10 Haziran 2014 22:46
Prof.Dr. Öner Günçavdı
Siyasi ve ekonomik çalkantılarla başlayan 2014 yılının ilk çeyreğine ilişkin açıklanan büyüme rakamları, iktisat kamuoyu tarafından olumlu karşılandı. Hatta rakamsal olarak, açıklanan bu yüksek büyüme oranı bir başarı göstergesi olarak kimilerince iktidarın başarı karnesine yazılmaya çalışılmaktadır. Ancak verilerin detaylarına bakıldığında, Türkiye ekonomisinin büyüme dinamiklerinde yapısal herhangi bir değişimin olmadığı, aksine eski alışkanlıkların devam ettiği görülebilmektedir. Büyümenin 2007 sonrasında ortaya çıkan ve değiştirilemeyen niteliği gereği hâlâ arz yönlü bir büyüme dinamiği yakalamadığı, potansiyel büyüme oranının arttırılamadığı anlaşılmaktadır. Aksine bu dönemde de talep çekişli, konjonktürel bir büyümenin devam ettiği görülmektedir. Zaten kamuoyunda zon yıllarda tartışılan orta-gelir tuzağı da bundan başka bir şey değildir.
Açıklanan son rakamlar da, ekonominin hala bu tuzak içinde olduğunun bir göstergesidir. Fakat bu verilerdeki birtakım gelişmeler özellikle dikkat çekici olup Türkiye ekonomisinin yakın gelecekteki yönelimlerini belirlemek açısından bilgilendiricidir. Bu gelişmeler 2014’ün ilk çeyreğinde elde edilen büyüme rakamlarında gizlidir ve sırasıyla aşağıdaki gibi ele alınabilir.
Kamu kesiminin toplam talebe desteği devam ediyor
Özel kesim tüketim harcamalarının önceki dönemdeki seviyelerinin çok altında bir artış gösterdiği ve %2.9 seviyesinde kaldığı görülüyor. Bu, aslında yılın ilk çeyreğinde kur ve faizlerde görülen artışın ve beraberinde oluşan belirsizliğin neticesinde özel kesimde harcamaya karşı meydana gelen ürkekliğin bir sonucudur. Öte yandan özel kesimin tüketim harcamalarının yeterince talep yaratamadığı bu ortamda, kamu kesimi devreye girerek, harcamalarını %8.6 oranında arttırmıştır. Bu boyuttaki artışta, kamu kesiminin mal ve hizmet alımlarını %12.7 gibi yüksek bir oranda gerçekleştirmesi dikkat çekicidir. 30 Mart yerel seçimlerinin öncesindeki bir döneme karşılık gelmesi sebebiyle, 2014 yılının ilk çeyreğinde kamu kesiminde gerçekleşen bu harcama artışları anlayışla karşılanabilir.
Tehlike çanları yatırımlar için çalıyor; inşaat desteklemeye devam ediyor.
İlk çeyrek verilerinde hesaba katılması gereken önemli hususlardan birisi, yatırım harcamalarının gösterdiği %0.5’lik daralmadır. Her ne kadar bir çeyreklik gelişmelerden bahsediyor olsak bile, yatımlar ekonominin yerel kaynak yaratma kapasitesindeki artışa işaret eder ve bu dönem zarfında bu kapasitede azalma yaşandığı açıktır. Bu eğilimin süreklilik kazanması, Türkiye ekonomisinin arz kapasitesinde azalmaya ve beraberinde harcamalarının finansmanı için yerel kaynak yaratma kapasitesinde düşmeye yol açacaktır. Bu da, gelecek dönemlerde ekonomi yönetiminin uygulayacağı politika seçeneklerini sınırlayan bir durum yaratacaktır.
Açıklanan veriler detaylı incelendiğinde yatırımlara ilişkin çok daha çarpıcı sonuçlara ulaşılabilmektedir. Öncelikle kamu kesimi yatırımlarının bu dönemde %4.1 mertebesinde bir artış gösterdiği, buna karşılık özel kesim yatırımlarının %1.3’lük bir azalma gösterdiği görülmektedir. İki kesimin taban tabana zıt bu davranışının arkasında, o dönemde yaşanan siyasi ve iktisadi istikrarsızlıktan özel kesim yatırımlarının olumsuz yönde etkilenmesinin bulunduğu düşünülebilir. Zira kamu kesimi harcamalarının otonom karakteri, özel kesimdeki bu azalmayı telafi edici yönde bir etkiye neden olmuştur. Yerel seçim ortamında kamu kesiminin yatırım harcamalarını otonom olarak arttırması, ayrıca toplam talebe önemli bir katkı oluşturmuştur.
Ne var ki yatırım harcamalarının içeriğindeki gelişmeler Türkiye ekonomisinin geleceği açısından çok daha endişe vericidir. Her iki kesimde de makine ve techizat yatırımlarında ciddi bir azalma dikkat çekmektedir. Kamu kesimi için bu azalma %3.6, özel kesimde ise %4.7 mertebelerindedir. Özellikle özel kesimdeki %5’lere yaklaşan bu azalma endişe vericidir. Zira makine techizat yatırımları, ekonomideki üretim kapasitesini doğrudan ilgilendiren yatırım bileşenidir ve bundaki azalma da, üretime yönelik sermaye stokunda azalma anlamına gelir. Hali hazırda arz kapasitesini arttırmakta zorlanan bir ekonomide, arzulananın tam aksi yönde gerçekleşen bu durum, gelecekte ekonominin kendi içinde kaynak yaratmakta zorlanacağına işaret etmektedir. Böyle bir durumda yabancı kaynak kullanımını arttırmak zorunda kalacak olan ekonomi, bu kaynakları elde etmeye yönelik uygun para ve kur politikaları oluşturmak zorunda kalacaktır. Ülke ekonomisinin rekabet gücünün de zayıflamasına neden olacak bu gelişmeler, ülkenin uygulayacağı kur ve faiz politikaları açısından seçeneklerini de azaltacaktır.
Bununla birlikte, hem kamu hem de özel kesim yatırımlarının inşaat bileşeninde ciddi artışlar dikkat çekicidir. Kamuda inşaat yatırımları %5.1, özel kesimde ise %5.9 oranında yükselmiştir. Dikkat edilirse, her iki kesimde de üretken kapasitede azalma yaşanırken, inşaat yatırımlarının bu boyutta artış göstermesi, ekonomideki nisbi fiyat yapısındaki çarpıklıklara işaret etmektedir. Ticarete-konu-olan malların üretiminde yeterli rekabet gücünün yakalanamadığı Türkiye ekonomisinde, ekonomik kaynakların daha çok ticarete-konu-olmayan malların üretimine kanalize olduğu anlaşılıyor. Bu da, iki mal grubu arasındaki nisbi fiyatların ikincisi lehine sonuç verdiğini ima ediyor. Sonuç olarak, yatırım harcamalarındaki daralmanın etkisi inşaat yatırımlarındaki artışlarla telafi edilmiş olmaktadır. İnşaat sektöründeki bu genişleme, uzun dönemde ekonominin üretim kabiliyetini arttırmak yerine, sadece bugün büyümede karşılaşılan tıkanıkları geçiçi olarak gidermeye hizmet edecektir.
Dış talepten gelen desteğe ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor
Türkiye ekonomisinin 2002 sonrasındaki gelişiminin en çarpıcı özelliği yüksek cari açıkların varlığıdır. Öyle ki, 2014 öncesinde dünya likiditesinde başlayan azalmanın etkisiyle kaynak bulmakta zorlanmaya başlayan ekonominin cari açık verebilme kapasitesinin de azaltılması gerekmiştir. Türkiye ekonomisinde, cari açıkları kontrol etmenin en etkili yolu iç talebin azaltılmasıdır. Ancak böyle bir politika büyüme için gerekli iç talepte de azalmayı beraberinde getirdiğinden, ekonominin büyüme performansını olumsuz yönde etkilemektedir. İşte bu olumsuzluklarla karşılaşmamak için, iç talepteki azalmanın dış talep ile ikame edilmesi ve bu şekilde toplam talebin istikrarın temini sağlanmaya çalışılır. Fakat bu noktada, otonom bir karakter göstermeyen ve daha çok kur ve ihraç pazarlarındaki gelir artışlarına tepki veren dış talebin uyarılması çok da kolay olmayacaktır. Dahası Türkiye ekonomisinin ihracata yönelik üretiminin ithalata bağımlılığı, ihracat artarken, ithal girdi kullanımının da artmasına neden olmaktadır. Özellikle yapısal olarak katma değeri düşük üretim süreçlerinin bir sonucu olan bu durumda, dış talebi uyarıcı politikaların aynı anda ithalat harcamalarını da uyarması ve bu politikaların cari açık üzerindeki etkilerinin de azalmasına neden olmaktadır.
Açıklanan verilere bu gözle bakıldığında, ihracatta gözlemlenen %11.4’lük artış gerçekten etkileyici görünmektedir. Ancak ihracata yönelik üretimin yapısı veriyken, bu boyutta bir artışın, ithalatta sadece %0.8’lik bir artışa neden olması da dikkat çekicidir. Zira, ekonominin yüksek ithalat bağımlılığının bunun çok daha üzerinde bir ithalat artışına neden olması beklenir.
İthalatın bu şekilde sınırlı düzeyde tepki vermesinin ise, iktisadi olarak iki sebebi olabilir. Birincisi, belki 2013’den bugüne bizim bilemediğimiz bir biçimde Türkiye ekonomisinin hızlı bir yapısal dönüşüm geçirmesi ve ithalata bağımlılığını azaltarak, katma değer yaratan üretim süreçlerine geçmiş olmasıdır. Fakat böyle bir yapısal değişimin çok kısa sürede ve gözle görülür herhangi bir tedbir almadan gerçekleşmesi mümkün değildir. Son yıllarda ekonomide bu yönde gelişmeler yaşanmadığına göre, italatın düşük oranda artışının arkasından katma değer artışının olmadığı kolayca anlaşılır.
İkinci sebep ise, daha önceden stoklanmış ve 2013 yılı içinde gider yazılmış olan ithal girdilerin üretimde kullanımın 2014 yılının ilk çeyreğinde gerçekleşmiş olmasıdır. Böylece 2014’ün ilk çeyreğinde artan kurlara rağmen, ithalatın buna gösterdiği tepki sınırlı düzeyde kalabilmiştir. Ayrıca 17 Aralık sonrası ortaya çıkan ortamda kur ve faizlerde ortaya çıkan artış beklentisi tüm piyasalara yayılırken, üretici kesimlerin ihtiyat amacıyla ithal girdi stoklamaya girişmesi bir diğer etmen olabilir. 2013 yılında gözlemlenen ithalat rakamlarındaki yüksek artış oranlarının bir sebebinin de bu stoklama davranışı olduğu düşünülebilir. Bu durumda özellikle Şubat ayı içinde yaşanan kur artışıyla birlikte ithal girdilerin maliyet etkisinin sınırlı düzeyde kalması, ihracat gelirlerinin kârlılığını arttırmıştır.
2014 yılının ilk çeyreğine ilişlkin açıklanan büyüme rakamlarının yüksekliği ilk bakışta ekonominin göstermiş olduğu performans açısından bir iyimserliğe neden olmaktadır. Ancak veriler detaylı incelendiğinde bu iyimserliğin yerini ciddi bir karamsarlık almaktadır. Öncelikle toplam talep giderek çok daha fazla kamu çekişli otonom bir karakter kazanmaya başlamıştır. Bir ölçüde 2014 yılının bir seçim yılı olması bunun anlayışla karşılanmasına neden olabilir. Ancak özellikle makine ve techizat yatırımlarındaki azalma ekonominin gelecek dönemlerdeki üretim kapasitesinin olumsuz etkilenmesine yol açacaktır. Dahası yatırım düzeyindeki bu azalmalar hem özel, hem de kamuda inşaat yatırımlarına hız verilerek telafi edilmeye çalışılmıştır. Bu tip harcamalar ekonomiye kaynak yaratan değil, kaynak kullanan harcamalardır. Bu, ülke ekonomisinin üretimde yakaladığı rekabet gücünün ve iktisadi cazibenin büyük ölçüde ticarete-konu-olmayan mal üretimi lehine değiştiğinin bir göstergesidir.
Dış talepteki gelişmeler açısından yaptığımız değerlendirmeler ise, ihracattaki artışın büyük ölçüde daha önceden stoklanmış ithal girdilerin, bu dönemde meydana gelen kur artışları ile ciddi bir kar imkanı doğurmasının neticesinde gerçekleştiği yönündedir. Stoklanmış ithal girdiler üzerinden oluşan ve konjonktürel olarak elde edilen bu maliyet avantajlarının gelecek dönemlerde devam etmeyeceği açıktır.
Açıklanan bu büyüme verilerinin detayları, kanımızca Türkiye ekonomisinin artık çok stresli bir büyüme dönemine doğru ilerlediğine işaret etmektedir. Veriler ekonominin giderek daha çok dış kaynağa bağımlı hale gelmekte olduğuna işaret ederken, talep çekişli bir büyüme yaratmak için ekonominin giderek tüm imkanlarını kulanmakta ve bunları tüketmekte olduğunu göstermektedir.
© Tüm hakları saklıdır.