Medya

Celal Başlangıç: Bizim de günümüz gelecek; inanmazsanız Ahmet Türk'e sorun

"1990'larda dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinden biri olarak yine cezaevindeydi"

18 Kasım 2016 16:10

Gazete Duvar yazarı Celal Başlangıç, Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk'ün görevden alınarak yerine kayyım atanmasıyla ilgili olarak "1980'lerin başında kanlı Diyarbakır zindanlarındaydı Ahmet Türk. 1980'lerin sonunda yine aynı yerdeydi ama bu kez milletvekili seçilmesine ramak kala tahliye edildi. 1990'larda dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinden biri olarak yine cezaevindeydi. Son olarak da Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı seçilmişti. Şimdi de görevden alındı" dedi.

Celal Başlangıç'ın "Bizim de günümüz gelecek; inanmazsanız Ahmet Türk'e sorun" başlığıyla yayımlanan (18 Kasım 2016) yazısı şöyle:

1980'lerin başında kanlı Diyarbakır zindanlarındaydı Ahmet Türk. 1980'lerin sonunda yine aynı yerdeydi ama bu kez milletvekili seçilmesine ramak kala tahliye edildi. 1990'larda dokunulmazlığı kaldırılan DEP milletvekillerinden biri olarak yine cezaevindeydi. Son olarak da Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı seçilmişti. Şimdi de görevden alındı.

“Tiocfad ar ca…”

Yani:

“Bizim de günümüz gelecek…”

Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM)’nin duvarlarında dört dönüyordu sanki bu söz.

Jetlerin uğultusu mahkeme salonunun camlarını titreştiriyor, helikopterlerin pervane “par par”ları mahkeme kürsüsünün meşe kaplamasına çarpıp parçalanıyordu.

Köşede sivil savcı, kürsüde de biri askeri üç yargıç oturmuştu. Ortada bir Ahmet Türk vardı. Ellerini önünde kavuşturmuş; üzerinde lacivert paltosu, kısa saçları, yakası açık gömleğiyle verilecek kararı bekliyordu.

29 Kasım 1987 seçimlerine 10 gün kalmıştı. Türk’ü öyle kelepçeli getirildiği mahkeme salonunda görünce, insanın aklına “Bugün de tahliye edilmezse bizim de bir Bobby Sands’ımız olacak” diye geliyordu.

Sands IRA üyesiydi. 1976’da tutuklanıp Belfast dışında Longkesh Cezaevi’ne konulmuştu. İngiltere Hükümetine göre Sands ve arkadaşları “adi hükümlü”ydü; kendilerine göre de “savaş suçlusu”ydular. “Adi hükümlü” olmaktan kurtulmak çin Sands ve arkadaşları 1 Mart 1981’de açlık grevine başladılar.

Ülkenin gündeminde seçim vardı. Sands’ın durumu gittikçe kötüleşiyordu. “Bir dayanışma göstergesi” olarak seçimlerde Sands aday gösterildi ve milletvekili seçildi.

İşte Sands’ın “Hücremde Bir Gün” adlı kitabı da bu tümceyle bitiyordu:

“Bizim de günümüz gelecek…”

İşte o gün de Diyarbakır DGM’de PKK’lilere yardım ve yataklık yaptığı gerekçesiyle 10 aydır tutuklu yargılanıyordu Ahmet Türk.

29 Kasım seçimlerinde cezaevinden SHP milletvekili aday adayı olmuştu. Ancak parti genel merkezi Türk’ü aday göstermemişti. Önce bağımsız aday olan Türk, daha sonra yargı kararıyla yapılan ön seçime girip SHP’den liste başı olarak Mardin’den milletvekilliğini kesinleştirdi.

Cezaevindeyken, ön seçim çalışmalarına katılma olanağı yokken aday olan Türk, SHP delegelerinin neredeyse tümüne yakınının oyunu almıştı. Eğer seçimden önce yapılan bu son duruşmada tahliye edilmezse, Türk 10 gün sonra yapılan seçimlerde mutlaka milletvekili seçilecekti.

“PKK’ye yardım ve yataklık” iddiasıyla girdiği Diyarbakır Cezaevi’nden milletvekili olarak büyük bir kalabalıkla, sloganlarla, alkışlarla, davullarla, zurnalarla çıkacaktı.

Diyarbakır DGM’nin salonu salkım saçak insandı. Herkes soluğunu tutmuş mahkemenin vereceği kararı bekliyordu. Savcı tahliye istedi, yargıçlar da bu isteğe uydu; Ahmet Türk’e tahliye…

O anda gözlerde büyük bir sevinç dalgası yayıldı. Herkes çıt çıkarmadan birbirine sarılıyor, usulca öpüşüyordu. Sessiz bir coşku yaşanıyordu mahkeme salonunda. Salkım saçak bekleyenler dillerinin ucuna kadar gelen sevinç çığlıklarını yutmuşlardı sanki.

Türk, elleri zincirlenip jandarmaların arasında yeniden Diyarbakır Cezaevi’ne gönderildi. Tahliye işlemleri tamamlanacaktı. SHP bayraklarıyla, Erdal İnönü’nün, Aydın Güven Gürkan’ın, Ahmet Türk’ün posterleriyle donatılmış araçlar uzun bir konvoy oluşturuyordu. Duruşmaya gidenler Türk’ü beklemek üzere DGM binasından SHP il merkezine doğru akmışlardı.

Birr bayram yaşanıyordu parti binasının önünde. Davullar zurnalar çalıyor, insanlar halaya durmamak için kendilerini güçlükle tutuyorlardı.

Destekleyicilerinin omuzunda SHP binasına girdi Türk. Çevrede uzun namlulu silahlarla uzak koruma yapanlar, fişeklikleri çapraz takmışlardı. 10 kadar da yakın koruma yapan vardı Türk’ün çevresinde.

Parti binasından taşmıştı insanlar. Herkes Türk’ün konuşmasını bekliyordu. SHP’nin balkonuna çıktığında ortalık alkıştan yıkılıyordu. Sol yumruğunu havaya kaldırıp sözlerine çarpıcı bir cümleyle başladı:

“Bizlerin ekmeğe, suya değil, temel hak ve özgürlüklere ihtiyacı var…”

İşte bu söz bölgede günümüze dek sürecek, yeni politik yapılanmanın, çıkacak çatışmaların en belirgin ilk habercisiydi.

1987 yılında bir gazeteci olarak tanık olduğum bu süreç kafama Ahmet Türk’le birlikte Bobby Sands’ın o ünlü sözüyle yan yana kazınmıştı:

“Bizim de günümüz gelecek…”

29 yıl sonra Mardin Belediye Başkanı olarak Ahmet Türk

Gelelim 1987’den bu yıla, yani tam 29 yıl sonrasına.

Tarih 5 Şubat 2016. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu “Terörle Mücadele Master Planı”nı Mardin’de açıklayacak.

Ahmet Türk 30 Mart 2014 seçimlerinde Büyükşehir statüsüne geçen kentin Belediye Eşbaşkanı seçilmiş.

Bir gazeteci olarak Davutoğlu’nun açıklamasını izlemeye gitmiştik, ancak daha önce yaptığımız akreditasyon başvurusunun Başbakanlık tarafından reddedildiğini öğrendik Mardin’de.

Biz de toplantının yapıldığı salona yakın bir kafeye gidip televizyonlardaki canlı yayınlardan, sosyal medyadan Davutoğlu’nun hiçbir zaman uygulayamacağı bir planın açıklanma sürecini izliyorduk. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin bitmez tükenmek bilmeyen “Şark Islahat Planlarının” yeni bir versiyonunu dinliyorduk.

Sözü daha önce yaptığı gibi Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne de getirmeyi ihmal etmedi Davutoğlu. Belediye kadrolarına müdahale etmenin ve belediye yönetimlerini düşürerek valilere ve kaymakamlara devretmenin yasal düzenlemeleri yapılacağı sinyalini verirken, “Mardin’de yüzde 96’sı merkezden verilen bütçenin, personele ayrılanı yüzde 62, yatırıma ayrılan yüzde yedi” deyiverdi.

Bu toplantıdan tam bir ay önce, 6 Ocak’ta da aynı şeyleri söylemişti Davutoğlu:

“Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin toplam giderinin yüzde 62,6’sı personele harcanıyor, oysa Türkiye ortalamasında bu yüzde 11,7. Bu personel ne yapıyor? Hangi hizmeti yerine getiriyor ki personel giderleri yüzde 60’ın üzerinde. Bu personel giderlerinin nereye gittiğini tek tek araştıracak ve hesaplarını soracağız.”

Davutoğlu “hesabını soracak”tı ama daha öncesinde de bu gün de kimse Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’e sormayacaktı “Bu veriler doğru mu?” diye.

Sonra da haberini yazarken “karşı görüşü de alıp”, “Başbakan Mardin Büyükşehir Belediyesine bu eleştiride bulundu ama Başkan Türk bu verilerin doğru olmadığını iddia etti” gibisinden bir cümle kurmayacaktı. Çünkü bu evrensel gazetecilik anlayışı özellikle AKP iktidara geldikten sonra bu topraklarda ancak arkeolojik kazı yapılırsa “eser miktarda” ortaya çıkardı.

O zaman yapılması gereken, Ahmet Türk’ü bulup Başbakan Davutoğlu’nun iddiasına “karşı görüş” almaktı.

İki telefonla öğrendim, Maridin Oteli’ndeymiş Türk, HDP Eşgenel Başkanı Selahattin Demirtaş’la birlikte. Hemen oraya geçmek üzere yola çıktım ama pek kolay olmadı. Çünkü tarihi kentin tek ana caddesi tümüyle trafiğe kapatılmıştı. Yolları polisler ve askerler kesmişti.

Ahmet Türk, kentin diğer ucunda Başbakan Davutoğlu’nun Eşbaşkanı olduğu Mardin Büyükşehir Belediyesi hakkındaki iddialara kızgındı. “Hitler dönemindeki Göbels propagandası gibi” diyerek gösteriyor ilk tepkisini.

Rakamlar veriyor, yaptığı yatırımları, kente dönük projelerini, AKP’den borç batağında bir belediye devraldığını anlatıyor:

“Biz geldiğimizde belediye başkanının koltuğu bile hacizliydi. İşçilerin parası ödenmemişti. Ana para kadar faizi birikmişti. İşçilerle anlaştık. Belli bir plan dahilinde hepsini ödedik. Şu ana kadar yaptığımız işlerin tümünün parasını ödedik. Zaten altı aydır bakanlığın müfettişleri belediyeden çıkmadı. Kendi müfettişlerinin raporları bizzat Başbakanı yalanlıyor.”

Temelde Davutoğlu’nun iki iddiası var. Birincisi Belediyenin personel giderleri yüzde 60’ın üzerinde. Yani Başbakan diyor ki “Nereye gidiyor bu paralar, demek ki teröristlere maaş veriyorsunuz”.

İkincisi de “yatırım yapmıyorsun, gelirlerin çok düşük”.