Gündem

'Büyük Türkiye olmanın koşullarından birisi, Ermeni meselesinin çözümüdür'

Yazar Adnan Boynukara: Küresel aktör ve Büyük Türkiye olabilmenin birinci koşulu özgüven ise bunun test edileceği meselelerden birisi de Ermeni meselesindeki tutumdur

28 Temmuz 2013 19:13

Adnan Boynukara - Yazar

Geçtiğimiz günlerde "Ermeni evlerine kentsel dönüşüm" başlıklı haberler medyada yer almıştı. Haberde, 1915 öncesi Muş’ta yaşayan Ermenilere ait evlerin, ‘kentsel dönüşüm’ gerekçesiyle yıkılacağı belirtiliyordu. Yıkıma karşı oluşan tepkilere belediye başkanı, "bana kanıt gösterin, tapusu olan var mı?" cevabını vermiş.

Birçok belediyenin tarihi mekanları, evleri restore ettiği ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün ise cumhuriyet tarihinin en büyük restorasyon çalışmalarını yaptığı bir dönemde, 150 yıllık evlerin yıkılmasını savunmak ve sahip çıkmak elbette mümkün değil. Mülkiyetleri konusunda 'tartışma' olan mekânlar üzerinde tasarrufta bulunmak kabul edilemez. Muş özelinde kamuoyuna yansıyan bu olay 'kentsel dönüşüm' gibi bir gerekçe üzerinden tarihi mirasın ortadan kaldırılmasıdır. Sahiplik ilişkisi kuşkusuz önemli, ancak daha da önemli olan, kenti güzelleştirecek, tarihi kimliğini koruyacak ve ekonomisine katkı sağlayacak eserlerin yaşatılması konusunda ortaya konulan yaklaşımdır. Ayrıca özel bir mülk üzerinde kamu adına tasarrufta bulunmak da ayrı bir husustur. Hele bu mülk, tarihin olumsuz dönemlerinde, gerekçesi ne olursa olsun, acı yaşamış ve göç etmek zorunda kalmış insanlara ait ise durum daha da önemli bir hal alıyor. Tarihi mirasın korunması, restorasyonu ve azınlık mülklerinin iadesi konusunda önemli çalışmalar yapmış olan hükümetin bu yaklaşımına karşılık, yerel yönetimin bu tür bir karara imza atmış olması düşündürücü!

Aslında bu vesileyle, 2015 yılının yaklaşmaya başladığı bir zaman diliminde, Ermeni meselesini konuşmakta yarar var. Birçok hususta olduğu gibi Ermeni meselesinde de Eski Türkiye’nin tutum ve pozisyonunu belirleyen ana unsurların toplumsal talep ve iç dinamikler olmadığını biliyoruz. Türkiye her zaman bu meseleyi; var olma - yok olma zemininde değerlendirdi, ‘atalarına hakaret’ etmenin araçlarından biri olarak kullanıldığını kabul etti, toprak talebi olarak okudu, dış politik dengelerin bir aracı olarak gördü, yabancı devletlerle konuşulacak konulardan birisi olarak baktı... Bahsettiğimiz ön kabullerle, tüm ülkelerin oyunlarını bu mesele üzerinden kurma gayretleri birleşince, Türkiye adım atamaz hale geldi. Bu ise meselenin insani boyutunu görmeyen, duymayan ve dolayısıyla da çözümü gündeme almayan bir Türkiye anlamına geldi. Bu tutumun doğal sonucu, her yıl nisan ayında Türkiye aleyhine yürütülen kampanyalar ve bunun oluşturduğu etkiden bunalmış bir Türkiye oldu. Bu arada, Türkiye’yi bu konuda sıkıştıran ülkelerin temel motivasyonlarının da, meseleyi çözmek olmadığını ifade etmeye dahi gerek yok. Meseleye, Türkiye ile yürütülen ilişkilerde, Türkiye’yi sıkıştırmak için kullanılan bir araç olarak bakmaya ısrarla sürdürdüler. Kısacası Türkiye, çözümsüzlük anlamına gelen kısır bir döngünün içine hapsoldu.

 

Eski Türkiye refleksleri

 

Türkiye’de son yıllarda birçok alanda klasik devlet refleksinin değiştiği, toplumu ve sivil siyaseti kontrol etmek için oluşturulan vesayet kurumlarının çözüldüğü, sivil siyaseti sınırlayan merkezlerin güç kaybettiği, devletin halka hizmet edecek bir araçtan öte anlamlar taşımadığı, iç meselelerimiz konusunda çözüm iradesinin ortaya çıktığı, demokratik değişmelerin yaşandığı Müslüman coğrafyaya örnek gösterilmeye başlandığı ve tüm bunardan güç alarak küresel aktör olma iddiasını ortaya koyan bir Türkiye’nin ortaya çıktığı konusunda kuşku yok. Bu duruma gelinmesinde etkili olan temel faktör, “sorunlarla yüzleşebilme ve çözüm iradesini ortaya koyabilme kararlılığı”dır. On binlerce insanın hayatına mal olan Kürt meselesi konusunda ortaya konulan çözüm iradesi, bahsettiğimiz pozisyonun en somut ve canlı göstergesidir. İşte tam da bu noktada sormamız gereken soru; ortaya çıkan bu değişimin, Türkiye’nin temel meselelerinden birisi olan, göç etmiş, göçe zorlanmış Ermeniler meselesi, yani 1915’de yaşanan olaylar konusunda da belirleyici olup olmayacağıdır. Ortaya çıkan değişim dikkate alındığında, bunun mümkün olduğu ve ‘Yeni Türkiye’nin’ kök salmasına imkân tanıyacak en temel konulardan birisinin de Ermeni meselesinin çözümü olduğu görülür. Özellikle küresel aktör ve Büyük Türkiye olabilmenin birinci koşulu özgüven ise bunun test edileceği meselelerden birisi de Ermeni meselesindeki tutumdur. Bu bakımdan, Türkiye’nin büyüklük ideasının, sözden ibaret olmadığını göstermesi önemlidir.

Tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkan meseleleri çözmenin koşullarından birisi, algı ile olgu arasındaki farkı ortaya koyabilmek, oluşan farklı psikolojileri yönetmek ve söylemi ayrıştırıcı unsurlardan arındırarak kapsayıcı kılmaktır. Buradan hareketle yapılacak ise ‘dinlemek’, ‘anlamak’ ve ‘empatikurmak’tır. Kimileri, duygusunu ortaya koyma telaşıyla haksız ve gerçeği yansıtmayan bir biçimde, ‘otoriter’ suçlamalarında bulunsa da, bahsettiğimiz çözüm koşullarını karşılayabilecek, dinleyecek, anlayacak, empati kuracak ve Eski Türkiye reflekslerine esir olmadan adım atabilecek kişi Başbakan Erdoğan’dır. O zaman, Yeni ve Büyük Türkiye idealinin sahibi Başbakan Erdoğan’ın adım atması ve Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı koşullarındaki tutumunu aşarak konuya bakması önemli. Bu konuda atılacak adımlara; kazan veya kaybet meselesi değil, millet-i sadıka ile yeniden helalleşerek buluşma meselesi olarak bakmak lazım. Söyleme ve tutuma bu perspektif egemen olursa, çözüm kapısı zaten açılmış olur.

 @AdnanBoynukara

(Star gazetesinin, Açık Görüş ekinden alınmıştır)