Şiirin halet-i ruhiyesinde ayrılık vardır. Ayrılıkların ve hasretlerin derinlerdeki ayak seslerini de taşır şiir.
Ayrılık saati çalmayan hayat var mıdır? Ve kaybetmemiş bir hayat, bir şeye sahip olmuş mudur? Can Yücel'i kaybettik, kaybettik çünkü Can Yücel vardı!
Bana bir varmış de
Bir varmış bir yokmuş deme
İçime dokunuyor
Misal bu dizelerini de okuyup iç çektiğimiz, şiirleri, şarabı, küfürleri ve rüzgâr savruğu beyaz saçlarıyla Can Yücel'i 15 yıl önce bugün, 73 yaşındayken kaybettik.
“İşçi sınıfının ağzında bir çiçektir” dediği küfürü yeri geldiğinde -ve yerini sık getirerek- esirgemeyen, sıradağlar gibi bir Can Yücel geçti bu hayattan.
Can Yücel'in şiirlerindeki Mısır Çarşısı şenliği, o kendine özgü hayatında yeşerir; rengârenk, acı-tatlı, bambaharat! Aşk, ayrılık, sevmek, sevişmek kadar babalık, şarap ve dostluğun da dört nala koştuğu dobra bir şiir.
Cumhuriyetin erken dönem Milli Eğitim bakanlarından Hasan Âli Yücel’in oğlu olarak 1926 yılında geldiği dünyada, soyadının gölgesinden sıyrılıp şiirin zirvelerine adını kazıyan Can Yücel, babasının onu yetiştirme tarzı sayesinde kendi varlığını ortaya koyabildiğini söyler.
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
Hayatta ben en çok babamı sevdim
15 yıl hapis cezası ve afla gelen özgürlük
1943 yılında, yakın dostu ve Ankara Atatürk Lisesi'nden sınıf arkadaşı Gazi Yaşargil ile birlikte yurt dışı eğitim bursu kazandığı halde, babası, Hasan Âli Yücel’in, "Bakan, kendi oğluna torpil yaptı, derler' diyerek karşı çıktığı” söylenir. Ancak, izleyen yıllarda dünyanın sayılı beyin cerrahlarından biri olan Gazi Yaşargil, “ikisinin de ailelerinin imkânlarıyla yurt dışına gittiklerini” belirtir.
Ankara ve Cambridge üniversitelerinde Latince ve Yunanca okur, BBC’de spikerlik yapar. 12 Mart 1971 darbesi döneminde Che Guevara ve Mao'dan çeviriler yaptığı gerekçesiyle 15 yıl hapse mahkûm olur. 1974’de çıkarılan genel afla cezaevinden çıkar.
Shakespare'den Hamlet'i Türkçeleştirir. Can Yücel deyişleri ile Hamlet'i Türkçe'ye aktarmaz, Hamlet'i Türkçe yazar. Oyunun en ünlü tiradı "To be or not to be" (olmak ya da olmamak) Can Yücel'le birlikte "Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin" şekline dönüşür.
‘Babam tek karıyla yaşamaya mahkûmsun derdi’
Bir ben sevdim seni...
Severmiş gibi değil,
Kana kana sevdim seni.
Tıka basa ... Sevdim...
Dolu dolu sevdim...
Dediği ve "avuçlarındaki ter kokusunu özlediği" karısı Güler Yücel'le 1956 yılında evlendi. Bir mülakatında Güler Yücel'den “Pek severim karımı haa! Babam bana, ‘sen tek karıyla yaşamaya mahkûmsun’ derdi. Güler’le yaşıyorum. Çok da seviyorum canımın içini” sözleriyle bahseder. Can Yücel o dönülmez yolculuğa çıkana değin ömürlerinin 43 yılını birlikte geçirirler. 1973 yılında evliliğe bakışını şu sözlerle anlatır:
“Evlilik , inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum aynı zamanda da…
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de kuruma inanmamaktan geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde yaşamamaktan…
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yaşça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi…
Olmaz, yürümez diyor toplum…
Erkek yaşça büyük olmalı ki, kadına ‘höt’ dediğinde oturmalı kadın…
Ya da yumuşatıyorlar;
Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış yaşı…
Eğitimde de böyle...
Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layığı!
Eşim benden 2 yaş büyük; ne ‘höt’ dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü…
Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti.
- 'Ooo Can Bey kapmışsınız çıtırı' esprilerine muhatap dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bi taneyi 9 senede bitirdim…
Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım…”
'Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum'
Üç çocuğu oldu Can ve Güler Yücel'in, kızları Güzel ve Su ile babasının adını verdiği oğlu Hasan Yücel. Kendi nasıl bakıyorsa hayata çocuklarına da o ilhamı vermeye çalıştı. Çocukları için aşkı diledi, mutluluğu diledi; "Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!" diye ekledi.
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni
'Ya canım ellerini tutmak isterse...'
Can Yücel İstanbul'da yıllarca yaşadığı Kuzguncuk’tan “Kavgasız, her sabah cinayetle uyanılmayan, sessiz bir yere”, Datça’ya göç etti. Küçük bir köyde “Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerde sallanmak için…”
Hayatı böylesine kucaklamış bir şair elbet beklemezdi biricik karısını yalnız bırakıp gitmeyi. Planlarında hep yaşlı bir adam olmak vardı. Güler’i uğurlamak ve yalnız kalmak bu dünyada.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
Ya canım ellerini tutmak isterse...
'Ölümle birlikte yaşamak, tam yaşamak!'
Bir doktordan duymayı beklemezdi elbet bademcik kanseri olduğunu, ancak şaşırmadı öyle çok fazla; “koskoca Can Yücel gripten ölecek değil ya!”
Tedavi sürecinde verdiği bir söyleşide “Ölümle birlikte yaşamanın tam yaşamak olduğunu” söyler Yücel:
"Ölmek için yaşıyoruz, demek daha keyifli. Çünkü ölümü unutmaman, yaşama, yaşadığın ana daha fazla sahip çıkışını getiriyor peşi sıra. Bundan ötürü, ölümle beraber yaşamanın verimli bir hayat tarzı olduğuna inanıyor ve öyle yaşamamanın yarım yaşamak olduğunu iddia ediyorum. İnsan ölümle bitişik yaşarsa, bu ölüm korkusu daha fazla yaşama sahip çıkmaya yol açar. Daha ‘tam’ yaşamayı sağlar.”
Ben ömrümce muhalif yaşadım
Devletçe de menfi bir ‘tip’ sayıldım
Onun için kan grubum
Rh negatif!
Hâl tercümesi sayılır bu dizeleri. Bir de ve elbette "harbi konuşmak"tan söz eder. “Küfür etme özgürlüğü”ne sahip çıkarak. “Türkiye’deki insanların tek özgürlüğü olan küfürü ele vermemek lazım! Sahip çıkmak lazım!” diyerek.
Ve bir gün “Anne babadan kalma yarısı yaşanmış ömrü”nü tükettiğinden bu yana nice aşklara, nice isyanlara tercüman olan şiirler bırakır ardında...
Ayrılışının 15. Yılında Can Yücel’i sevgiyle, özlemle, minnetle, şiirle anıyoruz…
Şarabın bol olsun Can Baba ve aşk olsun!
Mare Nostrum
En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi...
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
Sevgi Duvarı
Sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat sevicileri
Derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
Aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
Sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardın beni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece sevgi duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bir sen varsın bir de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi