

Davutoğlu ile görüşmelere katılmış olan birisi de bana şöyle sordu, “Sizce, şu sırada ne yapılmalı?”

Bence, derhal, HDP ile görüşmeye oturulması gerekiyor.

Tabii, ülkenin şehirlerini insansızlaştırmak yerine, başta “çocuk ölümleri”, kan dökülmesinin önüne geçmek diye gerçekten ama gerçekten bir kaygı varsa…

Sorumlu ve yetkilerine sahip bir Başbakan’ın yapacağı ve yapması gereken, 7 Haziran’da 80 milletvekili kazandıktan sonra, aradan geçen üç aylık dönemde her türlü “kriminalize etme” ve “şeytanlaştırma” çabalarına ve adam öldürmelere, tutuklamalara ve her türlü baskıya rağmen, 1 Kasım’da da 59 milletvekili ile üçüncü büyük parti grubu olarak TBMM’ye girmiş olan HDP ile oturması, “hendeklerin nasıl kaldırılabileği, bunun yöntem ve takvimi ve PKK ile masaya dönüş yolları”nın görüşmesini başlatmasıdır.

Davutoğlu, “kalbimizin doğusu”nda sapır sapır çocuklarımız öldürülürken, HDP Eşbaşkanı ile randevu iptaline gidiyor.

Yapılacak iş bu mu?

Neyin niye olduğunu, olan-biteni, aklı başında ve kötü niyetli olmayan herhangi birisi, herhangi bir kurum kolaylıkla anlayabilir.

İşte size Uluslararası Kriz Grubu’nun (finansörleri arasında Türkiye’nin Dışişleri de var) 17 Aralık tarihli “Bir Sisifos Hikayesi? Türkiye ile PKK Arasında Barış Görüşmelerine Yeniden Başlamak” adlı raporunun tespitleri… Devlet ve hükümet yetkilileri ile de görüşerek hazırlanmış olduğu için üzerinde özellikle durulması gerekiyor:

 “Yeni hükümet, Öcalan ile görüşmelere yeniden başlamayacağını açıkladı. Hükümetin stratejisi, yakın zamanda kentsel bölgelerde güçlenen PKK bağlantılı kent yapılanmaları yok edilinceye kadar askeri mücadeleye odaklanmak...

Otuz yıldır kesintilerle süren kanlı çatışmalardan sonra, iki taraf da askeri mücadelenin başarı getirmeyeceğinin farkında. Fakat ikisi de kazanımlarını azami seviyeye çıkartmaya imkan verecek güçlü bir konumda olduklarına inanıyor. Taraflar Suriye düğümünün çözülmesini beklerken, ateşkes ve barış görüşmelerine dönmeden önce birbirlerinin elini zayıflatmaya çalışıyor…

25 Kasım’da açıklanan yeni hükümet programında Kürt hareketinin dile getirdiği hak taleplerini karşılamaya veya PKK ile barış görüşmelerine dönmeye yönelik bir taahhüt bulunmuyor. Program sadece atılacak adımlar noktasında tüm milletin karar vermesi gerektiğine muğlak bir atıfta bulunuyor. Resmi yetkililer Kürt tarafındaki en önemli oyuncuları yani Öcalan/PKK ve HDP’yi dışarıda bırakacak şekilde bölgedeki alternatif gruplarla, örneğin geleneksel aşiret yapıları, dini önderler, daha küçük partiler ve iş çevreleri ile temas kurmaktan söz ediyorlar. AKP öncesi dönemlerden yadigâr bu taktik ters tepeceğe benziyor… Parlamentoda yer alan HDP, Kürt hakları alanında yapıcı bir muhatap olabilir…

Otuz yıldır süren isyanı sona erdirmenin tek yolu, PKK ile bir yandan doğrudan müzakereler yürütürken öbür yandan, anayasada yer alması istenilen anadilde eğitim ve adem-i merkeziyetçilik gibi temel Kürt haklarına dair reformların Ankara’da bulunan yasal temsilciler ve meclisteki muhalefet ile birlikte hayata geçirilmesi…”

Türkiye’de böyle bir iktidar görebiliyor musunuz?

“Suriye düğümünün çözülmesi”ni beklerken, kendilerinin “kördüğüm” olduğunu görüp, akılları başlarına gelirse belki o zaman görebiliriz…