Toplumun yüzde 50'sinde Koronavirüs'ün belirti göstermediğini vurgulayan Prof. Dr. Zafer Kurugöl, "Karantinaya alınan Diamond Princess gemisinde 600 kişide Koronavirüs'e rastlandı. Bu kişilerin yüzde 50'sinde hiçbir hastalık belirtisi görülmedi. İzlanda'da herkese test yapıldı ve testi pozitif çıkanların yüzde 50'sinde yine hiçbir belirti gözlenmedi. Buradan çıkan sonuç toplumların yüzde 50'sinde hastalığın farkında olmadan belirtisiz seyredebileceği. Bu kişiler hastalık taşıdıklarının farkında değiller ve adeta bir bomba gibi toplumda dolaşıyorlar" açıklamasında bulundu
Koronavirüs salgını dünyayı kasıp kavurmaya devam ediyor. Son rakamlara göre, dünya genelinde vaka sayısı 2 milyonu aşarken, yaşamını yitirenler ise 126 bin 811'e yükseldi.
"En az 50 milyon kişinin virüse yakalandığını düşünüyorum"
Habertürk'ten Demet Demirkır'ın haberine göre Koronavirüs'ün dünyada herkesi meşgul eden ve sağlığımızı tehdit eden bir enfeksiyon olduğunu belirten Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Zafer Kurugöl, "Dünya genelinde teşhis konan hasta sayısı 2 milyonu aştı. Birçok ülkede yeterli test yapılmadığı için şimdiye kadar dünyada en az 50 milyon kişinin Korovirüs'e yakalandığını düşünüyorum. Bu sayı daha da artacak maalesef.
Çok bulaşıcı ve yüksek oranda öldürücü, gripten 10 kat daha öldürücü bir enfeksiyon. Hastalık tablosu kişilerde farklı seyredebiliyor. Yaşa göre, altta yatan hastalığa göre değişiyor ancak herkes için risk var. Hiçkimse için risk sıfır değildir. Her yaşta ağır seyredebilir. "Ben 18-20 yaşındayım, bende risk sıfırdır" diye düşünen yanlış düşünür. Ölüm riski düşük olabilir ama asla sıfır değildir" açıklamasında bulundu.
Prof. Dr. Kurugöl, yapılan araştırmalara göre, Koronavirüs hastalarının yüzde 30'unda hiçbir hastalık belirtisi olmadığını, yüzde 50'sinde hafif semptomlar seyrettiğini ve yüzde 20'sinde ise hastaneye yatış gerektiğini, bu hastaların bir kısmının durumunun ağır, yoğun bakım gerektirdiğini dile getirdi.
"Bomba gibi toplumda dolaşıyorlar"
Bazı kişilerin virüsü aldıkları halde hiçbir belirti göstermediğine dikkat çeken Prof. Dr. Kurugöl, "Bunlara taşıyıcı diyoruz ve bunlar vakaların en az yüzde 30’unu hatta daha fazlasını oluşturuyor. Salgının başlangıç döneminde Japonya’da karantinaya alınan Diamond Princess gemisinde 600 kişide koronavirüse rastlandı. Bu kişilerin yüzde 50'sinde hiçbir hastalık belirtisi görülmediği açıklandı. Yine İzlanda'da herkese test yapıldı ve testi pozitif çıkanların yüzde 50'sinde yine hiçbir belirti gözlenmedi. Çin'de de buna benzer bir çalışma yayınlandı.
Buradan çıkan sonuç toplumun yüzde 50'sinde hastalığın farkında olmadan belirtisiz seyredebileceği. Bu kişiler hastalık taşıdıklarının farkında değiller ve adeta bir bomba gibi toplumda dolaşıyorlar. Bu durum Türkiye için de geçerli. Sayın bakanımızın da söylediği gibi İstanbul’da taşıyıcı olduğunun farkında olmayan, dışardan tamamen sağlıklı görünen 1 kişi 16 kişiye bulaştırdı. 5-6 kişi hayatını kaybetti. İşte tam bu nedenle, taşıyıcılık çok önemli. Sadece taşıyıcılar değil hafif hastalık geçirenler de ortalıkta dolaşmaya devam ediyor.
Özetle, koronavirüs hastalarının en az yüzde 50'si hasta olduğunu bilmeden ortada dolaşıyor. Hastalığın çok bulaşıcı olmasının, kontrolünün zor olmasının sebebi bu" diye konuştu.
"Bu 3 basit şeyi harfiyen yerine getirelim"
"Koronavirüs sadece ağır bir hastalığa neden olsaydı insanlar hastaneye yatırılırdı ve etrafa bulaşma kolaylıkla kontrol altına alınırdı, ama maalesef Koronavirus için bu geçerli değil. İşte bu yüzden filyasyon (sahada izlem, izlenip hastalığın kaynağının bulunması ve kontrol altına alınması) çok önemli" diyen Prof. Dr. Zafer Kurugöl, sözlerine şöyle devam etti: "Aile hekimlerimiz bu konuda çok başarılı bir sınav veriyor. Bilim Kurulu, çok geniş, çok detaylı bir kılavuz hazırladı ve önerilerde bulunuyor. Biz de üstümüze düşeni yapmalıyız. Bize önerilen 3 basit şeyi: “sosyal mesafeye (en az 1 metre) uyma, elimizi sık sık yıkama ve maske takma” harfiyen yerine getirelim.
Maske konusunda bir tartışma oldu. Dünya Sağlık Örgütü ilk başlarda, vaka sayılarının az olduğu dönemde 'maske herkese gerekli değil, sadece taşıyıcılar taksın' açıklamasında bulundu. Vaka sayısı az olsaydı bu doğru bir karar olurdu ama vakalar bu kadar artınca ve bunların yarısından fazlası taşıyıcı olduğuna göre ve kimin taşıyıcı olduğu da dışarıdan anlaşılamayacağına göre herkesin maske takması lazım. Sadece taşıyıcılar maske takarsa yüzde 70 bulaşı önlüyorlar. Hasta değilsiniz, taşıyıcı da değilsiniz sadece korunmak için maske takarsanız yüzde 30 önlüyor ama herkes maske taktığı zaman koruyuculuk yüzde 98'in üzerine çıkıyor. Bunun için maskeyi mutlaka öneriyoruz. Güney Kore, Japonya gibi herkesin maske taktığı ülkeler daha başarılı oldular; maskeye önem vermeyen İngiltere ve ABD’nin durumu ortada. Ancak, maske uygun takılmalı, takmadan önce ve çıkarınca eller yıkanmalı. 'Maske taktım' diye sosyal mesafe ihlal edilmemeli, maskeyi düzeltiyorum diye elle dokunulmamalıdır. Maske kullanırken ağzınızı örter ama burnunuzu açıkta bırakırsanız bunun da hiçbir anlamı olmaz."
"Maskeyi kullandıktan sonra cebinize koymayın"
Maskenin usulüne göre takılması gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kurugöl, "İnsanlar maskeyi takıyor ardından cebine koyuyor. Markete gireceği zaman yeniden çıkarıp yüzüne takıyor. Bu şekilde maske kullanmak daha çok infekte olmaya neden olur, yarardan çok zararı vardır. Maske takmadan önce ellerinizi yıkayıp sonra maskeyi takmalısınız. Maskemiz var diye rehavete kapılırsak bu da yanlış olur. Maskeye güvenip el temizliğinden vazgeçersek, yüzümüze dokunursak maskeden yarar yerine zarar gelir. Maskeler tek kullanımlıktır, bir kez daha kullanmamanız gerekir. Nemlendiğinde maske uygun şekilde çıkarılıp bir poşete konup atılmalıdır ve çıkardıktan sonra eller yıkanmalı veya dezenfektanla veya kolonyayla temizlenmelidir" dedi.
Evde yapılan maskelerin temizliğine dikkat!
İnsanların evde de maske yapmak istediğini dile getiren Prof. Dr. Kurugöl, sözlerini şöyle sürdürdü: "Kumaş maskeler, ancak uygun sentetik olmayan, pamuklu kumaşlarla dikilirse işe yarayabilir. Maske dikmeden önce kumaş ütülenmeli, ardından dikilmeli ve kullanmadan önce tekrar ütülenmelidir. Kumaş maskeyi eve geldikten sonra hemen çıkarmalıyız ve yüksek ısıda yıkamalıyız ya da çamaşır suyunun içerisine koyarak sterilize etmeliyiz. Hiçbir şey bulamazsak, eşarbımızı uygun bir şekilde burnumuzu ve ağzımızı kapayacak şekilde kullanabiliriz. Ancak bu uygulamanın ve kumaş maskelerin tıbbi maske kadar koruyamayacağını bilmeliyiz."
"Çocuklarda hafif seyrediyor ama taşıyıcılık çok daha sık"
Çocukların maske takmasını sağlamanın bir hayli zor olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kurugöl, şunları söyledi: "Özellikle küçük çocukların maske takması çok zor. 4-5 yaşlarındaki çocukların çok hoşuna gidiyor, oyun amaçlı takıyorlar ama daha küçük çocuklar ve bazen adolesanlar (ergenler) takmak istemiyor. Çocuklar açısından bakıldığında koronavirüs çocuklara daha az düşman. Çocuklarda daha az vaka görülüyor, genellikle daha hafif seyrediyor, hastaneye yatış gerekse bile semptomlar birkaç gün içerisinde düzeliyor. Ağır vakalar çok nadir, yoğun bakım gereksinimi çok az vakada oluyor. Şu ana kadar altta yatan hastalığı olanlar da dahil kaybettiğimiz hiç çocuk olmadı. Çocukluk yaşında daha hafif seyrediyor ama çocuklarda taşıyıcılık çok daha sık, yüzde 50'lerin de üzerinde. Bu da bulaş açısından önem taşıyor."
"Sevdiklerinizi kaybedebileceğinizi unutmayın"
Prof. Dr. Zafer Kurugöl, "İnsanlar şöyle düşünmeli. Ben taşıyıcı mıyım değil miyim bilmiyorum. Eğer taşıyıcıysam ve bu kurallara uymazsam elini öptüğüm anneanneme, babaanneme, dedeme hastalığı bulaştırırım ve hastalığın onda çok ağır seyretmesine hatta ölmesine sebep olurum. Şu günlerde asla öpmesinler; sarılmasınlar, sosyal mesafeyi korusunlar. İnsan sosyal bir varlık, kültürümüzde sarılma, el öpme var ama lütfen düşünün bir kişinin 16 kişiyi hasta edebileceğini, sevdiklerinizi kaybedebileceğinizi unutmayın, bunlara dikkat edersek salgın kontrol altına alındığında birbirimize sımsıkı sarılmanın ancak bu günlerde kuralları uygulamamıza bağlı olduğunu lütfen unutmayın" diye konuştu.
"Salgın var diye çocukluk aşılarını ihmal etmeyelim"
20 yaş altına sokağa çıkma yasağının olduğu ülkemizde hangi durumlarda çocukları hastaneye götüreceğimizi açıklayan Prof. Dr. Kurugöl, "Çocuklarda solunum yolu sorunlarını sık gördüğümüz bir mevsimdeyiz. Yatırdığımız hastaların bazılarında Covid-19 değil, başka bir hastalık çıkıyor. Ancak bir çocukta ateş varsa, solunum sıkıntısı varsa ve öksürük varsa doktora götürülmeli. Ateş olmasa bile solunum sıkıntısı ve öksürük varsa çocuk hastaneye götürülmeli. Fakat çocuğun hafif bir burun akıntısı varsa, genel durumu iyiyse ve ateşi yoksa hastane ortamına girmesini doğru bulmuyorum.
Salgın var diye lütfen çocukluk aşılarını ihmal etmeyelim. Çocuğun aşı zamanı gelmiştir ama çocuklar için sokağa çıkma yasağı var diye aşıya götürmemek yanlış olur. Bunlara kesinlikle yasak yok. Özellikle çocukluk aşıları asla aksatılmamalı. Aile hekimleri aşılama hizmetini çocuklarınızı tehlikeye atmadan uygun şekilde başarıyla yapıyorlar. Aşılama yapmazsak bu defa örneğin kızamık salgını çıkar, menenjit salgını, suçiçeği salgını çıkar. Covid pozitif olan karantinadaki ailelerin çocukları da Sağlık Bakanlığı ekipleri tarafından evlerinde aşılanmaktadır" şeklinde konuştu.
"Aşı karşıtlığından vazgeçelim"
"İnsanlar aşının önemini şimdi çok daha iyi anladı" diyen Prof. Dr. Kurugöl, "Düşünün şimdi Koronavirüs aşısı olsa, salgın bir anda kontrol altına alınır, yüz binlerce kişinin yaşamı kurtulur. Aşıya en başta aşı karşıtları koşar. Bu gerçeği artık anlayalım. Aşı karşıtlığı gibi garip, anlaşılmaz davranış tarzından, yanlışımızdan artık vazgeçelim" diye konuştu.