T24 - Gazeteci-yazar Kürşad Bumin, KCK davası sanıklarının Kürtçe savunma yapabileceğini söyledi. Bumin, Prof. Baskın Oran'ın Kürtçe savunmayı Lozan'a dayandırmasını şaşkınlıkla karşıladığını söylerken, sanıkların Kürtçe savunma yapamamasının hak ihlali olduğunun altını çizdi.
Bumin'in Yenişafak gazetesinde "KCK davası' ve avukat Uysal'ın yerinde önerisi" başlığı ile yayımlanan (23 Kasım 2010) yazısı şöyle:
KCK meselesini nasıl değerlendirdiğimi güvenlik güçlerinin bu ağ içinde yer aldığı söylenen Kürtlere yönelik başlattıkları ilk "operasyonlar"dan itibaren açıklamaya çalıştım.
Bu "operasyonlar" sırasında KCK'nın ne olduğuna dair ortada hiçbir bilgi yoktu. Ancak ülke medyasının bu gelişmeler karşısında takındığı tutum gerçekten şaşırtıcıydı. Sanki medya da o güne kadar söz etmediği bu "ağ"ın (ya da "oluşum"un) kimseye hissettirmeden çetelesini tutmuştu.
Yakınlarda yayımladığım "KCK davası başlıyor" başlıklı yazımda da hatırlattığım gibi "KCK Operasyonları" başladığında yazıma şu başlığı uygun görmüştüm: "Başımıza bir de Türkiye Meclisi çıktı!"
"Operasyonlar"ın arkasını, Kürt siyasal hareketinin onlarca önde gelen şahsiyetinin kelepçeli olarak tek kol halinde savcılığın önünde sıraya dizilişini görüntüleyen fotoğraf karesinin toplumun hiç değilse bir bölümünü ülkedeki siyasetin geleceği açısından ne derece umutsuz kıldığını da hatırlayın...
Sonra nihayet "KCK davası"nın başlayacağı haberi geldi. Hemen arkasından da, tutuklu şüphelilerin – "zamanın", daha doğrusu "ayların ruhuna" uygun olarak- bir an önce serbest bırakılmaları beklentisi doğdu.
Ancak bildiğiniz gibi "KCK davası" henüz iki adım atamadı bile. Nedeni de malum: Sanıklar savunmalarını Kürtçe yapmak istediler ama mahkemeden izin çıkmadı. Mahkeme başkanının sorularına Kürtçe cevap verilmesi üzerine "Kürtçe olduğu düşünülen, bilinmeyen bir dilde savunma yapmaya devam ettiği görüldü" diyerek mikrofonu kapatması gerçekten de -ama gerçekten!- duruşmayı taçlandıran bir davranış oldu. Mahkeme başkanı sorularının Kürtçe cevaplanmasını -yine- kabul etmeyebilir ve hiç değilse "Kürtçe savunma yapmaya devam ettiği görüldü..." diyerek mikrofonu kapatabilirdi. Hayır ne mümkün, Kürtçe'den mutlaka "bilinmeyen bir dil" olarak söz edilecek!
(Bu konuda duruşmaya katılan avukatlardan Sezgin Tanrıkulu'nun benim çok hoşuma giden şu açıklamasını da aktarmak isterim: Tanrıkulu, mahkeme başkanının (kaçıncı gün artık bilmiyorum) sanıkların Kürtçe savunma talebinin defalarca değerlendirildiğini ve reddi yönünde karar verildiğini hatırlatması üzerine, "Mahkemenin bir adım atarak "bilinmeyen bir dil' demekten 'Kürtçe' demeye geçtiğini" belirtmiş. İşte, "her şey, herkes değişir" özdeyişinin -hem de çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşen- bir örneği!..)
Sanıkların savunmalarını Kürtçe yapmak isteği böylece geri çevrilince, "KCK davası" ocak sonuna ertelendi. Ve de belli oldu ki, bu dava çok uzun sürecek.
Türkçe bilen sanıkların "Kürtçe savunma" yapma taleplerine mahkemelerce izin verildiğinin örnekleri varmış. Bir avukat bu çerçevede kendi deneyini hatırlattıktan sonra rahmetli Abdülmelik Fırat'ın Kürtçe savunma yaptığını da belirtiyor. Demek ki örnekleri çok az da olsa imkansız bir şey değilmiş. Dolayısıyla mahkeme başkanının KCK davasının duruşmalarında bu yöndeki talebi olumlu karşılaması "basiretli" bir davranış olurdu doğrusu. "KCK davası" gibi siyasi yönü güçlü bir dava sürecinde Kürtçe savunma talebinin reddedilmesinin arkasından içinden çıkılması çok daha zor sorunların çıkacağının düşünülmesi de gerekirdi. Mahkeme bu açıdan da "basiretli" davranmamıştır.
"Kürtçe savunma" talebinin nasıl gerekçelendirildiği konusuna gelinecek olursa.
Biliyorsunuz, bu talep Prof. Baskın Oran'ın Lozan Antlaşması'nın 39/5 maddesini esas alarak kaleme aldığı "Bilimsel Mütalaa"sına dayandırılmak istendi. Antlaşma'nın 39/5 maddesini de hatırlatalım:
"Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe'den başka dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır."
Prof. Oran, "Bilimsel Mütalaası"nın sonuç bölümünde "Tarafıma tevdi edilen dosya içeriği özenle incelenmiş, yukarıda açıklanan gerekçelerle şu sonuçlara varılmıştır" diyerek KCK davası sanıklarının "en iyi bildikleri dilde konuşmaları ve savunma yapmaları"nın niçin Lozan Barış Antlaşması'nın 39/5 maddesinin açık hükmü gereği olduğunu sıralamaktadır.
Peki ben bu çok iyi bilinen bilgileri niçin aktarıyorum?
Baskın Oran'ın "Bilimsel Mütalaası"na tabii ki sözüm yok. Lozan'ın 39/5. Maddesinin niçin sadece gayrimüslimleri değil bütün "Türk uyrukluları" kapsadığı ikna edici biçimde açıklanıyor.
Ancak -siz ne düşünürsünüz bilemem ama- KCK davası duruşmalarında Kürtçe savunma yapabilme hakkının Cumhuriyetle yaşıt olan Lozan Antlaşması'na giderek temellendirilmeye çalışılmasını biraz şaşkınlıkla karşıladım.
Lozan'dan neredeyse yüz yıl sonra yaşanan bir hak ihlalini bu şekilde mi ispat etmeye çalışmalıydık? Ayrıca unutmayalım ki, Lozan yıllardır orada dururken ülkedeki (gayrimüslim ya da müslim fark etmez) "anadiller" bu zaman zarfında ne çileler çekmiş... Lozan arada öylece dururken, bırakın "anadilde" savunma yapmayı sokakta konuşulması bile yasaklanabilmiş. Dolayısıyla, bir devletin vatandaşlarının resmi dili bilseler dahi kendilerini anadillerinde ifade etmelerinin artık tartışılmaz bir hak olduğunu Lozan'ı şahit göstererek savunmamıza gerek var mı(dıydı)?
Yazıyı KCK davasına giren avukatların en yaşlısı olan İbrahim Tali Uysal'ın son duruşmada (?) tutuklu sanıklara yönelik olarak sarf ettiği şu sözleri hatırlatarak bitireyim: "Söyleyeceklerim belki sanıklar tarafından hoş karşılanmayabilir. Biliyorum ölüme zılgıt çekenler hiçbir şeyden korkmaz. Sizi evde eşiniz ve çocuklarınız bekliyor. Gelin bu inattan vazgeçelim. Eğer beni azletmek isteyen varsa elini kaldırabilir..."
Uysal'ın önerisi bana da makul göründü doğrusu... KCK davasında (ve söylendiği gibi belki bundan sonraki bütün davalarda) Kürtlerin Kürtçe savunma yapabilmeleri bir gün gerçekleşecektir muhakkak. Ama önce, yani bugün çözülmesi gereken sorun KCK davası sanıklarının tekrar serbestçe siyaset yapabilmelerinin sağlanması değil midir? Tamam çok sabredildi belki ama biraz daha sabır... Türkiye "haklar" meselesini yeni yeni öğrenmeye başlamadı mı? "Reformcu" bir çizgide -yani zamanla- bugün karşılaşılan "savunma" sorunu da aşılacaktır mutlaka. Hem de Lozan'ın şahitliğine gerek kalmadan. Uysal'ın önerisi yabana atılmasın; Türkçe savunma başlasın ki, arkasından da tahliyeler başlayabilsin...