Radikal yazarı Cengiz Çandar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, geçen hafta PKK sempatizanlarının çadır kurmasına izin veren Brüksel'i sert bir dille eleştirerek, "O bombalar sizin şehirlerinde patladığında bizim ne hissettiğimizi anlayacaksınız, ancak çok geç olacak" sözlerini köşesine taşıdı. Çandar, "Erdoğan, 'bombalar Brüksel'de patlarsa' sözleri için 'haklı çıktım' diyemez, çünkü Kürt örgütleri kastetti" dedi. Çandar, "Erdoğan’ın 'kehaneti'nin birkaç gün sonrasında ise, Brüksel’deki kanlı terörist saldırının altından çıkan yine IŞİD…" ifadesini kullandı.
Dur-durak bilmeden, her gün, her fırsatta konuşmanın böyle kötü sonuçları oluyor.
Çandar’ın Radikal’de “Miami'den tsunami, Brüksel'de bombalar...” başlığıyla bugün (23.03.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Brüksel, Ankara’nın yaklaşık bir hafta, İstanbul’un ise üç gün önce yaşadığını yaşadı. Zaventem Havaalanı’nda, dış hatlar terminalinde ardarda iki bombalı saldırı ve olayın şoku sürerken, şehrin göbeğinde AB merkezlerinin bulunduğu Rue de la Loi’nın orada Malenbeek metrosunda bir üçüncü saldırı.
Bilanço 34 ölü, 130’un üzerinde yaralı.
Ankara’da Kızılay’da, İstanbul’da İstiklâl Caddesi’nde girişilen terörist saldırılar, Türkiye’nin başkentini ve ülkenin dünya çapındaki gözbebeğini “yüreğinden vurmak” ile eş anlamlıdır.
Brüksel’de terörist saldırıların gerçekleştirildiği noktalar ise, sadece Brüksel’in ve Belçika’nın değil Avrupa Birliği’nin“yüreğinden vurulması” anlamına gelir.
“AB’nin başkenti” sayılan kentin hava trafiğinin durmasının yanısıra, Brüksel’i Londra’ya ve Paris’e bağlayan Eurostar’ın ve ayrıca Fransa, Hollanda ve Almanya ile hızlı tren bağlantısını gerçekleştiren Thalys seferlerinin durması, Avrupa ulaşımının ve iletişimin askıya alınması demektir.
Bütün bunlar, “AB’nin kalbi”nde “aritmi” demektir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Brüksel saldırılarıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, "Türkiye bu zor gününde Belçika'nın yanındadır. Farklı terör örgütlerinin alçakça saldırılarına maruz kalmış olan halkımız, Belçika halkının acısını derinden hissetmekte ve paylaşmaktadır" dedi.
İnandırıcı geliyor mu? Kendisinin çok sevdiği deyimle ifade edilirse, bu açıklama “samimi” bulunabilir mi?
Kuşkulu.
Zira, şunun şurasında Brüksel’e, AB-Türkiye Zirvesi’ndeki gösterilere sinirlenerek, Belçika makamlarına ve ayrıca AB’ye hitaben sarfetmiş olduğu şu sözlere bakın:
"Pek çok devlet bu örgütler karşısında ilkeli bir tutum ortaya koyamıyor. Bunlar dürüst değil, bunlar samimi değil. Bunlar ikircikli davranıyorlar. Bugün bayrağı indirmiş, oradaki posterleri kaldırmışlar. Kime ne anlatıyorsunuz siz. Karşınızda aldatacağınız bir Türk milleti yok. Bunlar teröre teslim oldular. Brüksel'de veya AB'nin herhangi bir şehrinde bu bombalarının patlamaması için hiçbir sebep yok. Mayın tarlasında dans etmek gibidir bu. Ayağınızın ne zaman mayına basacağını bilemezsiniz ancak bunun kaçınılmaz bir son olduğu da bellidir. Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de sokabilir. Türkiye'de patlayan bombaların size bir şey ifade etmediği olabilir. Sizin şehirlerinde patladığında bizim ne hissettiğimizi anlayacaksınız, ancak çok geç olacak. Ülkenizde bir bombalı saldırı olduğunda, ve sizin bir milletvekiliniz taziyeye gittiğinde neler yapabileceğinizi çok iyi biliyorum. Akademisyen, STK temsilcisi sıfatı taşıyanların terör örgütüne destek verdiklerinde sizin tavrınızı da iyi kestirebiliriz."
Bu sözleri sarfettikten sonra ne diyecektir?
“Bakın, ben söylemiştim. Haklı çıktım. Ne kadar öngörülü, uzak görüşlü bir lider olduğumu anladınız mı?”
Böyle mi diyecektir? Böyle demeye hakkı yok mudur? Haklı çıkmamış mıdır?
Hayır, çıkmamıştır. Çünkü, onun kastettiği Kürt örgütleriydi. Ne var ki, Brüksel saldırısını gerçekleştirenin, onlara da düşman olan IŞİD olduğu anlaşılıyor.
Zaten, Brüksel saldırısının, Paris’teki IŞİD saldırılarının faillerinden yakalanmamış tek kişi olan Salah Abdüsselam’ın cuma günü Molenbeek’te ele geçirilmesi üzerine bir “misilleme” olarak gerçekleştirilmiş olması ihtimali çok güçlü.
Tayyip Erdoğan, Salah Abdüsselam ele geçirilmeden hemen önce, Avrupalıların terörist ele geçirmede başarılı olamadıklarına ilişkin alaycı bir dil kullanmıştı. Bir gün sonra, Brüksel’de IŞİD’li Salah Abdüsselam ele geçirildi.
Hemen arkasından ve İstanbul’daki IŞİD eyleminden önce, bu kez, yukarıda alıntıladığımız “Brüksel’de bu bombaların patlamaması için hiçbir sebep yok” açıklamasını yaptı.
Brüksel’den üç gün önce bombalar, İstiklâl Caddesi’nde patladı. Cumhurbaşkanı’nın adamları, -örneğin onun zabıt katipliğini yapan bir başbakan yardımcısı- hemen HDP’yi suçlamaya giriştiler. İstiklâl Caddesi saldırısını IŞİD imzalı olduğunu bilmiyorlardı. Adres şaşırdılar.
Erdoğan’ın “kehaneti”nin birkaç gün sonrasında ise, Brüksel’deki kanlı terörist saldırının altından çıkan yine IŞİD…
Dur-durak bilmeden, her gün, her fırsatta konuşmanın böyle kötü sonuçları oluyor.
Cumhurbaşkanları, başbakanlar bu kadar çok ve bu kadar sık konuşmazlar. Genellikle, az konuşurlar ve konuştukları vakit, ağızlarından çıkanı kulakları duyar.
Çevresinde iki büklüm yerlere eğilmiş ve dünyayı göremeyen bir insan topluluğunun yanısıra, “Havuz Medyası” diye sıfatlandırılmış olan ve Türkiye basın tarihinin kara sayfalarında yerini çoktan almış bir yazılı-görsel sözde medyanın meddahlığında, gerçeklerle ilişkisi kopmuş bir şahsiyetin düştüğü hazin durum budur işte.
IŞİD’i kastetmeden“Brüksel’de ve AB’nin herhangi bir şehrinde bu bombaların patlamaması için hiçbir sebep yok”demiş olmasından bir gün sonra İstanbul’da, dört gün sonra da Brüksel’de bombaların patlaması, söz konusu sözleri sarfeden kişiyi “öngörülü” yapmıyor, “terse yatırıyor.”
“Belâ geliyorum demez” hesabı, Brüksel’de patlayan bombaların sesinden önce, Atlantik ötesinden gelen ve bir anlamda “daha şiddetli” patlamanın sesi Türkiye’de duyuldu: Rıza Zarrab, Miami’de tutuklandı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan nezdindeki, İran kökenli 28 yaşındaki “hayırsever iş adamı.” Erdoğan, onu “hayırsever”diye nitelediğinde 26 yaşındaydı ve bastırılan ve kapattırılmak istenen 17 Aralık (2013) soruşturmasının bir numaralı sanığı olarak, 28 Şubat’ta (2014) “tuhaf biçimde” serbest bırakılana dek 70 gün Türkiye’de cezaevinde kalmıştı.
Rıza Zarrab (ya da Sarraf), 17 Aralık soruşturmasında “rüşvet alıp verme ve altın kaçakçılığı” suçlarından 37 yıla kadar hapsi istenirken, 28 Şubat’taki tahliyesinin ardından, dava sonucunda da aklanmıştı.
Zarrab (Sarraf), AKP’li dört eski bakan hakkındaki yolsuzluk fezlekelerindeki ifadeyle “suç örgütünün lideri”ydi. Dört bakan istifa etmiş ama AKP’lilerin oylarıyla Yüce Divan’a gitmekten kurtulmuştu.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da ona resmi törenle “plaket” vermişti.
Rıza Zarrab, Miami’de “İran yaptırımlarını ihlal ederek ABD’yi dolandırmak, bankacılık sahtekârlığı ve kara para aklamak”la suçlanıyor. İşlediği iddia edilen suçlar ile ilgili 21 sayfalık iddianameye göre 75 yıl hapis cezasına çarptırılması ihtimali var.
Hakkındaki davanın Türkiye ve İran’daki “iktidar mücadeleleri”ni ilgilendiren uluslararası boyutlar taşıdığı ortada.
Amerikan hukuk sistemine göre Rıza’nın 75 yıl hapis cezası yemekten kurtulması da, birilerini “satması”yla da mümkün olabilir.
Bu arada, Amerikan Emniyeti’nin, FBI’ın bir yetkilisi olan Diego Rodriguez, “Davalılar neredeyse beş yıl süreyle, 2010’dan 2015’e kadar İran kurumları adına yapılmış mali işlemleri gizleyerek İran’a karşı ABD ve uluslararası ekonomik yaptırımları delmek için komplo kurdu” dedikten sonra, “Bu suçlamalar, gerçek iş ortaklarının kimler olduğunu saklamaya çalışanlara mesaj göndermeli” ifadesini de kullandı.
İşte, Brüksel’deki bombaların sesinden daha önce ve daha şiddetli bir gürültüyle Türkiye’ye ulaşan da, Rodriguez’in ima ettiği “mesaj”…
Rıza Zarrab ve onunla birlikte Miami’de tutuklanan iki İranlı, New York’ta yargılanacaklar.
Bakalım, onu ve onları Türkiye’de “hayırseverler” olarak görenler, New York’taki yargılamanın “hayrını” görecekler mi?