ÜMİT OTAN / T24
Aslında her ikisini de “aynı insanlar”, aynı tarihlerde yapmışlar. Biri İzmir’de, diğeri İspanya’nın Segovia’sında. Onlar “gözleri gibi” bakmışlar, biz neredeyse kaderine terk etmişiz. Yüzyıllardan bugüne kalan su kemerleri, giderek azalan suya hasret kalacağımız günlerin yakın olduğunu yüzümüze çarpar gibiler.
Ne zaman Şirinyer köprüsünün üzerinden geçsem ayakta zorlukla duran su kemerleri beni çocukluğumun Kızılçullu’suna götürür. Melez çayının berrak sularında serinlediğimiz, piknik yaptığımız o güzel günlere.
Bir bizim kemerle bakarım, bir, çok uzaklardakini anımsarım.
Romalılar, İmparator Agutus döneminde Buca’ya su getirmek için kolları sıvıyorlar. Kesme taştan ve tuğladan ördükleri duvarlarda kendilerine has bir harç kullanıyorlar. Harcın ana maddesi yumurtanın beyazı. Tam tamına iki bin üç yüz yıl önce. Dile kolay, yirmi üç tane yüzyıl. Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar da 17. yüzyıla kadar onararak sularını iletmişler bu kemerlerle…
Aynı yıllarda başka bir yerde, aynı teknikle yine Romalılar aynı kemerlerden inşa ediyorlar.
Madrid’in 60 kilometre kuzeydoğusunda bin metre yüksekliğindeki tepede kurulu ortaçağ kendi Segovia, yüzlerce yıldır dimdik ayakta duran su kemerleriyle ünlü. 800 metre uzunluğundaki iki katlı kemerler granit kesme taşlardan yapılmış. Kesme taşlar üst üste konulurken hiçbir harç malzemesi kullanılmamış. Segovialılar yörelerine yıllarca su taşıyan bu kemerleri yeniden işlevsel hale getirmenin hesaplarını yapıyorlar.
İspanya’ya 5 Mart 1939'dan 20 Kasım 1975'te öldüğü güne kadar hükmeden faşizmin simgesi General Franco, sağlığında kendine görkemli bir mezar yeri hazırlatmış. Segovia’ya yaklaştığınızı tüm ovaya hakim tepede kurulu 150 metre yüksekliğindeki haçı gördüğünüzde anlıyorsunuz. Buraya “düşen insanlar vadisi” diyor İspanyollar. Franco, uçurumlarla çevrili ulaşılması zor tepeye haçı yaptırmak için 40 bin asker çalıştırmış. İnşaat sürerken yüzlerce asker uçurumlardan düşerek ölmüş. Franco, şimdi o ıssız, kimselerin uğramadığı dağ başında yatıyor…
Franco’yu unutup, yolumuza devam edelim…
Araçlar kemerlerin dışında park ediliyor. Yüzyıllardır el değmemiş bir “huzur” kenti görünümündeki Segovia, aslında görkemli, hareketli ve pek de huzurlu sayılamayacak yıllara da tanıklık etmiş. Segovia, önce Romalılar'ın, Araplar'ın daha sonraları Castilla krallarının kenti haline gelmiş. Kentin en yüksek yerindeki Alcazar, Ortaçağ'da hükümdarların konutu olarak kullanılmış.
Onlar kemerlerini yeniden suyla, hayatla buluşturmaya çabalarken, biz yok farz etmişiz.
Kendilerine “Kent Karıncaları” adını veren Şirinyerli minik öğrenciler, ilgisizliğimizi yüzümüze vurmak için “Kemerlerimize sahip çıkalım” etkinlikleri düzenliyorlar. Sergiler açıyorlar ve Kızılçullu Su Kemerleri’nin, günümüzde yaşanan küresel ısınma ve susuzluk sorunuyla da ilişkilendirilerek bir tarihsel simgeye dönüştürülmesini istiyorlar…
Minikleri duyan olur mu?
Büyükçe bir kasaba görünümüne bürünen İzmir’in, bu tür tarihsel simgelere o kadar gereksinimi var ki…