Kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, televizyonlardaki moda programlarını “büyük bela” olarak nitelendirerek, “Bu tarz programlar kadınlar başörtülü, çarşaflı bile olsa caiz değil. Bu programları yapanlar da, yaptıranlar da, kanal sahipleri de, razı olanlar da, seyredenler de günahkâr” dedi.
İslam’a göre kadınların başörtüsüz olarak ancak babaları, eşleri ve erkek kardeşleri tarafından görülebileceğini yazan Ünlü yazısında “Bu televizyonu seyredenler kim? Beynelmilel bütün dünyanın gâvuru Müslümanı küllün seyrediyor. İyisi kötüsü herkes seyrediyor. Sen burada nasıl böyle program yaparsın?! Başörtülü ve çarşaflı bile caiz değil. Çünkü çarşaflı da olsa erkekler seyrediyor. Sen sokağa zaruret miktarı çıkabilirsin. Kur’an “Evlerinizde yerleşin” (Ahzâb Sûresi:33) diyor. Kadınlara söylüyor bunu bana söylemiyor. Ben şimdiki kadınlardan daha fazla evde duruyorum gerçi. Fitneden sakınıyorum, oturuyorum aşağı” ifadelerine yer verdi.
Ahmet Mahmut Ünlü’nün Vahdet gazetesinin bugünkü (27 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Moda cehennemden bir oda” başlıklı yazısı şöyle:
‘Moda cehennemden bir oda’
Moda programları büyük bela. Bu tarz programlar kadınlar başörtülü, çarşaflı bile olsa caiz değil. Bu programları yapanlar da, yaptıranlar da, kanal sahipleri de, razı olanlar da, seyredenler de günahkâr.
Öyle bir büyük bela ki anlatmak kabil değil. Allah-u Teâlâ Müslüman kadınlara ne emrediyor, bunlar bu programlarda neler yapıyor ve yaptırıyor?!
“Ey peygamberi zişan. Eşlerine söyle, kızlarına söyle ve bütün inananların kadınlarına söyle başlarından aşağı üzerlerine cilbablarını yanaştırsınlar.” (Azhab Sûresi:59)
Siz Müslüman değil misiniz? Size de söyleniyor. Allah elçi gönderdi ve ona emrediyor. Senin ebedi ahiretini kurtarmak için o da vazifesini tebliğ ediyor.
Erkek beş para etmiyor
“Başörtülerini yakalarının üstünden aşağı vursunlar.” Yani göğüs kısmını mutlaka kapatsınlar.
“Ziynet mahallerini açık vermesinler.” Ancak zaruret için görünen yüz ve el müstesna diyor. Bunun dışında ziynet mahalleri kapalı olması lazım. Ayağına halhal takıyorsun ziynet mahali, göğsüne bakıyorsun gerdanlık ziynet mahali, kulağına bakıyorsun küpe ziynet mahalli, onun için kadının bütün bedeni avrettir. Erkek gibi değil, erkeğin bir tarafı beş para etmiyor.
Ancak kime gösterebilir? Nur Sûresi babaları, kocaları, erkek kardeşleri... diye tek tek açıklıyor.
Bu televizyonu seyredenler kim? Beynelmilel bütün dünyanın gâvuru Müslümanı küllün seyrediyor. İyisi kötüsü herkes seyrediyor. Sen burada nasıl böyle program yaparsın?! Başörtülü ve çarşaflı bile caiz değil. Çünkü çarşaflı da olsa erkekler seyrediyor. Sen sokağa zaruret miktarı çıkabilirsin. Kur’an “Evlerinizde yerleşin” (Ahzâb Sûresi:33) diyor. Kadınlara söylüyor bunu bana söylemiyor. Ben şimdiki kadınlardan daha fazla evde duruyorum gerçi. Fitneden sakınıyorum, oturuyorum aşağı.
“Sakın evvelki cahiliyet dönemlerinin süslenip açılıp saçılması gibi meydana çıkmayın.” (Ahzâb Sûresi:33)
Tam da bu moda programları teberrüctür işte. Yani süslenip püslenip meydana çıkmak.
“Ey benim peygamberimin hanesinin halkı ben sizden pislikleri gidermek istiyorum. Sizi arındırmak, tertemiz etmek istiyorum. Kötü bakışlardan, kötü düşüncelerden sizleri münezzeh tutmak istiyorum.” (Ahzâb Sûresi:33)
Kâinatın Efendisi’nin kadınlarına buyurduğu, bütün ümmetin kadınlarına buyrulanla aynı değil mi?!
Allah-u Teâlâ seni Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in eşi gibi korumak istiyor. Seni tertemiz yapmak istiyor.
Bu demektir ki bu düstura uymayanlar temiz kalmaz. Temiz kalmak demek illede namussuzluk anlamında değildir.
Amma velakin Mevla seni kıskanıyor, seni sakınıyor. Bakanlar da kötü gözler olabilir. Bu kadar televizyona çıkan bir programa kim baktı, kim bakmadı kontrolü mümkün değildir. O yüzden bu caiz değildir. Çarşaflı bile olsa caiz değil. Ama şimdikilerin kolu, bacağı açık. Bu da haram üstüne haram.
Kötü gözle bakan bir adamın nazarına maruz kalan bir kadının yüzünün güzelliğinin, canlılığının pörsüdüğü söyleniyor. Fiziki olarak da ispatlandı bu. Nazar çok önemli. Sen bu kadar milletin bakışına kendini nasıl maruz bırakırsın. Allah bizi de temiz tutmak istediği için bu emirleri veriyor.
Bu şartlara riayet edilmezse pislenir derken namussuzluk anlamında söylemiyorum. Mânen pislenirsin.
Bir de insanları günaha sokma meselesi var. “Ee bakan ne diye bakıyor?” diyor kadın. Öyle ama sen de baktırıyorsun. Hayra delalet eden hayrı yapan gibidir, şerre delalet eden şerri yapan gibidir.
Adamın günah işlemesine olanak sağlıyorsun. Nerden bakarsak bakalım hiç çıkar yolun yok.
“Moda cehennemden bir oda” derdi Efendi Hazretleri...
Müslümanların bu programları yapacak, kurgulayacak kadar akılları çalışmaz. Hep gâvurların kanallarında ne varsa bunlara bulaşıyor. Daha bir program ihdas edip de gâvurlara bulaştırdığımız yok.
Hep gâvurlardan kötü tesirlenmeler var. Gâvurlar uzaya çıkmış, fen bulmuş, fizik bulmuş, ilaç bulmuş...
Bunlardan da etkilendiğimiz yok. Çünkü bunlarda hiç reyting yok. Bütün hepsi şehveti tahrik, günahlara teşvik, cehenneme doğru insanları sel gibi götüren programlar. Yapanlar da, yaptıranlar da, kanal sahipleri de, razı olanlar da, seyredenler de günahkârdır. 104 kitaba baksanız bu işe fetva verecek adam bulamazsınız.
Ebû Nüceyh (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edilen bir hadîs-i şerifte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Evlenmeye imkânı olup da evlenmeyen benden değildir.” (Abdurrezzak, el-Musannef, no:10376, 6/168)
Enes ibni Mâlik (Radıyallâhu Anh) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in evine gelerek Nebî (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ne kadar ibadet ettiğini sordular.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ibadeti kendilerine haber verilince, bu ibadetleri sanki azımsayarak: ‘Biz nerede, Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) nerede?! Allâh-u Te‛âlâ O’nun geçmiş ve gelecek(de işlenmesi muhtemel olan) bütün günahlarını muhakkak affetmiştir, (dolayısıyla ona bu kadar ibadet yeterse de bizim hakkımızda böyle bir mağfiret sözü olmadığı için bizim daha fazla ibadet etmemiz gerekir)’ dediler.
Onlardan biri: ‘Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım (hiç uyumayacağım)’ dedi. Diğeri ise: ‘Ben her zaman oruç tutacağım ve iftar etmeyeceğim (oruçsuz olmayacağım)’ dedi. Bir diğeri de: ‘Ben de kadınlardan uzlet edeceğim (ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim)’ dedi.
O sırada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) (onların yanına) çıkageldi ve: ‘Şöyle şöyle söyleyen kimseler siz misiniz? Dikkat edin! Allâh’a yemin ederim ki, sizin Allâh’tan en çok korkanınız ve O’na karşı en çok takvâ sâhibi olanınız benim. Bununla beraber ben (bazen) oruç tutarım, oruçsuz da bulunurum (geceleyin nafile) namaz kılarım, (gecenin bir kısmında) uyurum, kadınlarla da evlenirim. Her kim benim sünnetimden (bu yaşantı şeklimden) yüz çevirirse o benden değildir’ buyurdu.” (Buhârî, Nikâh:1, no:4776, 5/1949; Müslim, Nikâh:1, no:1401, 2/1020)
Ebu Zerr (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Akkâf ibni Bişr et-Temîmî adında bir adam Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna girdiğinde Nebî (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: ‘Ey Akkâf! Senin eşin var mı?’ diye sordu.
O: ‘Yok’ diye cevap verince, ‘Câriyen var mı?’ diye sordu, o yine: ‘Yok’ diye cevap verince, ‘Sen mal bakımından zengin misin?’ diye sordu. O: ‘Evet, maddî durumum iyi’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
‘O zaman sen şeytanların kardeşlerindensin. Hristiyanlar arasında bulunsaydın onların ruhbanlarından olurdun. Bizim sünnetimiz nikâhtır. Sizin en şerlileriniz bekârlarınızdır, ölülerinizin en kötüleri de bekârlarınızdır. Yoksa siz şeytanın faaliyetini mi yürütüyorsunuz?! (Şeytanın vesvesesine kapılıp evlenmeyerek yabancı kadınlarla mı ilişkiye girmek istiyorsunuz.) Sâlih kimseleri bozmak için şeytanın kadınlardan daha üstün bir silahı yoktur. Ancak evli olanlar müstesna, çünkü onlar zinâ gibi müstehcen işlerden uzak tutulan temiz kalmış kimselerdir. Yazık sana ey Akkâf! Gerçekten kadınlar Eyyûb’un, Dâvûd’un, Yûsuf’un ve Kürsüf’ün (başına bela olmuş) arkadaşlarıdırlar’ buyurdu.
Bunun üzerine Bişr ibni Atiyye: ‘Yâ Rasûlellâh! Kürsüf de kim?’ diye sorunca, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
‘O, deniz sahillerinden birinde gündüzleri oruç tutup, geceleri teheccüd kılarak üç yüz sene Allâh’a ibadet etmiş bir adamdı, sonra âşık olduğu bir kadın sebebiyle Yüce Allâh’ı inkâr ederek evvelce sahip bulunduğu Allâh-u Azze ve Celle’ye ibadet halini terk etti.
Ama daha sonra evvelce yaptığı bazı iyilikler nedeniyle Allâh-u Te‛âlâ ona yetişip tevbe (ve îmân) nasîb etti.
Yazık sana ey Akkâf! Hemen evlen, yoksa sen (iyilerle-kötüler arasında) bocalayan kimselerden sayılırsın’ buyurdu.
Bunun üzerine Akkâf: ‘Yâ Rasûlellâh! Sen beni evlendir’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Muhakkak seni Gülsüm el-Himyerî’nin kızı Kerîme ile evlendirdim’ buyurdu.” (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:21488, 5/163; Abdurrezzak, el-Musannef, no:10387, 6/171)