Politika

"Bütün sorunlar 'yetmez ama evet'çilerin yüzde 2'lik oyundan mı çıktı?"

Yavuz Baydar: Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı o referandumla gelmişti

31 Mart 2016 18:28

Yavuz Baydar*

Saplantı ulusal bir hastalık burada.

Ülke azgın bir iktidar partisinin yılgın, pusulasız bir muhalefetle zımni işbirliği yüzünden uçurumun dibine yuvarlanırken, cehalet timsali bir güruh hala 'herşey bu yetmez ama evetçiler yüzünden' diye papağan gibi söylenip durmakta.

Bitmek bilmeyen bu sayıklama geçenlerde bir solcu arkadaşımı isyan ettirdi. "Yetti artık" diye söyleniyordu.

"YAE'ci değilim ama şu bütün sorunlar sanki %2'lik oyundan çıkmış gibi her fırsatta adamlara çakılmasından da ikrah geldi! Bir rahat bırakın herkes istediğine oy versin, memlekette başka sorun kalmamış gibi bin yıldır tutturmuşsunuz bir terane!! O devir kapandı artık, onların verdiği oyla geçen bütün yasalar da aynen geri alındı, bitti yani o iş..."

Onun bu isyanına karşı, saplantı sahipleriyle ilgili şu özel mesajı gönderdim:

"Betonarme budala olanların - ama sağdan ama soldan ama ulusalcı kesimden, farketmez - dışında kalanların çoğunun tuzu kurudur. Ekmek elden su gölden, dert sıkıntı yok, yılda dört beş kez yurtdışına seyahat, buralarda AVM'lerde kahve içerek laf ebeliği ve samimiyetsiz şikayet. Bu kirli vicdansız elit asla elini sıcak sudan soğuk suya sokmadı, bundan sonra da sokmayacak."

Ekledim:

"İyi ki geçmiş o 12 Eylül referandumu. O sayede Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı geldi de, iyi kötü bir Can Dündar - Erdem Gül kararı çıkabildi. HSYK 17-25 Aralık esnasında yargı adına bağımsızlık gösterebildi. Madem çok kötüydü referandum sonucu, AKP neden onun kilit kazanımlarını imha etti ve etmeye devam ediyor? Neden? Bu soruya kendisini elit aydın okumuş yazmış zaneden o ahmak papağan sürüsünün verecek bir cevabı var mı?.. Hiç sanmıyorum. Varsa çıksınlar ikna etsinler görelim."

Kendisini aydın sananlar, elit içinde görenler.

Orta üst sınıfa ait olanlardan geliyor bu ucuzcu tepki. Dikkatle izliyorum, arada sırada tutuldukları öfke nöbetleri, AKP'nin neden raydan çıktığıyla, otokrasiye neden yönelindiğiyle, neyin yapılması gerekip de yapılmadığı ile ilgili değil. Muhalefetle ilgili hiç değil. Bakıyorum, öfke nöbetlerine, hasır şapkalarla uzandıkları Maldiv, Mauritius plajlarından, Paris'in lüks lokantalarından, Tayland'ın otel lobilerinden gönderiyorlar. Bu tuzu kuru elit, elbette ki, ülkenin yüz karası.

Ama mesele bununla kalmıyor elbette.

Nuray Mert ve Levent Gültekin, tıkanmışlığın iyice müzmin hal aldığı şu günlerde mevzuyu sorguluyorlar.

Toplumun geniş kesimlerinin, iktidar veya Kürtler dışında muhalefet destekçisi seçmenlere hakim olan narkoz yemiş hal, Polonya veya Brezilya gibi benzer yoslzuluk ve güç suiistimali krizi yaşayan ülkedekilere kıyaslandığında, gerçekten de nevi şahsına münhasır bir manzara arzediyor.

Gültekin, dünkü yazısında şöyle bir analiz yapmış:

"Görünen o ki halk, içinde bulunduğumuz bu kötü duruma rağmen mevcut muhalefet partilerinden herhangi birine güvenmiyor, yönelmiyor. Zaten kendi seçmenlerinin bile güvenmediği, inanmadığı, beğenmediği muhalefet partilerine, iktidar partisi seçmeninin ilgi göstermesini beklemek çok tuhaf."

Devam ediyor:

"Hal böyleyken yazarlar, gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, muhalefet partileri… genel olarak  muhalif çevrelerde şöyle bir hava var: Bir mucize olacak, Erdoğan’ın planları sekteye uğrayacak ve Türkiye bu kötü gidişattan kurtulacak. İslamcılar, muhafazakarlar zaten iktidara teslim olmuşlar. Muhalifler genelde sol çevrelerden oluşuyor. Görünen o ki onlar da  muhalefet etmeyi daha çok tepki göstermek, slogan atmak, en baba yazılarla olup biteni kınamak olarak görüyor. Gösterdikleri tepkilerin bir işe yarayıp yaramadığına, bir sonuç getirip getirmediğine pek bakmıyorlar. Strateji kurmaya, akılla mesafe kat etmeye pek alışkın değiller.  Böyle bir kültürleri yok."

"Hatta bu dili, üslubu ayarlanmamış tepkiselliğin, karşı tarafı daha da kenetlediğini umursamıyorlar. “Bir şey yapalım” denildiğinde akıllarına ilk olarak bildiri yayınlamak gibi sözlü, yazılı tepki vermekten başka bir şey gelmiyor. Evet demokrasi ve özgürlük konusunda daha hassaslar fakat bu değerlerin bir ülke için kıymetli olduğunu topluma nasıl anlatacaklarını bilmiyorlar."

Gültekin, Mert'e atfen 'tembel demokratlar' kavramını da yazısına eklemiş.

Bu görüşlerde haklılık payı var ama bu pay çok yüksek değil.

Tarih bize, değişim süreçlerinin, yalnızlığa sürüklenmiş bir aydın grubunun - hangi renklerden olurlarsa olsunlar ve hangi müşterek asgarilerde birleşirlerse birleşsinler - kopuk bir davranış kalıbıyla sonuca götürülemeyeceğini gösterip duruyor.

ABD, Hindistan, Güney Afrika, İspanya, Cezayir, Brezilya, nereye bakarsanız bakın, geçiş süreçlerinde mutlaka bir öncü aydın grubu var, ama aynı zamanda onların sırtını dayadığı, kitleleri umut etrafında peşine takmış, ülkenin sosyolojik gerçekleri ile gerçekçi bağ kurmuş, güçlü bir muhalefet hareketi de var. Başka türlüsü olmuyor.

Başka bir deyişle, belirli bir aydın grubu ne kadar çırpınırsa çırpınsın, onu içselleştirmeyen, onu dinlemeyen, skolastik düşüncenin ve köhne dogmanın ortasında kalmayı tercih eden bir muhalefet, kendi içinde değişime direniyorsa, aydınların yapacağı şey, Gültekin'in çizdiği çerçevede ses çıkarmakla sınırlı kalıyor.

Güney Afrika güzel bir örnek. Orada sıçrama, illegal ilan edilmiş ama tabanı çok geniş bir örgütle, ülkedeki liberal-sol kesimlerin el ele tutuşması ve risk almaktan vazgeçmemesi sayesinde olmuştu. ANC tek başına bırakılsaydı, değişim en azından daha uzun süreye yayılacaktı.

Diyeceğim, bizde esas sorun yerleşik muhalefette; daha doğrusu, şimdi sorun üreten ve ucubeleşen çoğunlukçu değişime karşı, makul bir değişim haritası çizemeyen muhalefette.

Güneydoğu illerinde yaşanan akıl almaz insani ve fiziksel tahribatı ele alalım. Normal şartlarda bu tablo, ana muhalefeti, her türlü korkuyu aşarak, en temel insani değerler adına bölgede kamp kurmaya yöneltebilirdi. CHP'nin üç-beş milletvekili, birkaç heyet ziyareti ve yarım ağızlı açıklamalar dışında gıkı çıkmadı. Çıkmadığı gibi, lideri, "hendeklere neden müsaade ettiniz?" gibi bir söylem üzerinden skolastik düşünmeye devam etmeyi seçti.

Bu durumda 1128 akademisyenin susmamasını "tembellik" diye mi açıklayacağız? Vicdanı rahatsız olan aydınlar, ortada muhalefet yok diye, üstelik HDP ile organik bir bağ da kurmadan, durdukları yerde durup ses çıkartmasın mıydı?

Devamı da var. Madem bu imzacılar şeytan ilan edildi, CHP neden kılını kıpırdatmadı da "biz bu davanın sonuna kadar avukatıyız" diyemedi?

Mesele, metindeki dil değildi; mesele gelip dayandı, bu ülkede zaten yalpalayan akademik özgürlüğün omurgasını kırmaya, bağımsız akademisyenleri topyekun tasfiyeye yöneldi.

Aynı şey, Dündar-Gül davası için de, Koza-İpek ve Zaman-CHA gaspları için de geçerli.

Gültekin'in de yazdığı gibi, son duruşmaya tüm çağrılara rağmen 500 kişi gelmişti. "Eski Cumhuriyet'imi isterim" diye Dündar ve Gül'e adeta cephe alan CUMOK güruhunun şuursuzluğunu bir yana bırakalım, MHP cenahını hiç saymayalım, ama CHP'nin lideri, CHP'ye yakın sivil toplum kuruluşları, sendikalar vs, legal sol örgütler neden orada yoktu? Çağlayan'ın etrafında insan seli olmalıydı.

Zaman'a ek konurken, orada toplanmış 3-500 kişi yerine, çok daha kalabalık bir insan güruhu, beraberce demokrasi sloganları atmalıydı.

Meselenin o gazete, bu medya grubu olmadığını, kriminalize edilmeye çalışılan gazetecilik, içi boşaltılan bir sektör olduğunu bir AKP aleyhtarı kesim anlamıyor da, küçük bir aydın grubu çırpınıp duruyorsa, 'tembellik' haksızlık oluyor.

Desek desek, hakikaten kavramın hakkını vererek "değerli yalnızlık içinde bırakılmış bir avuç aydın" diyebiliriz.

Özetle meramım şudur:

Mesele, kendi içinde de renk farklılığı gösteren o aydın grubunun asli sorumlu tutulacağı bir mesele değildir.

Mesele, Türkiye'ye özgü, çok daha geniş bir seçkinler (elit) kesimin (iş dünyası, bürokrasi, akademya, medya, serbest meslek sahipleri vs) demokrasi şuurundan yoksun olarak doğup büyümesi ve demokratikleşmeye katkı için el uzatmaması, uzaktan söylenip, her türlü sorumluluğu kendinden başkalarına atması, düzenle demokratik yollardan hesaplaşmaktan kaçınmasıdır.

CHP bu kesimin siyasetteki yansıması.

Yani tembellik arıyorsak, onu o geniş seçkinler güruhunda, tuzu kuru üst orta sınıfta ve onun yörüngesinden çıkmayan ana muhalefette arayacağız.

Türkiye'nin trajediye dönen hikayesinde asıl sorumlular onlar çünkü.


Bu yazı Haberdar.com'dan alınmıştır