Modern zaman Müslümanlarının, düşünce ve ifade özgürlüğünün tahsis edilip korunması konularında hassas ve kararlı davrandıklarını söyleyen Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, "İfade özgürlüğünü ahlaki ve politik bir sorumluluk olarak algıladılar. Baskıdan kurtulanların yasaklara sarılması İslami perspektifi kaybetmelerinin sonucudur" dedi.
Ali Bulaç, Zaman gazetesindeki bugünkü (23 Ocak 2016) 'Düşüncenin suçu' isimli yazısı şöyle:
‘Düşünce suçu', erki elinde bulunduranların muhalif-aykırı veya farklı düşünceyi yasalarla suç fiili sayıp ceza hukukuna sokmalarıdır.
Düşünce soyut bir etkinlik olduğundan ancak ifade edilmesi, dile getirilmesi ve savunulması durumunda “suç” sayılır. Bu durumda “düşünce suçu”ndan anlamamız gereken, düşüncenin ifade edilmesinin yasaklanmasıdır.
Umberto Eco, Batı'nın ana dayanak noktasının “düşünce özgürlüğü olduğunu” söyler ki, bu doğrudur. Düşünceyi ifade özgürlüğü, temel yasalarla desteklenmediği zaman, geçici olarak sağlanan rahatlık, politik şartların değişmesiyle bir anda yasakları geri getirir, bir de bakmışsınız ki, hiç umulmadık kanun maddelerine dayanılarak savcılar düşünce suçu adı altında davalar açar, mahkemeler de ceza üstüne ceza vermeye başlar. Bu durumda ifade özgürlüğünü sabit bir ahlakî sorumluluk olarak yaygın kültürel algıların bir parçası haline getirmek ve “düşünceyi ifade etme özgürlüğünü yasaklayan yasa yapma yasağı”nı anayasaya koymak lazım.
Burada “düşünce suçu” kavramının ne anlama geldiğini şu misalle anlaşılır hale getirmek mümkün:
İnsan rüya görür ve gördüğü rüyayı yakınlarına anlatmak, hatta yorumlamak ister. Düşünmek ile rüya görmek arasında insan bilinci bağlamında yakın bir ilgi var. Siz eğer, birine “Her gece rüya görebilirsin ama rüyanı anlatamazsın, yorumlayamazsın” diyecek olursanız, bu rüya görme hakkına saygı göstermiş olmazsınız. İnsan zihninin en anlamlı faaliyetlerinden biri olan düşünce de aynı şekilde ifade edilmek, açığa vurulmak ve başkalarıyla karşılıklı etkileşim ve diyalog içine girmek ister. Neredeyse 20. yüzyıl boyunca Türkiye'de Ceza Kanunu genel olarak düşünmeyi serbest bıraktı ama ifade edilmesini birden fazla madde ile ya kısıtladı ya yasakladı. Oysa hiç kimse bir başkasının rüya görmesine engel olamadığı gibi, düşünmesine, akıl yürütmesine de engel olamaz. Fıtri olarak husule gelen bir insan faaliyetini “serbest bırakmak” kimsenin yetkisi dahilinde değildir. Serbest kalması ve yasaların güvencesi altında olması gereken, düşünen zihnin, düşündüğü şeyleri özgürce açıklaması, başkalarına aktarabilmesidir. Şu halde düşünce özgürlüğünden anlaşılması gereken, insanın düşünmesi değil, düşüncesini özgürce ifade edebilmesidir. İfade özgürlüğü insanoğlunun hakikati arama çabasının korunması ve daha iyi, daha özgür, daha güvenli ve daha adil bir dünya tasavvuru açısından olmazsa olmaz şarttır.
“Düşünceyi ve onu ifade etme özgürlüğünü kısıtlama” sadece siyasi rejimin büyük bir ayıbı değil, temel ahlaki bir kusurdur; hukuk böyle bir suçu yok hükmünde saydığında doğru bir şey yapmış olur. Modern zamanların baskı altında yaşayan Müslümanları, düşünce ve ifade özgürlüğünün tesis edilip korunması konularında hassas ve kararlı davrandılar, ifade özgürlüğünü ahlaki ve politik bir sorumluluk olarak algıladılar. Baskıdan kurtulanların yasaklara sarılması İslami perspektifi kaybetmelerinin sonucudur.
İfade etme özgürlüğü temel insan hakkıdır, bu hak teminat altına alınmadığı zaman başka temel haklar da kullanılmış sayılamaz. Yasaklayıcı maddeler durdukça, belli konjonktürlerde yargı zorunlu olarak siyasallaşır, devlet ideolojisi ve iktidarların emrine girer; böylece yargı kendi varoluşsal amacına aykırı biçimde siyasilerin elinde düşünen ve muhalefet eden herkesi döven sopaya dönüşür. Yargının bu hale geldiği ülkede diğer temel haklar da kullanılamaz.
Siyasî iktidarlar muhalefette iken bu gerçeği teyit ederler, iktidara geldiklerinde hak ve özgürlüklerle ilgili vaat ve taahhütlerini unuturlar. Maalesef hangi siyasi ideoloji ve programla olursa olsun, uzun yıllar mücadele ederek iktidara gelen partiler, devletin reflekslerini ve iktidarın yapısını iyi analiz etmeden verili aygıtı kullanmaya kalkıştıklarında, dün kendilerine ne yapılmışsa aynısını muhaliflerine yapmaya başlıyorlar.
“Düşünce açıklaması eylemden ayrılmalıdır” diyenlerin önemle altını çizdiği bir husus var: “Eylem çağrısı yapılmayan, eyleme yönelmemiş soyut düşünce açıklamaları suç sayılmamalıdır. Açıkça eyleme ve suç işlemeye tahrik niteliği taşımayan, somut bir tehlike yaratmayan düşünce açıklamalarının sınırlandırılmaması gerekir.” Savaş kışkırtıcılığına, iç çatışmaya, nefret suçunun işlenmesine, cinayete veya dinlerin kutsallarına açık saldırı mahiyetinde olmayan düşünceler açıklanabilmeli; devletin hukuk dışına çıktığı söylenebilmeli.