04 Eylül 2014 14:48
Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen, isim vermeden AKP ile olan ilişkilerine göndermede bulunarak, "Değişik vesilelerle dedik bizim bir günahımız var birilerine karşı alaka duyarken haklarının çok üstünde alaka duyduğumuzdan dolayı o alaka gayri meşru oldu. Gayri meşru alaka ve muhabbetin cezası azap çekmektir" dedi.
"Mü'minler arasında bütün köprüleri yıkmamak çok önemli" diyen Gülen, "Diyelim ki bir tanesi elindeki bir kazmayla manivelayla, baltayla, balyozla o köprüleri, o ulaşım yollarını bütünüyle harap ediyor, yıkıyor. Şimdi sizde o mevzuda onun yaptığına onun yaptığı gibi mukabelede bulunursanız şayet meseleyi tamir edilmez hale getirirsiniz" ifadelerini kullandı.
Gülen'in herkul.org'ta "Kırık Kalbler ve Sağlam Köprüler” başlığıyla yayınlanan (2 Eylül 2014) konuşmasından satırbaşları şöyle:
“Evet Hadis-i Kutsi olarak rivayet ediliyor. “Ben, kalbi Benden dolayı kırılmış olanlarla beraberim.”Fakat konumuna göre şahıslara hususi teveccüh olur yani. Çok ulvi şeylerle insan haşr u neşr olmalı. Sürekli böyle gözü yukarılarda olmalı. Bu seviyedeki bir insanın gaye-i hayali mevzuuna göre endişelerinden ötürü şuanda işte sizlerin Camianın yaşadığı şeyler. Konumuna göre her bir arkadaşın meseleyi duyuşu da farklıdır yani. Her vicdan konumuna göre, durumuna göre, dün bir vesileyle dendiği gibi farklı enstrümanlar gibi farklı sesler çıkarır yani. Bazılarında çok derindir. Yani tutturunca öyle bir ney cazdan gider ki insanın kalbi duracak hale gelir. İşte o da bir kalp kırıklığıdır yani burada. İçinden Cenab-ı Hakk'a teveccüh ediyorsun mülahazalarında hep inkisarların var yani. Adeta inkisar daneleri bir ipe diziyor gibi bir halin var veya bir inkisar nakşı dantelası örüyorsun öyle bir şey. Ona teveccüh ona göre olur. Sıradan insanlar altında kafir bile olsa muzdarsa şayet, ahirette bir şey alamaması başka, küfrünün cezasını görmesi başka. Fakat dünyada ıztırarından ve ıstırabından dolayı öyle bir inkisar yaşamasının Rabbil Alemin olma itibariyle Canab-ı Hakk'ın boş bırakmayacağına bakmak o da ayrı bir dava. Allah'a inanın inkisarlarınız Allah'tan dolayı olsun. Hz. Üstad'ın sözüyle irtibatlandırabilirsiniz. ‘Allah için işle, Allah için başla, Allah için konuş, Allah için otur.’”
“Gözler hep hususiyle basiret kalp gözü hep yukarılarda olmalı. Benden ötürü, dava diyebilirsiniz. Benim vazettiğim dinden ötürü, insani değerler karşısında onların yıkılmasından ötürü. ‘Ya Rabbi ne olacak bu hal?’ deyip kendini bir yönüyle işin dışında düşünerek her şeyi Zatı Uluhiyetle irtibatlandırarak böyle kalbi bir alaka tesis ederek öyle bir üzülme. Buna kutsal üzülme diyebilirsiniz yani. Kutsal hüzün, kutsal tasa diyebilirsiniz. Evet o kutsal tasa, kutsal hüzün, kalpte kırılma meydana getiriyor. Kırılma tabirini kullanırız biz. Kalbim sana kırıldı benim deriz böyle. Ama falanın yaptığı şu densiz işten dolayı kırılma değil de, dinine, diyanetine, mefkurene, gaye-i hayaline, idealine esas saldırılar karşısında, o mevzuda duyduğun endişeler karşısında ölecek gibi bir ruh haleti yaşama hali. İşte öyle bir kalp kırıklığı. Kur'an-ı Kerim'de değişik yerlerde biraz kapalı ama iki yerde. Ve bir de "Kur'an-ı Kerim'e inene inanmıyorlar diye neredeyse kendini öldüreceksin." Yani o öyle bir derin üzüntü duyuyor, öyle sıkılıyor ki, bir taraftan gözleri cennet ufkunda, bir diğer taraftan da göz ucuyla sürekli cehenneme bir nigahı aşina kılıyor, görüyor.”
“Ya insanlar oraya gidecekler ya oraya gidecekler başka bir yol yok. Cennete gitmiyorlarsa gidecekleri yer bellidir. Dolayısıyla o mülahaza ile içinde yaşadığı kırıklık neredeyse intihar gibi bir şey oluyor. Yani insanın kalbi kırılacaksa işte bu meselelerden dolayı Allah'la irtibatlandırarak kırılmalı. Yoksa öbür türlü bu tasalar, kederler, hafakanlar diyoruz bunlar, günümüzde daha ziyade stres sözüyle kullanılıyor. Rabbülalemin olması itibariyle Rahmeniyeti itibariyle dünyada Rahman olması itibariyle herkes o rahmetten hissesini alır. Yerdeki bir solucandan ayaklarınızın altında kalan bir karıncaya kadar. Herkes o rahmetin enginliğinden istifa eder. Bu açıdan hangi dine mensup olursa olsun, hangi kitabın arkasından koşarsa koşsun bunların kırıkları bile cevapsız kalmaz. Fakat kırığın keyfiyetine göre denebilir ki kırığa göre cebire yapılır. Sargı yapılır. Kırığın keyfiyetine göre bazılarına sadece kuru bir sargı yapılır ama bazılarının öyle değil de yani onu çok kuvvetli bağlarlar. Belki bazılarına perçin çakarlar bunun gibi. Bir husus hatırlatıyor bu. Asıl mesele Rabbimizle münasebet tabiri caizse köprülerini yıkmamak lazım. Daha evvelki sohbetlerin bir tanesinde her bir günah içerisinde küfre giden bir yol vardır. İnsan bir hata edebilir. O hatadır yani bir yerde köprüden bir taş düşürdü demektir. Bir tane daha yaparsa bir iki taş daha düşürmüş oluruz köprünün kubbesinden. Fakat köprü bir yere kadar dayanır. Onca darbelenme karşısında o rezonansla bütünüyle çökebilir. Evvela kul Allah'la kendi arasında o köprüyü tamir edilmeyecek şekilde yıkmamalıdır. Yani hemen bir hata karşısında çok ciddi bir teyakkuzla bir temkinle yeniden dönüp Cenabı Hakka ve “Ya eyyuhelleziyne amenu tubu ilellahi tevbeten nesuha” (Allah'a Nasuh (çok nasihatçı, çok halis) bir Tevbe ile tevbe edin!) Efendimizle o münasebet köprüsünü koparmamalı yani hafizanallah. İnanmayan insan Allah'la Peygamberle o köprüyü tamamen yıktığından dolayı Allah bir gün yine hidayet edebilir yapabilir de fakat çok tehlikeli. Bir kere kalbe bir mühür vurulursa Bakara suresinin ayetlerinde ifade buyrulduğu gibi “İnnellezine keferu sevaun aleyhim enzertehüm em lem tunzirhum la yuğminun. Hatemallahu ala gulubihim ve ala sem ıhım ve ala ebsarihim ğışâveh”.
Orada vakıf var ve kalplerinde de bir perde bir örtü adeta sarılır onunla dolayısıyla kulağa gelen şeylerden ve göze çarpan şeylerden hasıl olan manalar hasıl olsa bile kalbe girmez o latifeyi rabbaniye habersizdir onlardan. Dolayısı ile de kalple Allah arasında irtibat sağlanamayabilir yani. İrşatta da asıl mesele değişik hizmetlerde de asıl mesele insanın kalbiyle Allah arsında ki o münasebeti oluşturma, o köprüyü kurma. Bu Allah'la peygamber arasındaki böyle bir münasebet aynı zamanda müminler arasındaki münasebet açısından da aklıma geldiği için diyorum yani bütün köprüleri yıkmamak çok önemli bir meseledir. Diyelim ki bir tanesi elindeki bir kazmayla manivelayla, baltayla, balyozla o köprüleri, o ulaşım yollarını bütünüyle harap ediyor, yıkıyor. Şimdi sizde o mevzuda onun yaptığına onun yaptığı gibi mukabelede bulunursanız şayet meseleyi tamir edilmez hale getirirsiniz. Gelecekte insanlar böyle bir nedamet duydukları zaman sizin yanınıza gelmeye cesaret edemeyebilirler. Bu açıdan da bu aradaki köprüleri bütün bütün yıkmamak lazım.Bir taraf alabildiğine çok aşırı derecede düşmanlık yapıyor. En galiz tabirlerle sizi yerden yere vuruyor. Öyle ki bir daha sizin yüzünüze bakamayacak hale geliyor. Sizde aynı şeyleri yaptığınız zaman bu işi katlamış müzaaf hale getirmiş olursunuz. Belki bazen Ziya Gökalp ifadesiyle “Mükap” hale getirmiş olursunuz. Üç buutlu öyle bir uzaklaşma öyle bir yıkılma olur ki hafizanallah sonra bütün gücünüzü o istikamette kullansanız başarılı olamayabilirsiniz. ‘Sevdiğin insanı severken dengeli sev.’ Aşırı sevme yani. Mülahaza dairen açık olsun. Değişik vesilelerle dedik bizim bir günahımız var birilerine karşı alaka duyarken haklarının çok üstünde alaka duyduğumuzdan dolayı o alaka gayri meşru oldu. Gayri meşru alaka ve muhabbetin cezası azap çekmektir. Bu açıdan mülahaza dairesi açık bırakılması lazım. Şöyle böyle çok açık derecede eşin yok menendin yok saçının tek teline acem mülkü fedadır mülahazalarına bağlar, onu göklere çıkartırsanız bir gün Allah'ın adaleti subhanesidir onu yerin dibine batırma durumunda kalırsınız. Hafizanallah tehlikeli bir şey. Mülahaza dairesi açık kalmalı. Bir kere başta onun boynunu kırmamanız lazım. Çünkü o kadar iltifata tahammül edemeyebilir. Emirü’l-Mü’minin dersiniz, müçtehid dersiniz, müceddid dersiniz, mehdi dersiniz o da kendisini öyle zanneder hiç farkına varmadan bir yer çekimine kapılır öyle yerin dibine Karun gibi batar ki hiç farkına varamaz. Ona hakkınız yok yani. Ona haksızlık yapmış olursunuz. Onu şirazeden çıkarmış olursunuz. Onu olumsuzluklara çok negatif şeylere sevk etmiş olursunuz. Bir de öyle yapma ilmi ilahide işin hakikatine mahiyeti nefsu’l-emriyesine uygun düşmediğinden dolayı maksadınızın aksiyle tokat yersiniz siz.
Severken dengeli sev mülahaza dairesini açık bırak diyor. Belki bir gün düşman olur sana. O zaman kendine veyil çekersin, ‘Yazıklar olsun bana’ dersin. ‘Nasıl olmuşta bu yılanı, bu çıyanı bunca zaman tanıyamamışım, yatağımın içine kadar girmiş beni değişik yerlerimden sokmuş ben onları kaşıma şeklinde algılamışım’ filan dersin bir gün.”
“Buğz edeceğin şeyde zaten "el buzu fillah" diyor yani illa de birine buğz edecekseniz Allah'tan ötürü yani cenabı hakkın sevmediği sıfatlardan ötürü dolayısıyla da mülahazamız çerçevesinde Hz. Piri'in mülahazaları çerçevesinde 'evsafı deniyyeye' muhlikata karşı buğz etme demektir. Muhlikat tabiri İmam Gazali hazretlerinin münciyat mühlikat tabirine binaen kullandım ben onu.
‘Bir insanı kurtaran faktörler bir insanı batıran helak eden şeyler’ diyor orada. İlle de birine karşı buğz edeceksen o sıfatlara karşı buğz. O da bizim mesleğimiz itibariyle meslek bir yönüyle Peygamberlik yolunun bir nevi tezahür olması itibariyle daha doğrusu o yolda yürümenin gereği olması itibariyle insanları o evsafı deniyyeden sıyırmaya çalışmak. Sıyrılmalarını sağlamaya çalışmak lazım. O evsafı deniyyedir onları Allah'tan uzaklaştıran. Dolayısıyla da en olumsuz en kötü insanlara karşı bile ille de bir tavır alınacaksa bu evsafa karşı alınması lazım. Evsafa karşı alınan tavırda esas onun manası onları o evsaf sarmalından, olumsuz evsaf sarmalından kurtarmaya matuf olması lazım. Yılanın ısırmasından kurtarma, akrebin sokmasından kurtarmaya matuf olması lazım. Necatına vesile olabilecek tavırlarda davranışlarda bulunması lazım. Evet, buğz da böyle yani. Buğz ederken yine mülahaza dairesini açık bırak, köprüyü yıkarken ne olur ne olmaz belki ben yanılıyorumdur başkaları bir yönüyle benim burada hakikaten hissiyatımın hiçbir yanını hesaba katmıyorlar. Ağızlarına ne geliyorsa söylüyorlar. Hususi oturup kalkıp o mevzuda değişik kurgularda bulunuyor. Değişik algılar oluşturmak için demedik şey bırakmıyorlar. Ama ben de onlar gibi yapmamalıyım yani hiç olmazsa o köprünün bana bakan yanı ayakta durmalı. Bir iki ayağıyla ayakta durmalı. Sonra bir gün o taraf bu taraf pişmanlık duyduğu zaman, tek tarafı tamir etme gibi küçük bir vazifeyle hayt-ı vuslat yine sağlanır. O insanlar yine birbirleriyle sarmaş dolaş olabilirler. Köprü yıkma mevzu bu insanla Allah arasında böyle olduğu gibi aynı zamanda insanların birbirleri arasında da hususiyle müminlerin birbirleri arasında da böyledir. Ona çok önem verildiğinden dolayı hazreti Pir, vifak ve ittifak yani kendi aranızdaki birlik ve beraberlik, uyum, aynı çizgi üzerinde bulunma. Yani Hz. Mevlana'nın ifadesiyle aynı dili konuşanlar değil, aynı ruh haletini paylaşanlar. Aynı inancı paylaşıyor, aynı duyguyu paylaşıyor, aynı kıbleye yöneliyor. Uhuvvet risalesi'nde dediği gibi Allah bir, Peygamber bir, kitap bir. Bu birler hep bir ve beraber olmayı gerektiriyor bunları görmezlikten gelme nasıl ki vifak ve ittifak tevfiki ilahinin bir vesilesidir. Aynen öyle ihtilaf ve tefrikada mekr-i ilahinin bir vesilesi olur. Bu da Yavuz'un bir sözünü hatırlattı. “Milletimde ihtilâf ü tefrika endişesi, Kûşe-i kabrimde hatta bî karar eyler beni, İttihadken savlet-i a'dayı def'e çaremiz, İttihad etmezse millet, dağdâr eyler beni” diyor.
Bir taraf insafsızca vuruyor böyle. İnsafsızca balyozluyor. Eline aldığı o balyozla sürekli tepenize vuruyor. Siz onun travmalarını yaşıyorsunuz sürekli. Onun şokuyla bazen müstakim düşünemeyebiliyorsunuz. Mukabele edebilirsiniz. Aynı şeylerle cevap verebilirsiniz. Bu defa siz kendi yüzünüzün suyunu da dökmüş olursunuz. Onların yüzsuyu dökmesine karşılık siz de yüzsuyu dökmüş olursunuz. Bağışlayın böyle yüzsuyu dökme hayasızlıktan kinayedir. Sonra birleşme imkansız hale gelir. Oysaki Allah ( cc) yani en zıt şeyleri bile oksijen, hidrojen birleştiriyor ondan faydalı nafi bir şey yapıyor. Hep birleşebilir konumu durumu muhafaza etmek lazım. En azından bu çok önemli. Rabbinizle münasebet zirvede önemli. Efendimizle münasebet zirvede önemli bu konuda. Dinimizde önemli bu mesele. Milli mefkuremizde, geçmişten tevarüs ettiğimiz ruh ve manada kalp köküne bağlı değerlerimiz açısından önem arz ediyor. Bir de hususuiyle günümüzde değişik islami anlayışta bulunan insanlarla aramızdaki münasebetler açısından önem arz eden bir husus gibi geliyor.
“Muhabbetinde dengeyi gözetip sevdiğin insanı ölçülü sev; belki bir gün nefret hislerini tetikleyen bir kimse haline gelebilir. Kin ve nefret duygularını harekete geçiren kimseye karşı da öfkende dengeli ol, kim bilir o da bir gün sevgini celbeden bir insana dönüşebilir.”
© Tüm hakları saklıdır.