Kültür-Sanat

Bir eflatun ölüm, eflatun bir hayatın içinden geçerken…

Eren Aysan: Şu bir gerçek ki, babam öldürüldüğünde on altı yaşındaydım. Bu kadar erken bir öldürümün acısını hep yarım bırakılmışlık hissiyle taşıdım

04 Mart 2013 23:19

Işıl Öz

   

\Eren Aysan’ın hazırladığı, um:ag kitaplarından çıkan “Bir Eflatun Ölüm- Behçet Aysan Kitabı” raflarda yerini aldı.

Eren Aysan ile T24 için görüştüm... İlk olarak, “Bu kitap fikri epeydir var mıydı?” diye sordum. “Uzun zamandır babamla ilgili kitap hazırlamayı düşünüyordum, evet ama hayat kolay geçmiyor... Sivas davası, zamanaşımı derken bir dizi acıyla boğuştuk, durduk. Öte yandan hep babam dostlarıyla bir kitapta da olsa kol kola yürüsün istedim. Acılar, hüzünler, aşklar, bir avuç sevinç hep yan yana olsun dedim. Tek tek arkadaşlarına, tanıdıklara, dostlara başvurdum. Bir anda pek çok isim yan yana geldi... Ve hep birlikte “Bir Eflatun Ölüm”ü yeniden armağan ettiler bize. Sanki babam yanıma geldi ve tekrar baş ucuma oturdu.” dedi ve ekledi:  

“Şu bir gerçek ki, babam öldürüldüğünde on altı yaşındaydım. Bu kadar erken bir öldürümün acısını hep yarım bırakılmışlık hissiyle taşıdım. Bir şeyleri tamamlamaya ihtiyacım var. İşte bu kitap duygularıma aracılık ediyor bir bakıma... Kitaba başlarken babam “Behçet Aysan”ın şiirine daha içerden bakmamıza imkan sağlayacak bir çalışma düşüncesi vardı. Zamanla bu düşünce gelişti, evrimleşti. “Anılar” bölümünde bir de baktım ki, 1980’li yılların kültürel iklimine, yalnız babama değil, bu yıllarda şiirlerini yayımlatmaya başlayan ve yayın dünyasına hız kazandıran pek çok isme de tanıklık ediyor kitap. Her birinin zor bir hayatın içinden geçerken direnme gücüne ışık tutuyor. Muzaffer İlhan Erdost’tan Ahmet Say’a, Özdemir İnce’den Haydar Ergülen’e, Ercan Kesal’dan Ataol Behramoğlu’na kadar pek çok ismin bir aradalığıyla yakın tarihin acılı ezgilerini yeniden dinlemeye başlıyorsunuz.”

Aysan, umutsuz bir beklenti de olsa, “Behçet Aysan” özelinde Sivas katliamını yapanlar ve bu katliama seyirci kalanların, nasıl bir insana kıydıklarını göstermek istediğini, böylece kendilerine şaşırmalarını sağlama arzusunu taşıdığını da belirtti ve bakın neler dedi:

 

‘Kitapta, Toplumsal Bellek Platformu’ndan da  imzalar var’

 

“Bizi yan yana getiren Ümit Kaftancıoğlu ailesinden Canan, Naki Kaftancıoğlu ve kardeşim, eş zamanlı acıları birlikte yaşadığımız şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı’nın da kitapta imzaları var.  Çünkü, bizi birleştiren babamızın, anamızın, eşimizin, kardeşimizin siyasi cinayetlere kurban edilmesiydi. Bizi yan yana getiren yaşadığımız öldürümlerin ardından sığındığımız adaletin yerine getirilmemesiydi. Bir ülke düşünün, siyasi nedenlerle cinayetler ardı ardına yaşansın, devlet üzerine düşen görevi yerine getirmesin! Hatta katiller beraat ettirilsin, cezaları özendirici şekilde azaltılsın! Bu kadarla da kalmayıp, o katillere pasaportlar, ehliyetler, evlilik cüzdanları verilsin! Devlet sorumluları bulacağına, siyasi cinayetlere kurban giden ailelerin yakınları gözünde kurumayan yaşla tek bir nefes, tek bir yürek, tek bir ses olmak zorunda bırakılsın! O zaman sizlere soruyoruz, adalete hesap vermesi gereken yalnız tetikçiler mi, yoksa bütün bu yaşadığımız sürecin sorumluları mı?  
Yıllardır ayrı ayrı adalet arayışımızı sürdürüyor, yeri geldiğinde yüreğimizdeki korla ayakta dimdik durmaya çalışıyoruz. Bunun için birbirimize tutunuyor, bir daha aynı acıların yaşanmaması için çaba harcıyoruz. Kitapta da birlikte ses verelim dedim.” 
 

‘Bir kere daha “vicdan” duygusuna sığındım’

 

“Kitapta da yazıyor…Vicdan duygusunu yalnız ben değil, bütün Türkiye yaşadığında, bu ıstırabı bütün bir ülke duyduğunda gerçekten silkineceğiz acılarımızdan... Çünkü, “Babam Behçet Aysan ülkesini temsil eden bir yazardı, şairdi. Kısacık yaşamına sayısız ödül sığdırmıştı. Henüz hayattayken şiirleri pek çok dile çevrilmiş pek çok ülkede yayımlanmıştı. Aynı zamanda doktordu, nöro- psikiyatrdı. Hani bugün ülkemizde mumla aranan aydınlardandı. Zaten onu diri diri ateşe verenler yazdığı bir dizeyi okumuş olsalar, değil onu ateşe vermek, boynuna sarılırlardı. Yıllar boyunca mezarına çiçek bırakırken, usulca ağlarken öğrettiği sağduyuyu yitirmemeye özen gösterdim. Ama zaman zaman gerçek cehennem oldu. İçimden taştı, gürül gürül akan ırmak oldu. Soruyorum size… Ben şimdi çocuğuma senin deden şairdi, yazardı, doktordu, bu ülkenin aydınlık yüzüydü ama yakıldı nasıl diyeceğim? Ona hiçbir şey ayaklanmaya kalkmış cehalet kadar korkunç olamaz derken aynı zamanda insanların bir gün tekrar diri diri yakılmayacağına nasıl inandıracağım? Çünkü eğer kimlik bir vatandaşlık belgesiyse, babamın yanmış kimliği hala çalışma masasında duruyor. Eğer kimlik devletin resmi belgesiyle babamın yanmış kimliği her gün bana bakıyor.”