16 Ocak 2017 20:30
HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, 15 Temmuz’da darbenin başarılı olsaydı ancak bu şekilde bir anayasa düzenlemesi yapılabileceğini söylerken “Bundan daha fazlasını 12 Eylül’de Kenan Evren hayal etmemişti. Şimdi parlamento darbecilerin hayalini hayata geçirecek bir adım atmış oldu” dedi.
Bilgen, partisinin anayasa değişikliği için “Hayır” kampanyası yapacağını da açıklarken “Çok net ve açık şekilde Türkiye’nin hayrına, Türkiye’de yaşayan bütün toplumsal kesimlerin hayrına, bölgenin barışına, hepimizin özgürlüğüne güçlü bir ‘hayır’la ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Bu tavrımızı kim nedenle hayır diyor olursa olsun, ortaklaştırmayı güçlendirmeyi de Türkiye’nin tek çıkışı olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı.
OIağanüstü hâl (OHAL) durumunda yapılan anayasa değişikliğinin baştan hükümsüz olacağını ifade eden Bilgen, değişiklik teklifine ilişkin birçok usul hatası olduğunu söyledi. Bilgen, “Çok sayıda usul hatası vardır. Onlarca maddeyi tek bir maddeyle değiştirme alışkanlığı; milletvekillerini yargılanması konusunda da bir benzerini yaşadık, anayasa paketiyle de yine bir benzeriyle karşı karşıyayız” ifadelerini kullandı.
Bilgen, HDP Genel Merkezi'nde yapılan Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısında yapılan değerlendirmelere ilişkin bir basın toplantısı gerçekleştirdi.
MYK toplantısında ekonomik kriz, OHAL koşulları ve anayasa değişiklik teklifine ilişkin değerlendirmelerde bulunulduğunu belirten Bilgen şunları ifade etti:
Türkiye ekonomisinin yaşadığı büyük çöküşe dikkat çekmek isteriz. Şu anda fiilen her ne kadar aynı anlama geliyormuş gibi “doların yükselişi” olarak ifade edilse bile esasen Türk lirasının değer kaybından kaynaklanan ciddi bir risk ile karşı karşıya Türkiye ekonomisi. Satın alma gücü özellikle dar gelirliler açısından giderek düşüyor. İşsizlik rakamları %12’ye dayandı. Sadece Ekim ayı sonrası veriler açıklanmış değil ama kısa süre içesinde Türkiye toplumuna 500 bin yeni işsizin katılmış olması, bunun da aslında ekonominin kendi doğal seyrinden kaynaklı olmadığı, tam da ülkenin yönetiliş biçiminden, siyasal krizden kaynaklandığını, siyasa tutumun, OHAL uygulamaların keyfi işten çıkarmaların 100 binli rakamları aşmış olmasının sosyolojik sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Ülke bu kadar ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıyayken, günlük hayat hem esnaf, hem vatandaş açısından bu kadar risk içerirken Türkiye’nin tek bir gündeme odaklanmış olması, sadece Cumhurbaşkanın hangi yetkilerle, hangi sıfatlarla ülkeyi yönetmesi gerektiğine herkesin odaklanmış olması da başlı başına tartışma noktasıdır.
Basın özgürlüğü bizim açımızdan son derece önemli bir özgürlük alanıdır. Bir ülkede ifade özgürlüğü yoksa, diğer tüm özgürlükler tartışmalıdır. Yaşama hakkından seyahat özgürlüğüne kadar, çalışma hayatından ticari hayata kadar, hepsiyle ilgili doğru ve sağılıklı bilgiye sahip olup olmadığımız şüphelidir. Türkiye’de şu anda gözaltında 23 gününe girecek olan gazeteciler var, mahkemeye çıkartılmıyorlar.
Tutuklu gazeteci sayısı itibarıyla Türkiye rakamlarının dünya sıralamasındaki yeri de utanç meselesidir. Toplam, 343 gazeteci dünyada tutuklu, 143‘ü Türkiye’den. Yani neredeyse yarısı Türkiye’deki gazeteciler. Diğer ülkelerdeki gazetecilerin en azından gazeteci olduklarını kendi ülkelerinin yönetimleri kabul ediyor, bizde yönetim gazetecilerin gazetecilik yaptıkları için gazetecilik görevlerinden dolayı tutuklu olduklarını bile kabul etmiyor. Yani rakamlar kadar, durumun kendisi de son derece rahatsız edici.
MYK’mızda bu değerlendirmeler dışında özel olarak Anayasa süreci ile ilgili Meclis’teki birinci tur oylamadaki tabloyla ilgili değerlendirmeler yapıldı. Şüphesiz hem oylama biçimi itibarıyla hem toplumdan saklanan bir metnin bir kaç haftaya sıkıştırılmış bir takvim içerisinde, bir kapkaç anayasası gibi, yangından mal kaçırır gümrükten mal kaçırır gibi bir prosedür tamamlama niyeti ve arayışıyla tamamlanmış olmasını kabul edilemez buluyoruz. Hem komisyondaki çalışma trafiği, performans, hız, toplumun konuyu ayrıntısıyla öğrenmesine anlamasına izin vermeden oylamaların tamamlama ısrarı, hem Genel Kurulda sergilenen tutum bu paketin meşruiyetine en büyük darbe vuran gerçeklerdir.
“Milletvekilllerimiz oy kullanamıyorlar, yasama görevleri devam ettiği halde Meclis’teki oylamanın dışında tutuluyorlar” uyarımızı dikkate almadılar. Yetmedi hem CHP’li bazı milletvekillerini hedef gösteren hem de kürsü dokunulmazlığıyla bağdaşmayacak şekilde bizim milletvekilimizin kullandığı ifadeler nedeniyle tam bir linç ve tahammülsüzlükle bu süreç tamamlanmış oldu.
Hem milletvekillerimizin parlamento dışında bırakılmaları, rehin tutulmaları, yasama faaliyetlerini yerine getirememelerine dikkat çekmek için hem de Garo Paylan’a yönelik yaklaşımlar nedeniyle oylamalar ve çalışmalara yönelik farklı bir tavır sergilemeyi tercih ettik.
Bizim bu tavrımız bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir. Parlamento'nun ne kadar demokratik çalışıp çalışmadığına, bu sürecin milletvekilleri açısından bile ne kadar katılımcı gerçekleşip gerçekleştiğine dikkat çekmek içindir. Toplumun bu sürece katılımı zaten başlı başına bir rehavettir. İkinci turda da aynı rakamlar kendisini korursa OHAL koşullarında gerçekleşecek referandumun katılımcılık açısından baştan sakat, baştan hükümsüz ve gayrı meşru olacağı açıktır.
Çok sayıda usul hatası vardır. Onlarca maddeyi tek bir maddeyle değiştirme alışkanlığı; milletvekillerini yargılanması konusunda da bir benzerini yaşadık, anayasa paketiyle de yine bir benzeriyle karşı karşıyayız. İçinde Başbakan ifadesi geçen bütün maddeleri tek bir madde ile değiştirmeye kalkmak Anayasa değiştirme yöntemi bakımından kabul edilebilir bir yöntem değildir. Her maddeyi bir başka bir maddeyle kaldırıyorsanız kaldırırsınız, değiştiriyorsanız değiştirirsiniz. Ama bir maddeyle mevcut anayasadaki madde numaralarını sayarak bir değişiklik yapmak anayasa açısından, hukuk açısından, parlamentonun çalışma yöntemi açısından da kabul edilemez.
Bu düzenleme bir kişinin geleceğine dair, bir kişinin kullanacağı yetkilere, sahip olacağı sıfatlara dair bir arayışın eseri gibi görünse de Parlamento’nun fiilen daha da etkisizleştirilmesini içeren bir düzenlemedir.
Her ne kadar milletvekillerinin kendi oylarıyla gerçekleşiyor gibi gözükse de, Parlamentoyu fiilen hem yasama hem de denetim işleri açısından zayıflatacak, bir dekora dönüştürecek olan bu tablo aslında parlamentonun tasfiyesidir. Bir soruyu paylaşmak istiyoruz; 15 Temmuz’da darbe başarılı olmuş olsaydı, yani hedefine ulaşmış olsalardı siyasi iradeyi kontrol altına alacak olanlar, bir anayasa talebinde bulunurlardı. Darbe yapanlar bir yeni hukuk oluşturur ve ülkeyi bu hukuka göre yönetmek isterler. 15 Temmuz’u gerçekleştirenler darbe girişiminde bulunanlar, başarılı olsaydılar bizden nasıl bir Anayasa yapmamızı isterlerdi? Mevcut parlamentoyu feshedip nasıl bir anayasayla ülkeyi yönetmek isterlerdi? Galiba bu sorunun cevabı geçen hafta 1. oturumu tamamlanan pakettir. Bundan daha fazlasını 12 Eylül’de Kenan Evren hayal etmemişti. Parlamentoyu bu kadar işlevsiz yedek bir mekanizma haline getirmemişti. Şimdi parlamento darbecilerin hayalini hayata geçirecek bir adım atmış oldu.
Hem parlamentodaki sürecin gayrı meşruluğuna dikkat çekmek istiyoruz hem de içinde bulunduğumuz dönemin, OHAL koşullarının asla bir anayasa tartışması, bırakın rejimi hükümet tartışması yürütmek için bile doğru olmadığının, sağlıklı olmadığının altını çizmek istiyoruz.
Geçen hafta tartışmalı olan ilk 4 maddeydi. Zaten bu paketle birlikte Anayasa demeye dilimizin varmayacağı bir enkaz kalacak. Anayasa demek mümkünmüş gibi tartışmalar ilk 4 maddeyi odaklayarak yoğunlaşmak ciddi bir hedef saptırmaktır. İster 4 maddeyi kaldırmak isteyenler, ister korumak isteyenler hangi niyetle tartışmış olurlarsa olsunlar önce önümüzdeki enkazı görmek zorunda. Yoksa ilk 4 maddeye dokunulmazsa normal görülebilir bir paket varmış gibi ileriye dönük bir tehditle karşı karşıyaymışız gibi bir algı oluşturmak hedef saptırmaktır. Biz bunu bir Anayasa yapım süreci olarak bile görmüyoruz.
Biz bu süreci, ülkenin sürekli KHK’lerle yönetilmesi, sürekli gerilimle kamplaşmayla kontrol altında tutulması, toplumun “terbiye edilmesi“ süreci olarak yorumluyoruz. Biz şimdiden MYK’mızda bu paketi farklı toplumsal kesimlerle tartışmaya yönelik toplantılar düzenliyoruz. Geçen hafta insan hakları örgütleriyle, ekoloji gruplarıyla inanç gruplarıyla bu metnin ülkeyi nereye sürükleyeceği, nasıl birlikte karşı çıkmamız gerektiğini tartıştık. Önümüzdeki günlerde bunları daha fazla yoğunlaştıracağız.
Parlamento’nun itibarını, halkın kendilerine yüklediği sorumluluğu dikkate alarak bu paketin geçmesini engelleyecek bir tutum Parlamento’da gelişsin istiyoruz.
Milletvekillerinin oylarını göstermek zorunda kalmayacağı bir atmosferi sağlamak, oturumu yönetenlerin ve bütün partilerin sorumluluğudur. Milletvekilleri de kendi korkularıyla, kendi kaygılarıyla, kendi gerçek düşüncelerini yansıtamamanın bedelini bu ülkeye ödetmemelidir. Toplum gereksiz kamplaşmalara sürüklenmemelidir. Bu karanlıktan, bu çıkmazdan kurtulmalıdır. Ama ikinci turda da aynı rakamlar bulunur ve Türkiye tek adam rejimine ve parti devleti uygulamasına referandum yoluyla da taşınmak istenirse bu süreçte neler yapmamız gerekiyorsa onun hazırlıklarını da tamamlayacağız.
Çok net ve açık şekilde Türkiye’nin hayrına, Türkiye’de yaşayan bütün toplumsal kesimlerin hayrına, bölgenin barışına, hepimizin özgürlüğüne güçlü bir “hayır”la ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Bu tavrımızı kim nedenle hayır diyor olursa olsun, ortaklaştırmayı güçlendirmeyi de Türkiye’nin tek çıkışı olarak görüyoruz. Sonuç ne olursa olsun Türkiye’de demokrasi, özgürlük mücadelesi, barış mücadelesi bitmeyecek. Gönül ister ki Türkiye bu dayatmadan, bu baskıdan, bu tehditten bir an önce çıksın kurtulsun. Seçim mesajlarını da milletvekili iradesi üzerinde bir baskı oluşturmak için şantaj olarak görüyoruz.
Her partinin kendine göre bir Türkiye ütopyası, seçmenine toplumuna taşıdığı öncelikleri var. Aynı ülkede yaşıyoruz. “Evet” çıkarsa bedeline hepimiz katlanacağız. “Hayır” çıkarsa bize göre bu herkesin kurtuluşu ve refahı için önemli bir kazanım olacak. Bu anlamda sadece siyasi partiler arasında değil, demokratik kitle örgütleri, meslek örgütleri, emek harekeri ve kadın hareketi; bütün toplumsal hareketler arasında bir dayanışmanın, ortaklaşmanın olmasını önemsiyoruz. Kampanya seçimler gibi doğrudan partiler tarafından örgütlenecek bir kampanya değil. İnsanlar sandığa gidecekler, ya "evet" diyecekler bu süreci onaylayan, olumlayan bir tavır takınacaklar ya da tam tersine bu sürecin Türkiye’yi bir felakete sürükleyeceği kaygısıyla, yaşadıklarımıza bir tepki olarak, bu dayatmaya karşı “hayır” oyu verecekler. Bu yüzden partilerle birlikte bir planlama gibi bir gündemimiz yok. Kim hangi nedenlerle “Hayır” diyorsa bu kendi öncelikleriyle şekillenecektir. Biz bu anlamda “herkesin 'hayır'ı kendine” ifadesini sürecin bir yol haritası olarak kamuoyuyla paylaşıyoruz. Böyle bir girişimimiz, arayışımız yok. Kamuoyunda gelen kimi talep ve beklentiler var. Ama toplumun bu kısa sürede on yılların biriktirdiği önyargıları, korkuları aşmasına bir imkan yok. Hem de siyasi partilerin kendi tartışmalarını ve iç dengelerini gözetmeleri gerektiği kanaatindeyiz.
Biz OHAL koşullarının kendisinin zaten ne kadar, nasıl eşit bir kampanya yapma imkanı sunacağı konusunda çok ciddi kaygılar taşıyoruz. Sosyal medyada daha kampanya başlamadan gerçekleşecek paylaşımlarla ilgili gözaltılar, tutuklamalar olabilir, suç duyurusu olabilir. Bugüne kadar olduğu gibi. Bugünden itibaren yapılacak her gözaltı, tutuklama tıpkı milletvekillerinin tutuklanmasının söz konusu olduğu gibi, önümüzdeki referandum sürecinde “hayır”ı zayıflatmak, “evet”i geçirmek için bir operasyonun parçası olarak ele alınabilir.
Milletvekillerimiz, “Seni başkan yaptırmayacağız” tavrının bedelini ödediği gibi, referandumda da tam bir intikamcı duyguyla bir taraftan onları cezalandırmak bir taraftan da partimizin etkin bir “Hayır” kampanyası yürütmesini engellemek için rehin tutulmaya devam ediyorlar.
© Tüm hakları saklıdır.