Gündem

'Cemaat nefreti uğruna darbe günlükleri yutuluyor'

Darbe günlükleri, e-muhtıralar, Cumhuriyet mitingleri, Danıştay saldırısı, televizyonlarda parlamentoyu fırçalayan genelkurmay başkanları... Bunların hepsi bugün bir Cemaat nefreti uğruna yutuluyor

28 Haziran 2014 19:26

Turgay Oğur*

Darbe tutuklularının serbest kalmasının ardından 2007’den bu yana darbelere karşı birlikte adım atanlar üç parçaya bölündü:

1. Başbakan Erdoğan’ı Ediz Hun’un, Fethullah Gülen’i Erol Taş’ın canlandırdığı hayali bir film içinde yaşayan grup. “Cemaat delilleri üretti, Cemaat içeri tıktı, Cemaat yargıladı, Cemaat saldı” çerçevesinde analizleriyle bir süredir devam ettirdikleri dünyayı Cemaat üzerinde okuma politikalarında istikrarı koruyorlar.

2. “Biz zaten uyarmıştık. -Veli Küçük’ten ileri gidilmesin-demiştik de, dinletemedik işte” diyenler. Sözlerinden de anlaşılacağı gibi hiçbir mahalleden dışlanmadan durumu idare etmek isteyenler.

3. İyot gibi ortada kalanlar. Masum insanları içeri tıkan kötü kalpli cadılar, gulyabaniler olarak taşlanmayı bekliyoruz. İlk taşı en masum olanınız atsın diyerek olayı sizin için bir kördüğüme çevirebilirim ancak yine de izin verin açıklayayım.
Malum, ülkemiz bir İsveç değil. Cumhuriyetin kısa tarihinde yaşanan darbeler ve darbe girişimlerini göz önüne getirdiğimizde her tıkırtının insanı tedirgin etmesi anormal olmasa gerek.

Düşünün bir kere. Bir kadın alacakaranlıkta tenha bir sokakta bir adamla karşılaşır. Adam üç kez tecavüzden, bir kez elle sarkıntılıktan, bir kere de internet yoluyla cinsel tacizden sabıkalıdır. Düzenli olarak tuttuğu anlaşılan günlük ortaya çıkmış, yeni tecavüzler planladığı kamuoyu tarafından öğrenilmiştir. Adamın cebinden kadının uzaktan çekilmiş fotoğrafları, eve giriş çıkış saatleri, alış veriş yaptığı dükkânların listeleri, işe giderken yürüdüğü yolların haritaları sarkmaktadır. Çalılıkların arkasından biri “Bir şey yapmayacak mısınız? En azından bir duruş?” diyerek gaz vermektedir.
Bu şartlar altında; kadın “İmdaaat!” diye çığlığı basıp polisi, zabıtayı, konuyu komşuyu oraya toplamaya çalışmaz mı? TRT spikeri ağızıyla “Tecavüz etme düşüncenize katılmıyorum. Ancak düşüncenizi özgürce dile getirmeniz için canımı vermeye hazırım” demesini mi beklemeliyiz? Olay yerine ulaşan polisin, karşılaştığı manzara karşısında “Hanımefendi henüz tecavüz gerçekleşmemiş. Bu bey üzerinize atladığında  tekrar haber verin. O zaman müdahale ederiz” demesi mi adil bir davranış olurdu? Tek ümidimiz tecavüzcünün bu olan biteni seyredip gülmekten ölmesi ya da şaşkınlıktan küçük dilini yutması mı olsun?

Darbe günlükleri, “tanırım iyi çocuktur”lar, e-muhtıralar, Cumhuriyet mitingleri, Danıştay saldırısı ve cenazede bayrak sopalarıyla kovalanan bakanlar, Nokta dergisinin basılması, her gün televizyonlarda parlamentoyu fırçalayan genelkurmay başkanları, faili meçhul ve faili belli suikastlar, “balyoz gibi kafalarına ineceğiz”ler, 367′ler… Bunların hepsi bugün bir Cemaat nefreti uğruna yutuluyor. Cumhuriyet mitingi kürsülerinden sarka sarka “Birrr-leşiiin!! birr-leşiin!!” diyen Nur Serter’in uzattığı el yıllar sonra başbakan tarafından tutuluyor. Aynı mağduriyet parantezine bir zifaf gecesi heyecanıyla giriliyor. Tükürükler yalanıyor, pek övünülen “delikanlılığın kitabı” ayaklar altına alınıyor.

1960’tan, 1971’den, 1980’den bu yana dünyada çok şey değişti. Manyetolu telefondan cepte taşınan görüntülü telefona geçtik. Peki TSK’da ne değişti? Askerî okulların eğitim doktrini mi değişti? Toplumdan izole garnizonlar, lojmanlar, tatil kampları mı değişti? Türk subayının yasada yazan “Türk gencine milli şuur verme” görevi mi değişti? Ordu adına birileri çıkıp geçmişleriyle hesaplaştılar; bugüne kadar  asılan, işkence edilen insanlardan özür dilediler de biz mi duymadık? 12 Eylül darbesine hukuki dayanak yapılan iç hizmet yönetmeliği bile daha geçenlerde kaldırıldı.

Demokrasisi en kurumsallaşmış ülke bile silahlı kuvvetlerine karşı sarı alarm vaziyetinde yaşarken, kendi ordusunu “böl-parçala-yönet” yöntemiyle kontrol altında tutabileceğini düşünürken, Afganistan komutanı azıcık ağızını yaya yaya konuştu diye Obama tarafından görevden alınırken, bir askerin günlüğünden yola çıkıp sadece dört er için bile darbeye teşebbüs cezası kesilirken bizim yayıp oturmamız ahmaklık olmaz mı?

Hem de bu davalarda tutuklu insanların başvurularını “kuvvetli suç şüphesi” gerekçesiyle reddeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı ortadayken, ülkenin başbakanı “ben bu davaların savcısıyım” demişken böylesine zengin bir darbeler geçmişi olan bir ülkenin ferdi olarak otlakta beslenen ceylan gibi her tıkırtıya kulak kabartırım. Psikolojik üstünlüğü korumak için sokaklarda yürürüm. Korktuğum belli olmasın diye bağıra çağıra slogan atarım. Kalabalık toplamaya çalışırım. Yaptım, yine olsa yaparım.

Adil yargılama yapılması, kurunun yanında yaşın yanmaması vatandaşın değil adında “Adalet” olan iktidarın sorumluluğudur.

*Bu yazı serbestiyet.com'da yayımlanmıştır