"İnsanlık bombalardan güçlüdür. En korkunç anda bile bu karanlık çetelerin yaktıkları ateş, dönüp kendilerini yakacaktır. Bu film de bunu söylüyor: İnsanlıktan ümidinizi kesmeyin."
22 Nisan'da gösterime girecek ve Türkiye'de cihatçı örgütlenmelerin, 20'li yaşlardaki gençleri nasıl "canlı bomba" haline getirdiğini anlatan Yolculuk filminin yönetmeni bunları söylüyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan yönetmen Mustafa Kenan Aybastı "Filmde bu işin insan kaynaklarına bakıyoruz. Sokakta gördüğünüz küçük bir çocuğun canlı bomba olmaya giden serüveni ilginç bir serüvendir bence" diyor.
İnançla isyan arasında
O çocuk, filmin başrolündeki Mehmet. Hem savaşla yıkılan ülkelerde inşaat işi yapma peşindeki muhafazakar amcasına "Orada Müslümanlar ölüyor senin derdine bak" diye hiddetlenen; hem de komşu eczanenin güzel çalışanı Firdevs'e duyduğu aşk ile ne yapacağını bilemeyen bir genç.
Bir yanda küçük evlerde dinlediği dini vaazlar, Suriye savaşına dair anlatılanlar, bir taraftan bu yapıların içindeki "abilerin", hayatında atabileceği en ufak adıma bile karışan baskısı Mehmet'i bir seçim yapmak zorunda da bırakıyor.
Hisleri ile öğrendikleri arasında sıkışıp kaldığı anda verdiği büyük bir karar şekillendiriyor kısa hayatını.
Suriye'ye "cihada gitmeye" karar verdiği andan sonrası ise, filmin belki de en çarpıcı bölümünü oluşturuyor.
İntihar bombacısı potansiyeli
Hikayeyi burada bırakıp Aybastı'ya sormaya devam ediyorum:
Mehmet gibi, bir muhafazakarlığın içinden geçen, evlerde vaaz dinleyen herkese canlı bomba potansiyeli yüklemiş olmuyor mu?
Aybastı, bu noktada bir ayrım yapıyor: "Bizim filmin bir özelliği Selefi gruplardan bahsediyor olması. İzleyiciler filme baktıklarında, bunlar bizim tanıdığımız İslamcılara benzemiyor dediklerinde bunu akıllarına getirmeliler. Bu gruplar, Nur cemaatleriyle, Tasavvufçularla veya diğerleriyle aynı alışkanlıklara sahip değiller. Birbirlerine benzemiyorlar nesnel olarak."
Bu tür dar çevrelerin, kapalı grupların iç ilişkileri, dışarıyla kurdukları bağlar pek bilinmez. Buradan yola çıkarak Aybastı'ya bu grupları nereden tanıdığını soruyorum:
"Ben de onların içindeydim" diye yanıtlıyor.
Selefilik ve diğerleri
Bu noktada kendi kişisel hikayesinin, filmin bazı noktalarında ilginç bir referans noktası olduğunu anlatıyor:
"Ben Türkiye'de 1990'larda gericiliğin çok yükseldiği bir dönemde semt değiştirdim. O zaman da Refah Partisi'nin güçlü zamanlarıydı. Babam oradaki caminin avlusunda sosyalleşmeye başladı ve oradan beni imam hatip okuluna gönderme fikri doğdu. Orada sanılanın aksine imam ve hatiplikten çok cemaatlerin etkisi söz konusudur. Okuldan siyasal İslamcılığı öğrenmiyorsunuz ama okulun içinde, okuldan çok daha kuvvetli grupların içinde yer alıyorsunuz bir şekilde. Sizi bırakmaları imkansız. Eninde sonunda birini seçmek zorundasınız. Tek başına var olamazsınız. Çok sıkı bir İslamcıydım. İçinde büyüdüm ve bu dünyayı hep anlatmak istedim" diyor.
Filmdeki babanın, başroldeki Mehmet'in burnunu kırdığı bir sahne var. Bunun kendi hayatından bir sahne olduğunu anlatıyor Aybastı:
"Selefilerin bir namaz kılma şekli var. Bu Türkiye'de şafilerin namaz kılma şekline benzer. Kendileri bilirler ama dışarıda Şafi namazı olarak lanse ederler. Selefi denince kafa karıştırır çünkü. Babamla Cuma namazından çıktık. Babam fark etmiş farklı kıldığımı. Nasıl kılıyorsun sen diye sordu. Ben de, Şafi'ye göre kılıyorum, dedim. İyi duyamıyordu kulakları. Şafi'yi, Şia diye anladı ve başka hiçbir soru sormadan yumruğu burnuma geçirdi. Taksideydik. Bütün cam kan olmuştu. Tanıdığım, şahit olduğum bir sürü olay var" diyor.
Türkiye ve bombalar
Türkiye tarihinde 1990'lardan bu yana çok sayıda canlı bomba eylemi yapıldı. Ancak 2015 ve 2016 en ağır sonuçlarıyla karşımızda duran, en büyük canlı bomba eylemlerinin yaşandığı yıllar oldu.
Diyarbakır, Suruç, İstanbul ve Ankara farklı grupların canlı bomba eylemleriyle sarsıldı.
Bunlardan IŞİD'in yaptığı söylenen eylemlerle ilgili olarak soruyorum: Suriye savaşı olmasaydı, Türkiye'de radikal İslamcılar bu kadar yoğun bir varlık gösterebilir miydi?
Aybastı cevaben, hem Suriye'deki savaşta kaybettikleri bölgelerden kaçan cihatçıların hem de Avrupa'dan Suriye savaşına giden yabancıların buluşma ve geçiş noktasının Türkiye olduğuna dikkat çekiyor.
Oyuncu kadrosu
Filmde Cezmi Baskın, Bedia Ener, Ahmet Karslı, Ahmet Sarıcan gibi deneyimli oyuncuların yanı sıra daha genç ve orta kuşak da yer alıyor.
Genç oyunculardan biri de başroldeki Mehmet'i canlandıran Beran Soysal.
Karmaşık duygu ve düşüncelerin ortasında hayatını etkileyecek büyük bir karar veren Mehmet'i nasıl gördüğünü soruyorum Soysal'a.
"Mehmet'i hiç canlı bombacı olarak görmedim. Canlı bomba hikayesinden çok, bu öğretiler üzerinden onun çelişkilerine değindiğimizi düşünüyorum. Onu canlı bomba olmaktan çok, 20'li yaşlarında bir adam olarak görüp, abilerle kurduğu ilişkiler ve kendi duygusal hayatı arasında nasıl kararsızlık yaşadığına odaklandım" diyor.
"Kaçacak yerin yoksa korkmazsın"
Bu filmden önce bir başka proje için Afganistan'ın başkenti Kâbil'de bir ay kalmış Soysal.
O bir ayın bu filmdeki bazı korku ve duyguları anlamasına yardımcı olduğunu söylüyor ve oradaki deneyimini şöyle aktarıyor:
"Orada da neredeyse her akşam saldırılar, patlamalar oluyordu. O zaman insanın bir şeyden korkabilmek için kaçabilecek bir yeri olması gerektiğini anladım. Kaçacak bir yeriniz yoksa, korkamıyorsunuz, sadece kaskatı kalıyorsunuz. Bir şekilde yaşamınıza devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Film çekimleri sırasında aklıma çok geldi o anlar" diyor.
Film yakında gösterime giriyor.
Saldırı alarmının, kaygı ve korkuların sosyal hayatı ciddi şekilde etkilediği bu günlerde sinema salonları ne kadar dolar bilinmez ama filmi izleyenlerin o salonlardan zihinleri sorularla dolu olarak ayrılacağını tahmin etmek zor değil.