Sözcü yazarı Çiğdem Toker, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan eski AKP aday adayı Prof. Melih Bulu’nun aylardır süren protestoların ardından görevden alınmasını değerlendirdi.
Toker, “Bulu'nun artık o üniversitenin rektörü olmayışı, yedi aydır her gün rektörlük binasına sırtını dönen akademisyenlerin, özgür ve demokratik bir üniversite talebini gencecik yaşlarında şiddet görerek, bedel ödeyerek dile getiren ve bundan yılgınlık göstermeyen öğrencilerin başarısıdır. Bu başarı, demokratik direnişin değerini, gücü elinde tutanlar ile onların yanında hizalananlara göstermesi bakımından dönüm noktası niteliğindedir” dedi.
“Bilen biliyor ya, YÖK, birbiriyle bağlantılı iki kısaltmayı temsil ediyor. Biri Yüksek Öğretim Kanunu. Diğeri Yüksek Öğretim Kurulu. Her ikisi de 12 Eylül 80 darbesinin ürünü. Eğer bir “vesayet”ten söz edilecekse (ki siyasal islamcılar ile onların destekçilerinin dilinde bir ara çok modaydı) adlı adınca budur. Gerek kurulu, gerekse kanunuyla YÖK; 12 Eylül darbecilerinin, doğası gereği özerk ve bağımsız olması gereken üniversitelerin başına getirdiği hakiki bir vesayet organıdır. 80 darbesinden sonra işbaşına gelen iktidarlarınsa, bu antidemokratik oluşumu lağvetmeye, ne gücü oldu ne de yeterli iradesi. Dolayısıyla, üniversite üzerindeki 40 yıllık vesayeti var eden zihniyet yaşadıkça, Bulu'nun kendisini atayan irade tarafından görevden alınması, tek başına dönüştürücü bir sonuç değil” değerlendirmesinde bulunan Toker, “Ama bu, ortada çok değerli bir kazanım olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İki olguyu birbirinden ayırmak zorundayız” dedi.
Toker devamında şunları kaydetti:
"Rektörlük görevine dört yıl için atanan ve göğsünü gere gere “bilgiyi ticarileştirme” gereğinden söz ederek planlarını buna göre yapan Bulu'nun, yedi ay sonra görevden alınması, demokratik direnişin, bu direnişi sürekli kılmanın, kararlılığın ne kadar önemli olduğunu dünya aleme göstermiştir. Bulu'nun artık o üniversitenin rektörü olmayışı, yedi aydır her gün rektörlük binasına sırtını dönen akademisyenlerin, özgür ve demokratik bir üniversite talebini gencecik yaşlarında şiddet görerek, bedel ödeyerek dile getiren ve bundan yılgınlık göstermeyen öğrencilerin başarısıdır. Bu başarı, demokratik direnişin değerini, gücü elinde tutanlar ile onların yanında hizalananlara göstermesi bakımından dönüm noktası niteliğindedir."
Yazının tamamını okumak için tıklayın.