Yaşam

Bir ucu Ergenekon'a uzanan Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değil

Meslekte 40. yılını dolduran Milliyet Yazarı Hasan Cemal, 18 yıl çalıştığı Cumhuriyet gazetesiyle yaşadığı kavgayı kaybettiğini ama fikirlerinin yenilmediğini s&ou

27 Aralık 2009 02:00

T24- Meslekte 40. yılını dolduran Milliyet Yazarı Hasan Cemal, 18 yıl çalıştığı Cumhuriyet gazetesiyle yaşadığı kavgayı kaybettiğini ama fikirlerinin yenilmediğini söyledi. Cemal, "Bir ucu Ergenekon'a uzanan Cumhuriyet benim Cumhuriyet'im değil" diye konuştu. Vatan gazetesinden  Sanem Altan'ın sorularını yanıtlayan Cemal, geçen haftalarda gerçekleşen meslekte 40. yıl kutlamasından, spora, siyasetten, mesleki mücadelelerine kadar bir çok konuda düşüncelerine anlattı. Vatan gazetesinde bugün (27 Aralık 2009) yayımlanan söyleşinin tam metni şöyle:

Eşiniz Ayşe Sözeri meslekte 40’ıncı yılınızı doldurduğunuz için sürpriz parti düzenledi size. Bekliyor muydunuz bunu?

Beklemiyordum açıkçası.

Parti istemeyen bir insan “Sakın bana parti yapma” der mi? Bu “Ben istemem ama sen yap” gibi... Ya da Ayşe Hanım gerçekten parti seven biri, o yüzden gerçekten önlem aldınız.

Ayşe parti yapmayı çok sever. 60 yaşıma girdiğimde çok muhteşem bir parti yapmıştı. Ben ona yaparım tabii. 50 yaşına girdiğinde, evliliğimizin de 10’uncu yılıydı, çok güzel bir parti yaptım. Ayşe asıl çok sever ama bu işleri. Asaf Savaş Akad mesaj çekmiş bana “Hasan Cemal, Ayşe’den mesaj geldi sünnetinin bilmem kaçıncı yılıymış, geleceğiz partiye” diye dalga geçmiş. Ayşe o gece için Yakup’u kapatmış. Bütün gece mikrofon elden ele dolaştı. Herkes bir şeyler söyledi, küfürler etti. Eğlendik.

Ne zaman “Parti yapma” dediniz Ayşe Hanım’a?

Geçen Mayıs ayında, Kasım ayında 40 yıl dolacağı için, biliyorum düşünür çünkü “Aman bir şey yapma, hem mahcup oluyorum, hem sıkılıyorum, zorlanıyorum bu işlerden” dedim. Kendimi önemsiyormuşum gibi gözüken işler beni utandırır.

40 yıl önemli ama geçen yıllar işte çok mühimsememek lazım

Meslekte 40’ıncı yıl bence harika bir kutlama yapma nedeni.


40 yıl önemli bir şey tabii ama çok da önemsememek lazım. Geçen yıllar işte. Kıymetli ama. Kendi kendimi mühimsemiş gibi gözükürüm diye korkarım. Hayatımda kendimi hiç mühimsemedim çünkü. Herkes kendini sever tabii ama mühimsemek farklı bir şey. Neyse, Ayşe “Peki, peki” dedi bana. Ardından plan hemen başlamış tabii. Hiç hissetmedim. Tamamen sürpriz oldu gerçekten. Arada bir iki şüphelenecek şey oldu ama dikkate almadım. Bir gün bir CD geldi, üzerinde hiçbir şey yazmıyor. Koydum baktım, çocukluğumdan beri olan askerlik dönemi, gazetecilik dönemi bir sürü fotoğraf. Merak da ettim. Ayşe’ye sordum. “Bilmiyorum” dedi. Sonra anladık ki Bülent Erkmen’e yollanacak CD’ymiş o. Bülent’le ben Cumhuriyet’in eski halinden yeni haline geçişini beraber yapmıştık. 81-83 arasında Cumhuriyet’in tipodan ofsete geçişinin her şeyini o yaptı, tasarım ustasıdır.

(Kırk yıllık Gazeteci Hasan Cemal kitabının röportajlarını yapan gazeteci Ezgi Başaran’a sordum, neredeyse yakalanacakları anı şöyle anlattı: Ayşe Cemal evdeki eski fotoğrafları gizlice toplayıp bir CD’ye kopyaladı. Fakat sonra o CD’yi Hasan Cemal’in masasının üzerinde unuttu. Hasan Abi’nin, niçin bütün fotoğrafların böyle bir CD’de toplandığına bir türlü anlam verememekle beraber içine bir kurt düştü. O kadar ki Okay Gönensin’i aradı. “Ya oğlum masamda böyle bir CD buldum, neyin nesidir sence?” diye sorunca Okay Abi içinden kıs kıs gülerek yangına körükle gitmekte hiç beis görmedi: “Lan Hasan Ergenekoncuların işi olmasın bu?!” Neyse Allah’tan Hasan Abi’nin kafasında bin türlü iş... Unuttu gitti. Biz de rahatladık.)

İçeri girince mahcup oldum ilgi odağı olmak beni tedirgin eder

Siz Eyüp Can’la baş başa yemek yiyeceğinizi mi zannediyordunuz o gece?


Ayşe, Eyüp’ü beni marke etsin diye görevlendirmiş. Şöyle oldu, partiden 15 gün önce beni Ali Bayramoğlu aradı, partinin tarihini vererek “Benim doğum günüm var, not al, Yakup’a gideceğiz” dedi. “Tamam” dedim, notumu aldım. Partiden önceki çarşamba günü akşam sohbet ediyoruz Ayşe’yle, telefonum çaldı, Ahmet Davutoğlu’nun danışmanı, üç günlük geziye davet ediyor. Son bir-iki davete de katılamamıştım. Buna da hayır diyemem artık duygusuyla “Gelirim” dedim. “Hatta ben cuma akşamından gelirim Ankara’ya” dedim. Ben bunu der demez, Ayşe daha önce hiç görmediğim bir biçimde “Hayır gidemezsin, olamaz” diye fırladı. Hiç böyle şeyler yapmaz, özellikle mesleğimle ilgili. “Ali’nin doğum günü var” dedi. “Varsa var, Davutoğlu’yla gidiyorum derim ben ona” dedim. “Hayır” diye devam ederken ekledi, “Hem pazar Elif’in doğum günü.” Evet, büyük kızımın doğum günü, pazar günü öğle yemeği yiyecektik, onu unutmuşum. Ve gerçekten onu bırakıp gitmem. Telefon açtım hemen “Kızımın doğum günü var, gelemeyeceğim” dedim.

Gerçekten mi? Babası yoğun bütün çocuklar, bu satırdan sonra uzun uzun boşluğa doğru bakacaklar sanırım. Ne harikasınız. Sonra ne oldu?

Ayşe’ye “Bu kadar tepki göstermeni anlayamadım” dedim. Ertesi sabah Eyüp aradı, “Abi sohbet edelim” dedi. “Tamam ama Ali’nin doğum günü var, Yakup’a gideceğim” dedim. “Olsun abi öncesinde buluşalım” dedi. Taksim’de buluştuk. Sekiz buçuğa doğru “Ben gidiyorum” dedim. Eyüp “Ben de geleyim, oradan devam ederim” dedi. Yakup’un önüne gelince fotoğrafçıları, bir de kitabın kapağı kocaman afiş halinde asılı, onu gördüm. “Basıldık” dedim içimden. İçeri girince tuhaf bir duygusallık sardı tabii beni. Mahcup oldum. Utangacımdır, ilgi odağı olmak beni tedirgin eder, mahcup eder. Rahatsız oldum. Kızlar Elif, Defne, Ayşe, duygusal ortam. Defne (12), küçük kızım konuşma yaptı, en sonunda da “Babamla gurur duyuyorum” dedi. Çok fena oldum. Ayşe ağladı. Sonra Defne’ye sordular “Baban da ağladı mı” diye. “O tutar kendini” dedi.

Onu her gördüğümde şaşırırım, yine gördüm yine şaşırdım. Kim inanır meslek hayatında 40 yıl geride bıraktığına, kim inanır 65 yaşında olduğuna. Hasan Cemal yakışıklı genç bir delikanlı gibi. İki hafta önce, eşi Ayşe Cemal Sözeri, gazetecilikte 40’ıncı yılını doldurduğu için, ona sürpriz bir parti düzenledi. 80 yakın arkadaşı o gece orada koca bir geçmiş andı. Demek ki bizi yaşlandıran geçmiş yıllar değil ,aklımızdan geçenler...

37 arkadaşım yazı yazmış, çoğunda sert eleştiri, kırgınlık var

Bir de sürpriz bir kitap hazırlamış Ayşe Hanım. Herkesten yazılar alınmış, Ezgi röportajları yapmış, İsmet Berkan ve Kerem Çalışkan, Hasan Cemal kronolojisi yazmışlar. Fotoğraflar var. Bülent Erkmen tasarlamış. Kaç yazı var orada?


37 tane. Birçok yazıyı severek okudum. İnsan egosu, kendine dönük her şeye bayılıyor. Ama baban diye söylemiyorum, yazısını da kitabın sonuna koymuşlar ama Ahmet Altan’ın yazısı çok önemli bir yazı. Çünkü beni çok iyi anlatıyor. Bendeki değişimi müthiş bir biçimde anlatmış. Duygu dünyamı. İşte bu yazarlık. Birçok yazıda çok ciddi eleştiriler var; Cengiz Çandar’da Sedat Ergin’de, Osman Ulagay’da, Umur Talu’da, Cengiz Turhan’da da var. Yakın çalıştığım birçok arkadaşımın eleştirisi var. En sert yazı Umur Talu’nun. Her yazıda aşağı yukarı sert eleştiri ve kırgınlık var. Ayşe iyi bir yöneticilik yapmış. Demiş ki “Yazıları olduğu gibi koyacağız yoksa Hasan Cemal çok kızar.” Gerçekten çok kızardım, eleştiriler yazılardan çıksaydı. 40 yıl içinde hatamız da var sevabımız da tabii. Bazı eleştiriler yerli yerinde. Ama bazıları abartılı. İsim önemli değil. Farklı algılar yüzünden böyle oluyor.

(Kitabı hazırlayanlardan Ezgi Başaran anlatıyor: Kitapta 37 kişi Hasan Cemal nasıl bir gazetecidir, kendilerine göre anlatıyor. Teker teker aradım hepsini. “Hasan Cemal’e sürpriz bir kitap armağanı hazırlıyoruz, siz bana o nasıl biridir anlatın” dedim. Bir kısmı “Konuşmaktansa yazmayı tercih ederim, öyle daha iyi anlatırım” dedi. Geri kalan büyük bölümüne ise teybimi alıp gittim, uzun uzun konuştuk. Orhan Pamuk dışında yazıyı kitaba basılmadan önce görmek isteyen olmadı, ben de göndermedim. Ayşe Cemal röportajların tamamını, kitabı Bülent Erkmen’e teslim etmeden birkaç gün önce gördü. İsmet Berkan ve Kerem Çalışkan da öyle. Hiçbir yazının ya da röportajın noktasına dokunmadılar. Yazıların bazıları kısa bazıları uzun. Ne anlattılarsa o kadar işte. Kimseyi uzunluk konusunda sınırlamadım, ne konuşurken, ne yazarken. Benim aradığım hiç kimse bu kitaba konuşmam demedi. Ama İlhan Selçuk, Emine Uşaklıgil ve Ali Sirmen’i aramadığımı da söyleyeyim. En baştan konuşulacak kişiler listesini yaparken zaten onları dahil etmemiştik. Bu bir armağan kitabıydı. Belgesel ve objektif olması şartı yoktu. Kimsenin üzülmesine, kırılmasına, tansiyonunun çıkmasına lüzum yoktu. Bu söylediğim her iki taraf için de geçerli, sadece “Aman Hasan Cemal üzülmesin” hassasiyeti göstermiş değiliz. Hasan Cemal, Yakup’ta toplandığımız geceden önce kitaptan tamamen bihaberdi. Bu sürprizi muhafaza etmeyi, -hele de içinde 40’a yakın gazetecinin olduğu böyle bir sürprizi- nasıl başardık ben de bilmiyorum. Ama oldu. Dolayısıyla neyin kitaba konulacağı, kimin aranıp aranmayacağı konusunda Hasan Cemal hiçbir noktada söz sahibi olmadı. Kimlerle konuşulacağına Okay Gönensin, Ayşe Cemal, Kanat Atkaya ve ben karar verdik.)

Bir ucu Ergenekon’a açılan bir Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir

“Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” kitabınızı çıkarılı 10 yıl oldu. Ama hâlâ bazı satırlarını hatırlıyorum. Çünkü insanın içini yakacak cesarette bir özeleştiri vardı. Deniz Gezmiş’lerin idamına gitmesinde payımız var demiştiniz... Bundan çok etkilenmiştim. Size hazırlanan kitapta Ahmet Altan “Sahip olduğu ne varsa kaybetmeyi göze aldı ve kendi kaderini bir daha yazdı” demiş. Bu sizi birçoğumuzdan ayırıyor. Bunu nasıl yaptınız?

Mülkiye okuduğum dönemde sol radikal, kendine devrimci diyen bir genç adamdım. Bir yerde komünist, bir yerde solcu, bir yerde radikal. İlk girdiğim ray Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’la beraber Devrim Dergisi’ydi. Amacımız devrimdi ama pratikte yapmak istediğimiz askeri kışkırtarak darbe yaptırıp, kendimize devrim yolunu açmaktı, buna inanıyorduk. Ciddi olarak inanıyorduk. Daha güzel bir dünyaya bu yoldan gidilebilirdi bize göre. Gençleri kışkırttık. Darbe oldu. Gençler çok kötü günler yaşadı. Asılanlar oldu. Bu benim içime işledi. “Deniz Gezmiş’lerin idama gitmesinde vicdani payımız var” diye yazdım. Bunun saklanacak bir tarafı yok.

Deniz Gezmiş’in bana lafıdır, “Marksist cunta ne zaman geliyor”, bunun esprisini yapan insanlardı. Bir yıl sonra idam sehpasında gördük onları. Bu korkunç bir duygu. İstediğimiz dünya hedef olarak güzel bir dünyaydı, ama seçtiğimiz yol geriye dönüp baktığımda eleştirilmesi gereken bir yoldu. Elde silah, askeri darbeye davet ettik, sonunda da tam tersine tüm özgürlüklerin içine eden bir zemin oluşturmuş olduk. O dönem beğen beğenme Türkiye İşçi Partisi seçim yoluyla gelen çok partili dönemi savunmak lazım diyorlardı. Ecevit de ortanın solundan bunu söylüyordu. “Halkın oyundan ayrılmayalım, seçim sandığından” diyordu. Yerin dibine batırıyorduk Ecevit’i. Kimine göre bu döneklik oldu. Askeri darbeyi kışkırtan bir hareketten dönmek döneklikse döneğiz. Bu kavga Cumhuriyet’te olan kavga. Bugün Ergenekon’a gelen çizgi de aynı.

Ben gittim İlhan Selçuklar geldi Cumhuriyet kavgasında yenilmedim ama kaybettim

40 yıllık Bab-ı Âli macerasının 18’i Cumhuriyet gazetesi. Bu bölümü yazdınız, söylediniz, anlattınız. Sürekli bunu anlatan adam olarak gözükmenizi istemem ama yine soracağım izninizle. Siz Cumhuriyet kavgasını kazandınız mı, kaybetiniz mi sizce?

Yenilmedim ama kaybettim o kavgayı tabii. Çünkü gitmek zorunda kaldım, İlhan Selçuklar geri geldi. Ama ben kendi görüşlerimle devam ettim, iç huzurumla yaşadım. Fikirlerim yenilmedi yani. Onlar geldi kendi kafalarına göre yaptılar gazeteyi ama Cumhuriyet gazetesinin o döneminden Ergenekon’a kadar bir çizgi çekebiliyorsun. Ben geldiğimde 80 darbesi olalı yedi-sekiz ay olmuştu. Ben gelince “Artık bu gazetenin anlayışı şudur, iyi darbe kötü darbe ayırımı yapılmayacak, hepsi kötüdür” dedim. Bu büyük kavga yarattı. Nadir Bey “Yapmayalım” dedi. Bu büyük tepkiye yol açtı. Ben ilk kez 27 Mayıs Darbesi diye yazınca iyice ortalık karıştı. Ama 83’e, Özal’a kadar demokrasi adına çok iyi bir duruş gösterdik. Tiraj arttı. Yüzünü değiştirdik gazetenin. 87’ye kadar da öyle böyle idare ettik. Her zaman kapalı kapılar adında bir çekişme vardı, demokrasinin özüyle ilgili bir çekişmeydi bu. Hem ekonomi hem siyasette liberal çizginin savunulması, çoğulcu demokrasinin savunulması İlhan Selçuk ve arkadaşlarının çok sevmediği işlerdi. Gazetede Karl Popper adının çıkmasından hoşlanmazlardı mesela. Ben Havel’i savunmaya başlayınca masada büyük kavga etmiştik. Berlin duvarının yıkılması falan İlhan Selçuk’ta büyük hayal kırıklığı yarattı. O duvar yıkılırken bizim gazetenin duvarları da sarsıldı o zaman. Aile kavgası Cumhuriyet’te hiç bitmedi. Nadir Nadi ve kardeşleri arasındaki kavga hiç bitmedi. Bizim dönemde de eski yeni kavgası patlayınca aile kavgası da tekrar su yüzüne çıktı. Ben bu kavgayı hiç yapmak istemedim. İlhan Abi de bunu bilir. “Biz aile kavgasını tetiklersek, dengeyi bozarsak parçalanırız” demiştim. Dinlemediler. Amacım kavga hiçbir zaman olmadı ama geri de çekilmedim, savaştım.

Siz o döneminizi seviyorsunuz ama...

Kendi dönemimi çok sevdim. Ben ayrıldıktan sonraki Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir, İlhan Selçuk’un Cumhuriyetidir. Bir ucu Ergenekon’a açılan bir Cumhuriyet benim Cumhuriyetim değildir. Hayatımın en güzel yılları Cumhuriyet’te geçti. İlhan Selçuk’un sizin ailenizde de önemli bir yeri vardı. Benim hayatım için de çok önemliydi. Abim yoktu ama İlhan Selçuk benim abimdi. Her şeyi paylaştığım, özel hayatımı bile paylaştığım, elimden tutun biriydi. Ama şimdi küsüz, kırgınız birbirimize. İlhan Abi benden daha katı. O daha küs ve kırgın. İdeolojik farklılık yüzünden, ikimiz de birbirimizi bir türlü affedemiyoruz.

İlhan Selçuk, 1990’lardan 2003 darbe tertiplerine kadarki süreçte rol oynadı

“Benim Cumhuriyet’te İlhan Selçuk ve arkadaşlarıyla verdiğim kavganın ne anlama geldiği Balbay günlükleriyle ve Ergenekon’la ortaya çıktı” diye yazdınız.

Basit, gazetecilerin iktidar kavgası değildi bu tabii ki, demokrasi kavgasıydı, 1992’den itibaren İlhan Selçuk’un yazılarını düzenli bir şekilde takip eder oradan bir çizgi çizerseniz 2003’teki Şener Eruygurların içinde bulundukları darbe tertiplerine bağlanır. Balbay’ın günlüklerini, darbe günlüklerini ve İlhan Selçuk’un yazılarını beraber okursanız, nasıl ki Aytaç Yalman’ı, Şener Eruygur’u emekli olur olmaz alıp, Cumhuriyet’in vakfının danışma kurulu üyesi yaptı, her şeyi yerli yerine oturuyor. Balbay’ın tutuklu kalmasına gerek yok, paşalar dışarıdayken üstelik, buna içim elvermiyor. Ergenekon sürecinde birçok hukuki aksama da bulabilirsiniz ancak askeri hukukun içine çekecek bir süreçtir bu, “Erdoğan tarafından icat edilmiştir, ona karşı olanlar tutuklanıyor” derseniz bu ahmakça ve işi saptırma çabasıdır. Benim vicdanımda gayet nettir durum, İlhan Selçuk 90’ların başından 2003 darbe tertiplerine kadar olan süreçte gayet önemli rol oynamıştır. Bu davalar beraatle bile sonuçlansa, görünen şeyler açıktır. Kim inanıyor ki yapmadık etmedik demelerine. Biz de aynısını yaşadık, 9 Martçılar mahkemeye çıktı, beraat etti, çünkü ucu hava kuvvetleri komutanı Muhsin Batur ve Genelkurmay Başkanı Faik Gürler’e dayanıyordu.

Kitap bilgisi

Kitap 1000 adet basıldı. İçinde Altan Öymen, Atilla Aksoy, Okay Gönensin, Yalçın Doğan, Ali Acar, Yalçın Bayer, Meral Tamer, Refik Durbaş, Murat Belge, Osman Ulagay, Cengiz Çandar, Atilla Dorsay, Umur Talu, Ümit Kıvanç, Bülent Erkmen, Şahin Alpay, Kerem Çalışkan, Enis Berberoğlu, Hadi Uluengin, Yavuz Baydar, İsmet Berkan, Sedat Ergin, Şebnem Şenyener, Orhan Pamuk, Tuğrul Eryılmaz, Mehmet Ali Birand, Zafer Mutlu, Derya Sazak, Mehmet Yılmaz, Oral Çalışlar, Ali Bayramoğlu, Cengiz Turhan, Gürsel Göncü, Ergun Babahan, Doğan Hızlan, Yasemin Çongar, Ahmet Altan var. Fakat Cengiz Turhan’dan itibaren baskıya yetişme kriteri vardı, yani tasarımın yapısına göre araya sıkıştırılamıyordu, o yüzden mantık biraz kaydı.

Futbolcu olmamak içimde kaldı

Genel yayın yönetmeni olduğum dönemlerde futbol ve GS çok arkaya gitmişti, yıllarca kuzenim aidatlarımı ödedi de, üyeliğim böylece devam etti. Ama 90’lı yıllarda buna zaman ayıracak durumum oldu. GS çok atağa geçti Fatih Hoca’yla. İçine girerek ilgilendim ben de. Ayrıca futbol yazısı popüler yapıyor adamı. Ahmet Altan “Hasan Cemal adıyla ne yazdığını merak ediyorlar, gerçekten iyi futbol yazıyor musun, müstear bir isimle yaz da görelim” diye dalga geçiyor benimle. Benim ciddi futbolculuğum var. Devam etseydim Hıncal Uluç o günün Emre Belözoğlu olduğumu söyler.

Solak mıydınız?

Sağ ayaktım ben ama solum da tahta değildir. Orta saha defansif yönü ağır basan sağ iç oynardım. Hâlâ rüyalarımda kafaya çıkarım. O heyecanla. Golü atarım. Alkış, tribünler ayakta. Futbol benim içimde kalmış ender konulardandır. İçimde kaldı. Genç, başarılı futbolcuların Galatasaraylı olursa mutlaka ama başka takımda da attığı gollerde gözlerim dolar benim. Ağlarım bayağı. Milli takımın maçlarında. Zaten artık iyice duygusal oldum, özellikle kızlarıma karşı.

Futbol milliyetçiliği dediğiniz kavram, değil mi?

Buna da çok kızıyorlar. Murat Belge, Yıldırım Türker, Orhan Pamuk... Tüyleri diken diken oluyor, ben böyle söyleyince. Son Avrupa Şampiyonası’nda, her yazıda “finale finale Viyana’nın fethine” diye yazdım. Yıldırım çıldırdı, ağır eleştirdi. “Bu, futbol milliyetçiliği yahu” diye. 2010 Güney Afrika’ya gidemediğimize çok üzüldüm. Ama ben Ayşe’nin ve gazetenin tüm muhalefetine rağmen gideceğim. Gazetedekileri bazı taktiklerle etkisiz hale getirebiliyorum. “Siyaset de yazarım oradan” falan gibi.