Gündem

'Bin kişi, 'darbeleri anlatacağım' diye başvurdu'

Baş, işlerinin, medyayla kamuoyunun şekillendirdiği beklentinin aksine 'hesaplaşma değil', demokrasinin şeffaflaşlaşmasına katkı çabası olduğunu vurguladı

07 Haziran 2012 12:12

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı Nimet Baş, "Görevimiz demokrasinin şeffaflaşmasına katkı çabası. Bize gelen mektuplar iadeli taahhütlü. Ulaştığından emin olmak istiyorlar" dedi. 

Baş, bu açıklamaları Akşam gazetesinden Çiğdem Toker'e yaptı.

İşte o söyleşi:

 
Komisyonunuz bugün Sayın Demirel ile görüşecek. Açıklamanızda hayli özenli ve nazik üslup dikkat çekiciydi..
 
Araştırma Komisyonları'nın görevi yargısal faaliyet değil. Araştırırken de doğru kişilerden, doğru bilgileri almak önemli. Dolayısıyla daha önce Türk siyasi hayatında önemli rolleri olmuş kişilerin bilgisine başvurma konusunda, nezaket üslubu kullanılmasını çok önemli buluyorum. Mümkün olan en zarif şekilde götürmeye çalışıyoruz. Kendilerinden tarih ve zaman istiyoruz.
 
Sayın Demirel'den nasıl istediniz?
 
Davet etmedik. Takdiri kendilerine bıraktık. İstediği yerde, istediği şekilde görüşebileceğimizi söyledik. Kendileri en hızlı dönen kişi oldu. Biz de hazırlandık.
 
Sayın Demirel'e öncelik verdiniz?
 
Sadece 60 ihtilaline tanıklık etmiş bazı kişilerin yaşlarının çok ileri olması ve nezaket sebebiyle. Sayın Demirel'e ana çatının çizilmesi açısından üç döneme de tanıklık ettiği için öncelik verdik.
 
60 darbesinden başka isimler var mı?
 
Numan Esin yaşıyor. Ona gidilecek. 6 kişiye davetiye çıktı. Hüsamettin Cindoruk'a da davet gitti. Prensipte kabul edildi. Günü belli değil. Rahşan Ecevit, yazılı bir davetiyenin kendisine ulaşmasını istedi
 

'Her evden bir kişi'

 
Komisyonda da darbe mağduru vekiller var
 
Evet var. Bu komisyonla, insanlar belki ilk kez hissiyatlarını paylaşabilecekleri bir adres olduğunu düşünüyor. 685 bin kişi gözaltına alındı. Milyonlarca insan fişlendi. Bu her evden bir kişi demek. 28 Şubat, 1 milyonun üzerinde insanın fişlendiği, işlerinden olduğu, malvarlıklarını kaybettiği bir dönem. Çok yakın tanıklığa sahip biriyim ben de.
 

'Sessizlik hafızasını deşmek'

 
Avukatlık yaptığınız dönem mi? 
 
Evet, pek çok insanın acılarına tanıklık ettim. Ama şunu gözlüyorum:  Bizzat işkence gören, cezaevine giren onca insan olduğu halde, bugün bile ne 28 Şubat davasına müdahil oluyorlar, ne de çıkıp konuşuyorlar. Ve aslında bu sessizliğin bir hafızası var. O sessizliği biraz deşebilirsek de daha samimi barışçıl bir katkı yapabiliriz.
 
1980'de ne yaşadınız?
 
80'de çocuktum. Mesela ablasının oğlu solcu, ama 'o anarşisttir' denirdi. Farklı fraksiyonlarda olmanın bile düşmanlık anlamına geldiğini, insanların birbirini suçladığı bir dönemdi. 
 
Komisyon üzerinde yoğun bir hesaplaşma beklentisi var?
 
Doğru ama bizim görevimiz bu değil. Medyanın ilgisi çok yoğun. Medyayı doğru bilgilendirmeyi amaçlıyoruz. Ama doğrusu medya yönlendirmesiyle de hareket etmek istemiyoruz. Medya da doğru zeminde ilerlerse doğru bir sonuca ulaşılır görüşündeyiz.
 
Doğru zemini nasıl tanımlıyorsunuz? 
 
Benzer dönemlerden geçmiş ülkelerin tarihsel süreçlerine baktığımızda, dünyada kurulan Hakikat Komisyonları'na baktığınızda -her ne kadar biz kendimizi onlarla özdeş bir komisyon olarak görmesek de- küçük de olsa o misyonu hissettiğimiz zaman, bu tür geçişlerin biraz daha barışçıl bir geçiş olması gerektiğine inanıyoruz. Soruların yanıtlarını bulabilirsek,  eminim Türkiye'nin demokrasisi ve şeffaflaşmasına çok önemli katkı sağlayacağız. Bunu yaparken, nezaketli, olgun, soğukkanlı ve sağduyulu değerlendirme gerekiyor.
 

3 dönemde inceleme

 
Darbelerin bir de ekonomik boyut ve sonuçları var. Sermayenin dönüşümü başta olmak üzere. Bu konu ilgi alanınızda mı?
 
Tabii. Araştırma darbenin olduğu dönemle sınırlı kalmayacak. Öncesi, darbe sırasındaki durum ve darbe sonrasındaki etkileşimler diye üç döneme ayırıp inceleyeceğiz. Darbe öncesinde, Türkiye'de ekonomik tablo neydi? Kararlardan kimler yararlandı, kimler kaybetti?
 
Bu envanter çıkabilir mi?
 
Çıkar. Çünkü Türkiye kayıt tutmak anlamında ciddi bir ülke. Doğru yerden doğru bilgilere istersek ulaşırız. Türkiye aynı zamanda uluslararası sistemin de bir parçası. BM, NATO, AET kurulduğu anda başvuran ve halen müzakeresi süren... Dolayısıyla bir de 'uluslararası sistemde pozisyonumuz nasıl etkilendi ' buna bakmalıyız dedik. Dış etkenlerin Türkiye'deki darbe sürecini tetikleyip tetiklemediği, nasıl tutum aldıkları... Bunlar da Türkiye açısından çok önemli.
 

'Geçer ama deler de geçer'

 
Darbe-hukuk ilişkisine bakıyorsunuz değil mi?
 
Elbette. 80 sonrası ben hukukta okuduğum için biliyorum. 82 anayasasında hak ve özgürlükler listesine baktığınızda onların istisna, kısıtlamaların kural haline geldiğini görürsünüz. Ama aynı yıllarda dünyada ne oluyor? AET'nin AB'ye dönüştüğü, iki kutuplu dünyadan, daha kutupsuz dünyaya gidildiği, insan hakları alanında çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönem. Siz Türkiye olarak bütün bu sorunları da yıllarca askıya alıp, dışarıya kapanırken neler olmuş. 
Şu da var. Türkiye'de darbe yapan kadrolar hep geçici olduklarını söylerler. Geçerler de ama deler de geçerler! Nasıl bir hukuk bırakırlar geriye ve siz onlarla nasıl uğraşırsınız. Aradan 32 yıl geçmiş ve Türkiye hala sivil bir anayasa yapma mücadelesinde. 
 
82 Anayasası'na nasıl eğileceksiniz?
 
82 Anayasası olmasaydı, Türkiye, 28 Şubat'ı yaşamazdı. Dayanağını darbeyle getirilen kurumlardan alıyor. MGK'dan tutun da OYAK'a kadar. Her darbeden sonra gerçekleştiren kadroların başta özlük hakları olmak üzere ciddi gelişmeler var. Ekonomik durumları iyileşiyor. Askeri bürokrasi güçleniyor ve pozisyon alıyor. Ve bu pozisyon aslında siyasi. Sürekli siyaset içinde bulunacak mekanizmalar oluşturuluyor. Bu mekanizmalar ortadan kaldırılmadan sistemin düzenlenmesi çok güç.
 
İktidar paydaşlığı mı?
 
Aynen. Ordunun görevi nedir? Profesyonel biçimde işini yapmasıdır. Tüm dünyada böyle. Özellikle Avrupa'da gelişmiş bir demokraside böyle bir müdahalenin sözü dahi edilebilir mi? Size normal olmayan insan gözüyle bakılır. Ama bizde her defasında Türkiye'nin özel şartlarından söz edilir. Mesela devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü 30 yerde geçer. Elbette değersiz bir kavram değil. Ama önce bir tehdit ve tehlike algısı oluşturuluyor daha sonra onun üzerinden siyaset üretiliyor. 
Her darbe bildirisinde, şu gerekçe gösterilir: Siyasetçilerin sürekli tartıştığını, bir araya gelemediğini ülkede birlik ve beraberliği sağlayamadığı... İyi de bir araya gelseler, zaten tek parti olurlar Onu anlayamaz. Çünkü homojen bir eğitim ve anlayışla yetişmiştir.
 

'Bin kişiden talep var'

 
Kaç isim dinlenecek, başvurular nasıl?
 
Alt komisyonlardan 300'e yakın isim talebi geldi. 1000'e yakın da 'bizi de dinleyin, bildiklerim var' diye başvuru var. Bu döneme ilişkin siyasetçi, askeri sivil bürokrasi tanıklıkları dışında gerçek hikayelere de odaklanmamız gerektiğini düşünüyoruz. '80 ihtilalinde işkence gördüm, hayatımda şunlara mal oldu' diye çok mektup geliyor. Gerçek insanların gerçek hikayeleri de bizim sorunumuz olmalı. Bütün mektupları okuyoruz. Tasnif ediyoruz.
 

'Medya 28 Şubat'ta taraftı'

 
Mektup sahipleriyle iletişim kuruldu mu?
 
Çok enteresan bir durum var. Bakanlık da yaptım, çok şikayet mektubu gelirdi. Ama burada gelen mektuplar iadeli taahhütlü. Ulaştığından emin olmak istiyorlar. İlk kez bu kadar çok iadeli taahhütlü mektup aldım. E-mail de göndermiyorlar. 
 
Ağırlıklı hangi darbe mağdurları? 
 
28 Şubat daha yoğun. Belki de yakın tarihimizde olduğu için. 
 
Az önce işkence dediniz? 28 Şubat'ta sistematik işkenceden pek söz edilmez?
 
12 Eylül fiili bir darbeydi. Toplu suçlarda 90 gün gözaltı. Şimdi hayal bile edemeyiz. Ama 28 Şubat hukukun biraz daha geliştiği bir dönemde oldu. Ama toplum birbirine çok yabancıydı. Medya tek bakış açısına sahipti; bu kesimi de tanımıyordu. O insanların acılarına da duyarlı değildi. Zaten böyle olması gerektiğini düşünüyordu. Yani medya 28 Şubat sürecinde taraftı. Destekliyordu. Bugün çok yadırganan sabaha karşı gözaltına almalar bütün medyanın gözü önünde oluyordu. Tutanak tutulmuyordu.
 
İstediği gibi işkence etmek ve gerektiğinde 'kaybedebilmek' için mi?
 
Aynen. İşkence yapılıyordu. Genç bir avukat olarak çoğuna tanıklık ettim. Her manada karanlık bir dönem. 
 
Dindar kesimde bulunan insanların, inancıyla yaşamaya çalışan işadamı, öğrenci, öğretim görevlisi her neyse bir şekilde fişlenmişlerdi. Bir yerde konuşma yapmış, DGM'lerde idamla yargılanıyorlardı. Kimse sizi dinlemezdi. Zaten suçlu görüyorlardı, ülkeyi yıkmaya çalışıyordunuz, daha beter yapsınlar deniyordu.
 

'Hak ettiğinizi düşünüyorlardı'

 
Komisyon bu birbirini anlama sürecine katkıda bulunur mu?
 
Balkan harbinde çok trajik hikayeler vardır. Ülkede savaş çıkar ve birlikte oynayarak büyümüş çocuklar, komşular birbirini boğazlar. Türkiye'de de insanlara bu yabancılaşma yaşatıldı. Onun için toplumu kamplara bölme konusunda bence vicdan azabı çekmesi gereken çok insan var. Ama bu toplum hala birbirine çok yakın. Halen daha büyük aile. Toplumun yapıştırıcı unsurlarını işlerseniz o duyguyu verebilirsiniz. Yoksa milli birlik ve beraberlik kavramını kullanmanın bir anlamı yok. İsterseniz bir günde bile birbirini boğazlar hale getirebilirsiniz. Bu coğrafyada çok fazla acı var. Acılar üzerinden düşmanlıklar üretmemek gerekiyor. Ama biz barışık yaşama kültürüne de sahibiz. Yapıcı tutumun rolünü bu nedenle çiziyorum.