Gündem

'Bizim neye sevindiğimizi niye anlamıyorlar?'

Mahmur’dan 26 kişiyi yolcu eden kamp sorumlusu Polat, o günü anlattı.

26 Ekim 2009 02:00

Mahmur’dan 26 kişiyi yolcu eden kamp sorumlusu Polat, “Barış yolu açılıyor sevinciyle sevdalanmışçasına yollara düştük, aç susuz kaldığımızı sevincimizden anlamadık. Art niyetli bir şey yapmadık. İnanın insanlar sarhoş gibiydi. Türk halkı sağduyuludur, barıştan yanadır, bizi anlayacaktır” diyor. Polat'ın Milliyet gazetesinde bugün (26.10.2009) yayımlanan röportajı:

Öcalan’ı okur okumaz

Mahmur’dan birilerinin de Barış Grubu’yla Türkiye’ye gideceği kararı size ne zaman ulaştı?
Biz Öcalan’la avukatlarının yaptığı haftalık görüşme notlarını internetten düzenli bir şekilde takip ediyoruz. 9 Ekim’deki görüşmenin notlarında, Öcalan’ın Mahmur’a da değindiğini okuduk. Okur okumaz hemen aynı gün çalışmalara başladık.

Ne yaptınız ilk iş?
Burada bir sahnemiz var, hemen halkı oraya topladık. İnsanlar bir anda yığıldı. Meclis yürütmesinden bir arkadaş çıkıp, “Bize böyle bir çağrı yapıldı” diye durumu anlattı. “Önerisi olanlar yazılı ya da sözlü meclis yürütmesine gelip fikrini beyan etsin” dedi.

Öneri dediğiniz “Ben gidebilirim” önerisi mi?
Evet, gitme önerisi olan, bu sürece katkı vermek isteyen herkes sıraya girdi. Kısa sürede 403 kişi, “Tamam, ben giderim” dedi. Fakat, Öcalan “hukuki durumu uygun olanlar gidebilir” dediği için bunların içinden öyle bir değerlendirme yapıldı ve toplam iki gün içinde biz 26 kişiyi belirlemiş olduk.

Seçilenlere piyango vurdu

26 kişi seçildikten sonraki hava nasıldı?
Seçilenler piyango vurmuş gibiydi. Böyle tarihi bir görev kendisine verildiği için adeta sevinçten uçuyordu arkadaşlar. Hatta herkes kıskanıyordu onları.

Son gün veda sahnesi nasıl yaşandı?
Sabah saat 4’te bütün bu kampın halkı caddeye indi. Hatta gece yarısı 3’te bile caddeye gelenler vardı. O akşam kimse yatmadı heyecanından. Gidenlerin heyecanı bir başka, onları gönderenlerin başkaydı. Sabah 8’e kadar sürdü vedalaşma. İnsanlar tekrar tekrar sarılıyordu birbirlerine. Kimi ağlıyordu, kimi gülüyordu, kimi sloganlar atıyordu, herkes büyük bir heyecan yaşıyordu.

Tek tip kıyafetin giyilmesini kim belirledi?
O kıyafeti PKK da kullandığı için sembol haline geldi, ama aslında şalşepik bizim dedelerimizden kalma, geleneksel elbisemizdir. En iyi elbisemiz de odur.

Peki, buradan büyük bir duygusallıkla yola çıkılmış, ama Türkiye’ye vardıklarında yaşananlar tam aksi sonuçlara sebep oldu. Sizce de o karşılama töreni tahrik edici olmadı mı?
Bir şey söyleyeyim mi; ben Türkiye’de yaşayan insanların bu halkı çok da iyi anladığını sanmıyorum. İstanbul’dakinin Şırnak’ta yaşayan bir insanı anladığını sanmıyorum. O hangi psikolojiyi yaşıyor, bilmiyor. Şimdi 30 yıldır insanları öldürülüyor bu halkın. Ailesinden en az bir yakını öldürülmeyen insan yok burada. İşkence görmeyen insan yok. Faili meçhule gitmeyen yok. O yüzden barışa susamış bu insanlar. Oraya yığılan insanlar da bu barış sevinciyle oraya yığıldı.

Bir gövde gösterisi değil miydi yani?
Hayır, kesinlikle öyle bir şey değildi. O büyük bir mutluluktu, o bir halkın sevinciydi.

Neyin sevinciydi?
Yani barış elçileri geldi, barış olacak sevinci. Barış yolu tekrardan açılıyor sevinci. İnanın sabahın ilk saatlerinden itibaren böyle adeta sevdalanmışçasına yollara düştük. Sabahtan akşama kadar aç susuz kaldık, ama sevincimizden onu bile anlamadık. Bizim böyle bir barışa nasıl susadığımızı Türkiye’nin çok iyi okuması lazım. Yoksa, asla “Biz geldik, gövde gösterisi yapıyoruz, işte sizi dize getirdik”, kesinlikle böyle şeyler yoktu o karşılamada.

Diyelim ki, Türkler Kürtlerin bu sevincini anlayamadı, doğru okuyamadı; peki siz Türklerin tepkisini anlayabiliyor musunuz?
Şoven duygularla, “Bunlar da kim oluyor”, “Bunları asalım keselim” diyenleri anlamamıza imkan yok, ama bu sürece hâlâ bir anlam biçememiş, oradaki duygusallığı anlamadığı için, “Acaba, bu bir gövde gösterisi mi?” diye eleştirel bakanlara saygı duyarım. Olabilir. Sonuçta öyle olmadığı görüldükçe bunlar da yavaş yavaş aşılır.

Anlık bir gelişmeydi

Peki tüm bu gerginlikler oluşacağına 99’daki grup gibi daha sessiz sedasız gelinmesi iyi olmaz mıydı?
Niye sessiz sedasız gelinsin ki, bu bir barış girişimi, bir barış elçiliği... Uzlaşma için oradalar. Türkiye niye korkuyor bundan? Korkulan şey nedir?

Sizce ne olabilir?
Bence o kitlenin, o yüz binlerce insanın, o kısa sürede toplanabilmesi bir kaygı yarattı. Toplanıp o boyutta kendi duygularını ifade edebilmesi bir korkuttu. Ama o da geçicidir bence, o anlık oluşan bir şey.

Unutulur mu yani sizce?
Unutulur tabii, çünkü orada o kitlenin yaptığı art niyetli bir şey yoktu.

Bir dahaki gelişler o kadar heyecanlı olmayabilir der misiniz?
Olabilir tabii, sonuçta ilk adımlar daha heyecanlıdır hep.

Kaldı ki Öcalan’ın dahi o gösterileri yapanlara “Süreci tıkadınız”, “Abarttınız” diye kızma olasılığı yok değil.
Olabilir. Bu halkın barış sürecine öncülük eden kişi olarak zedelenmesini istemez tabii.

Mesela İmralı’dan böyle bir açıklama yapıldıktan sonra sizinle konuşuyor olsaydık, acaba bize “Evet, bence de yanlış oldu” der miydiniz?
Yok yine de demezdim, çünkü ben buradan kapıya kadar gittim, o halkın duygularını gördüm. İnanın insanlar sarhoş gibiydi. Barış Grubu sınırdan geçtikten sonra onları geçirmeye gelen kamp halkı bir anda etrafa dağıldı, ama nereye gittiğini dahi bilmiyor. Böyle sevdalı gibi yani. Zaho’nun içine girdi, ama Zaho’yu da bilmiyor ha. Gruplar halinde kendini unutmuş vaziyette öyle gidiyor. Çünkü, “Bitti bu üzüntü” diyor kendine, “Galiba kan durdu artık” diyor, kendini ona inandırıyor. Bu çok derin bir sevinçtir bizim için. Bu sevincin nesinden korkuluyor, biz bunu anlayamıyoruz.

Türk halkı sağduyuludur

Bir kere en çok korkulan şey Türk-Kürt çatışma ihtimali. Siz sınırın bu tarafını görüyorsunuz, ama öbür tarafında hiç olmadığı kadar büyük bir gerginlik var, onu hiç hesaba katmıyorsunuz.
Ben sanmıyorum, Türkiye’de halklar birbirine girer bir duruma gelsin... Bence işler asla o safhaya varmaz. Türk halkı sağduyuludur. Türk halkının hepsi o seslerini duyuranlar değil. Yani ben inanıyorum ki yüzde 70’i Türkiye halkının bu süreçten barış sürecinden yanadır.
Ama tabii ben bunu söylerken, bir Kürt açılımı için zemin oluşturulması gerektiğini de görüyorum. Topluma her şeyden önce devlet tarafından şunun denmesi şart: Kürtler de insan. Onların da kültürleri var. Onların da dili, kimliği var. Onlar terörist değiller.

Eski PTT memuru

Herkes ona “Polat”, hatta sadece “Pola” diyor. Mahmur kampındaki bütün giriş çıkışlar, bütün basınla ilişkiler, BM’yle, yerel hükümetle, dışarıdan gelen hükümetlerle yapılan bütün görüşmelerde yetkili isim o. Kendisinden, üzerinde taşıdığı kimliği görmeyi istedik, Polat söylenene göre ilk kez çıkarıp iki kimliğini de gösterdi.

Kimliklerinden biri bölgesel hükümete, diğeri BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne ait (UNHCR). Her iki kimlikte de UNHCR’nin verdiği aynı mülteci kimlik numarası yazılı. Baktık, 1966 doğumlu.
“Daha yaşlı duruyorsunuz” dedik, “Kolay geçmedi ki seneler, çok yıprandık” diye yanıtladı. Aslında Polat’ın bu söylediği kamptaki hemen herkes için geçerli görünüyordu. Kime yaşını sorsak, söylediğinin en az 8-10 yaş fazlası gibiydi...

Sonra döndük yine Polat’ın UNCHR kimliğini okumaya: Nüfustaki asıl adı Ramazan Bozan Muhammed. Ülkesi Türkiye. Etnik orijini Kürt. Doğum yeri Hakkâri. Evli. Lise mezunu. Beş çocuğu var. Asıl merak ettiğimizi de kimlikte yazmadığı için biz sorduk:

Gelmeden önceki mesleğiniz neydi?
Ben devlet memuruydum, Çukurca’da PTT’de çalışıyordum.

Dönünce ne yapmayı düşünürsünüz?
Onu koşullar belirler, ama büyük bir ihtimalle bir dağın başında bir ev yapar, oturur, sakin sakin yaşarız. Bilmiyorum ki nasıl olur koşullar. Belki de siyaset yaparız.

Polat: Sıra hükümette

Mahmur’dan yeni bir grubun daha gitme hazırlığı var mı?
Şimdi biraz izlemek gerekiyor, devlet nasıl bir adım atacak. Sıra hükümet de şimdi.

Daha ne adım atsın, 221’i bile uygulamadan sınırdan kabul etti.
Doğru, o çok olumlu bir yaklaşımdı. Onu yaparken risk de aldılar. Ama sadece o gruba ilişkin değil, o grupla beraber giden taleplere ilişkin de beklentimiz var.

Bu aralar hiç Mahmur’a Türkiye’den yetkililer geldi mi?
Hayır, resmi olarak gelmedi.

Resmi olmayarak geldi mi?
Bilmiyorum belki gelmiştir, görmedim, yani tanıtmadılar kendilerini, bilmiyorum. Yok gelmemişler.

Karıştı biraz, ne demek şimdi bu?
Yok, bir ara bekliyorduk, yedi kişilik bir heyet gelecekti, biz de hazırlığımızı yaptık, ha bugün ha yarın gelecekler diye.

Ne zaman gelmişti o haber?
Bir hafta önceydi. Yok yok, bir buçuk ay önceydi. Hatta halka duyurduk, kamp adına bir heyet oluşturuldu, ama gelmediler.

Siz BM’de, KDP ve KYB’de “Artık bu kamp kapatılsın” havasını görüyor musunuz?
O hava daha çok Irak yönetimi ile Türkiye’de var. Ama diğerlerinden henüz öyle bir şey yansımadı bize.

Çocuklarla akreplerin hayatta kalma mücadelesi

Mahmur kampında yürürken karşımıza sürekli çocuklar çıkıyordu. Evlerin önünde, pencerelerin içinde, oyun sahalarında, oradan oraya koşturma halinde, camide, kursta, ama gittiğimiz her yerde etrafımızdaydılar ve üstelik Altan Burgucu’ya da birbirinden güzel pozlar veriyorlardı.
Biz onların bu halini izlerken kampın ilkokul öğretmenlerinden Tahir Sidar çocuklara ilişkin bakın şu ilginç hikâyeyi anlattı:

“Mahmur’a ilk 1998’in Haziran ayında geldiğimizde tepemizde bir çadır dahi yoktu. Sıcaklık ise yazları burada en az 50 derece. Sürüler halinde akrepler geziyor. Her yer akrep. Her gece en az 20 çocuğu uykusunda sokuyorlar. İlk 14 gün tam 73 çocuk akrep sokması, 12 yaşlı kadın da güneş çarpması yüzünden öldü. Ama çocukların canı o kadar yandı ki, sonunda çocuklarla akrepler arasında bir savaş başladı. Geceleri akrepler çocukları ısırıyor, güneş doğar doğmaz da çocuklar akrep avına çıkıyordu.

Biz büyükler bile onlar kadar iyi yapamıyorduk. Bu gördüğünüz yaşta çocuklar ellerine çubuk alıp akrep yuvalarını buluyorlar, sonra o deliklere ibrikten su döküp 30, bazen 70 akrep çıkınca topluca hepsini öldürüyorlardı. Tam bir buçuk yıl bu çocuk-akrep savaşı sürdü. Sonunda çocuklar resmen akreplerin kökünü kazıdı. Eğer, o hayatta kalma mücadelesini vermeselerdi, tüm bu çocuklar gerçekten ölebilirdi, o kadar korkunç bir ortam vardı.”