Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Makedonya gezisine katılan Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’yla Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen’in ABD’den Türkiye’ye iadesiyle ilgili görüşlerini aktardı. Selvi, “Çavuşoğlu, Türkiye ile ABD arasında suçluların iadesi anlaşması olduğunu belirterek, Gülen’in iadesi için suç çeşidine göre Adalet Bakanlığı’nın da Dışişleri Bakanlığı’nın da doğrudan başvuruda bulunabileceğini söyledi. Tahşiye operasyonu nedeniyle Adalet Bakanlığı’nın doğrudan başvuruda bulunabileceğini ifade etti” dedi.
Selvi, Çavuşoğlu’nun “Seçilmiş hükümete karşı darbe suçuyla ilgili Amerika ile aramızda suçluların iade anlaşması var. Gülen’le ilgili darbe suçundan dolayı bir mahkeme karar alırsa, Dışişleri Bakanlığı olarak biz başvuruda bulunuruz” dediğini aktardı.
Selvi yazısında şu ifadelere yer verdi:
Peki ABD iade eder mi? Böylesine kullanışlı bir aracı bize niye versin. Bunu sordum.
Dışişleri Bakanı, “Darbe suçundan dolayı iadesini istediğimiz taktirde ABD, Gülen’i bize vermeli. Çünkü iki ülke olarak aramızda suçluların iadesi anlaşması var” diye karşılık verdi.
Yine ikna olmadım.
“Niye vermek istesin” diye ısrar ettim. Mevlüt Çavuşoğlu, ”Anlaşmamıza rağmen ABD’nin bize iade etmemesi için o zaman siyasi bir karar vermesi gerekir” dedi. Ben de onu öğrenmeye çalışıyordum. Siyaseten Gülen’i Pensilvanya’da zorunlu ikamete mecbur bırakan ABD, siyasi bir kararla onu bize iade etmeyebilir.
O zaman da paralel yapının kime hizmet verdiği daha iyi anlaşılır.
Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (25 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Gülen, hangi suçtan iade edilir” başlıklı yazısı şöyle:
Gülen, hangi suçtan iade edilir
Üsküp’te tarihi Taş Köprü'nün üzerinde Vardar nehrini seyrediyordum.
Tabii dilimde, ”Vardar Ovası” türküsü vardı.
Biri ısrarla köprünün ortasındaki tarihi işlemeleri göstererek, “Erdogan, Erdogan” diyordu.
Hırvat olduğunu söyleyen bir genç yaklaştı, kırık bir Türkçe ve tatlı bir Rumeli şivesiyle, ”Buranın restorasyonunu Erdogan yaptırdı” dedi.
Öğle namazını birlikte kıldığımız tarihi Türk çarşısı içindeki Muratpaşa Camii’nde de benzer manzaralar yaşadık.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gözyaşları içinde kendisine sarılan Recep amcanın elini öptüğü caminin önü.
Başbakanlar el öpmez mi? Öper.
Üsküplü Recep amcanın eli öpülür.
Kötü olan başbakanların el öpmesi değil, öpmemesidir.
Kötü olan başbakanların ağlaması değil ağlamamasıdır.
Bir şehit annesi omuzunuza başını koyduğu anda ağlamıyorsanız, o kalp mühürlenmiş demektir.
Kötü olan başbakanların el öpmesi değil, bir yerlere gelmek için el-etek öpülmesidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok seviliyor Balkanlar’da. Öyle ki Türkiye’dekinden daha fazla desem yeridir.
Başbakan Davutoğlu ise Balkanlar'ı Türkiye’nin gündemine sokan isim olarak biliniyor. “Ahmet Hoca” diyorlar. Balkanlar'da gittiği her merkezde bir iz bırakmış. Zaten gitmediği yer de kalmamış.
Balkanlar'da Osmanlı izleri diyorlar ya pek katılmıyorum buna. Osmanlı zaten Balkanlar.
Her biri çil çil serpilmiş kubbeleri, gökyüzüne uzanan minareleriyle İslam’ın bir incisi olan camilerimiz, Bektaş-ı tekkeleri hep ecdadın izlerini taşıyor.
Gümülcine’yi ziyaretimiz sırasında Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na Balkanlar için İstanbul’un ne ifade ettiğini sormuştum.
“Hem başınız dara düşünce sığınılacak güvenli bir vatan toprağı hem de Balkanlar'dan sürüleceğiniz zaman akla gelen ilk yer demişti”
Hem acı ve hasret, hem de vuslat...
İşte İstanbul böyle bir şehir.
Balkanlar'la ilgili nostaljik tutumlar yerini yavaş yavaş akıllı yatırımlara bırakıyor.
“Osmanlı Müslümanlığı”nı yaşatan Evlad-ı Fatihana yüz yıl sonra geri dönüp bu kez ekonomik kalkınma ile hizmet veriyoruz.
Balkanlarda TİKA’nın restore ettiği ecdadımızdan kalan tarihi yapıları ayağa kaldırarak, çeşitli altyapı hizmetleriyle, Türkiye ile köprü olan turizm faaliyetleriyle hizmet veriyoruz. Bir de Halkbank’la... Hani şu paralel yapının 17 Aralık sabahı bir terör yuvası gibi girdiği Halkbank’la...
Yıllar önce Gümilcine’de Ziraat Bankası’nın şubesinin açılışına katılmıştım. Oradaki soydaşlarımızın Ziraat Bankası'nın önüne asılı Türk bayrağını öpüp koklamalarından orada açılanın bir banka şubesi olmadığını fark etmiştim. Balkanlar'da o misyonu şimdi Halkbankası üstlenmiş, hızla şubelerini artırıyorlar.
17 Aralık darbe girişimini, “Yolsuzluk ambalajına” sokmak için müthiş bir algı operasyonu yürütmüştü paralel yapı.
En etkili olanlardan biri Halkbank Genel Müdürü Süleyman Arslan’ın evinde çıkan, içi para dolu ayakkabı kutularıydı.
O iş geldi Üsküp Meydanı'nda Muratpaşa Camii'nin önünde soydaşlarımızla sohbet ederken beni buldu.
Ömer Faruk Hansu, ”O ayakkabı kutuları vardı ya” dedi. “O kutulardan çıkan paralardan 1 milyon avrosu Uluslararası Balkan Üniversitesi için verilmişti. Mahkeme kararıyla o parayı aldık ve yeni fakülte binaları için temel attık” diye anlattı.
Üsküp’te sadece Halkbank olduğu için Halkbank Genel Müdürü'ne iletilmiş. Başka banka olsa ona verilecekmiş. Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı adına hesap açtık. Parayı o hesaba geçirmeden operasyon yapılmış. Tabii operasyonu yapanlar Amerika adına Halk Bankası’nın İran’daki faaliyetlerini takip ettikleri için hesabın açıldığından, o paranın hesaba işleneceğinden bilgileri var. Zaten o telaşla Halkbankası’nı da torbanın içine atmışlar.
Paralel yapının hedef seçtiği üniversitede 900’ü Makedonyalı 400'ü ağırlıklı olarak Türk Cumhuriyetlerinden olmak üzere 1300 öğrenci eğitim görüyor.
Bunun ne Türklükle, ne Müslümanlıkla ilgisi var.
Türkiye’nin nerede stratejik bir hamlesi varsa, paralel yapı ona karşı operasyon düzenledi. MİT TIR'ları hadisesinde olduğu gibi. Ağzını açınca Türkmenleri dilinden düşürmeyen MHP de gitti onlara destek verdi. MİT TIR'ları, Suriye’deki iç savaşta iki ateş ortasında kalan Bayır-Bucak Türkmenlerine yardım götürüyordu.
Başka ülkeler hesabına kendi ülkesine operasyon yapmaya kalkışmanın adıdır paralel yapı...
7 Şubat MİT operasyonu ile 17-25 Aralık darbe girişimleri doğrudan Türkiye’nin stratejik hedeflerine yönelik yapılmış bir saldırıdır.
Üsküp’te Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Fethullah Gülen’in iadesi konusunu konuşma imkanım oldu.
Çavuşoğlu, Türkiye ile ABD arasında suçluların iadesi anlaşması olduğunu belirterek, Gülen’in iadesi için suç çeşidine göre Adalet Bakanlığı’nın da Dışişleri Bakanlığı’nın da doğrudan başvuruda bulunabileceğini söyledi. Tahşiye operasyonu nedeniyle Adalet Bakanlığı’nın doğrudan başvuruda bulunabileceğini ifade etti.
“Seçilmiş hükümete karşı darbe suçuyla ilgili Amerika ile aramızda suçluların iade anlaşması var. Gülen’le ilgili darbe suçundan dolayı bir mahkeme karar alırsa, Dışişleri Bakanlığı olarak biz başvuruda bulunuruz” dedi.
Peki ABD iade eder mi? Böylesine kullanışlı bir aracı bize niye versin. Bunu sordum.
Dışişleri Bakanı, “Darbe suçundan dolayı iadesini istediğimiz taktirde ABD, Gülen’i bize vermeli. Çünkü iki ülke olarak aramızda suçluların iadesi anlaşması var” diye karşılık verdi.
Yine ikna olmadım.
“Niye vermek istesin” diye ısrar ettim. Mevlüt Çavuşoğlu, ”Anlaşmamıza rağmen ABD’nin bize iade etmemesi için o zaman siyasi bir karar vermesi gerekir” dedi. Ben de onu öğrenmeye çalışıyordum. Siyaseten Gülen’i Pensilvanya’da zorunlu ikamete mecbur bırakan ABD, siyasi bir kararla onu bize iade etmeyebilir.
O zaman da paralel yapının kime hizmet verdiği daha iyi anlaşılır.