Barcelonalı futbolcu Arda Turan tarafından geçen günlerde darp edilen gazeteci Bilal Meşe, "Tarifsiz kederler içindeyim. Çünkü nereden bakarsak bakalım, bunların hiçbirini hak etmedim. Suskun ve de tepkisiz kalmam, hiç kimseyi haklı çıkarmaz. Bana yöneltilen suçlamaların doğru olduğunu kimse iddia edemez. Yorumlarımda hiçbir şekilde bel altı yoktur, kişiliklere saygı vardır" dedi.
Turan, söz konusu olayın kamuoyunda büyük tepki çekmesi üzerine Milli Takım kariyerini sonlandırmıştı.
Bilal Meşe'nin Milliyet'te "Tarifsiz kederler içindeyim" başlığıyla yayımlanan (8 Haziran 2017) yazısı şöyle:
44 yıllık bir ömür kadar uzun meslek yaşamımda böylesi bir olayla karşı karşıya kalmadım.
Beni bilen iyi bilir... Hiç kimsenin ne adamı oldum, ne de birilerinin taşeronluğuna soyundum! Gazeteciyim, haberciyim, muhabirim, bu özelliklerime bir de yazarlığı ekledim son yıllarda...
Bu onurlu mesleğin kuralları yaşam şeklimdir benim...
Habercilikte yorum, yalan-dolan olmaz... Asla harmanlayamazsınız bunları. Yaptım sanırsınız; bir de bakarsınız yalanlar zeytinyağı gibi üste çıkmış.
Çok iyi bilirim çünkü çok kritik haberlere imza attım. Atarken, araştırdım, doğruluğuna inandığım haberleri verdim sayfalarımıza. Birinci yılda neyse 44’de de aynı yöntemdeyim. İstesem de değiştiremem bu saatten sonra.
Bugüne ışık tutsun diye, daha iyi anlaşılmak için geçmişten bir örnek vereyim:
Gordon Milne... Beşiktaş’ı üç yıl üstte şampiyon yapan İngiliz hocanın ayrılışı benim yazdığım bir haber sonucu olmuştu...
Nasıl mı?. Dış transferde yapılan skandalları ortaya çıkardım... Arjantinli Nartallo ve Peru’nun eski mili takım kaptanı Francesco Manassero... Bu iki oyuncuya ödenen transfer parası o dönemde en astronomik rakamlardı... Elbette Gordon Milne’nin bu olayda bir milim çıkarı yoktu. O da yönetim de menajerin oyununa gelmişti! Olsa olsa bir ihmal vardı ortada.
Bu haberi doğrulamam neredeyse iki haftamı almıştı... Hatta Arjantin’den Peru’ya bir öğrenci arkadaşı gönderdik, para da verdik... Gitti, araştırdı, belgeledi ve ortadaki skandal yolsuzluğu ortaya çıkardık. Tam bir hafta süreyle MİLLİYET gazetesinin manşetlerini süsledi, yer yerinden oynadı... Yönetim olağanüstü toplantılar yaptı ve sonuçta Gordon Milne ile yollar ayrıldı.
Düşünün üç yıl üst üstte Beşiktaş’ı şampiyon yapmış hocayı böyle bir tabloda göndermek için mangal gibi yürek ister... Ne var ki ortada skandallar varsa ki, var olduğunu kanıtladık, belgelerle, kim olursa olsun kapının önüne koyulur!
Gordon Milne, gözyaşlarıyla ayrılırken, bizler de yanındaydık. TSYD’nin o dönemki Maçka Tesisleri’nde İngiliz hoca Beşiktaş muhabirlerine bir veda yemeği verdi, herkesle kuçaklaştı, onun ayrılığına neden olan benimle sarmaş-dolaş oldu, hâlâ görüşüyoruz... Efsane başkan Süleyman Seba’nın Milliyet yönetimine bu konuyla ilgili teşekkür mektubu yazdığını yıllar sonra öğrendim.
Yani gazetecilik başka, dostluk başkadır!
Bilmem anlatabildim mi?
* * *
İşin aslı yalan yazmayı beceremem bile… Yaz deseler yazamam! Tek sütunluk haberi kılı-kırk yarmaya alışmışım. Milliyet de doğru habere alışmış. Bünyesi kabul etmez... 33 yıldır Milliyet’te çalışıyorum, altına imza attığım haberlerin birinde tek kelime yalan bulamazlar. TSYD yarışmalarında aldığım sayısız ödüller de doğruların büyük etkisi yüzündendir... Haberciliğimle gurur ve onur duyarım. Tertemiz lekesizdir.
Efendim, deniyor ki, sorumlusu ben olduğum haber başka imza ile yayınlanmış.
Asla olamaz. En başta benim gazetecilik heyecanım izin vermez. Bir haberler benim emeğim, alın terim varsa, bir başkasına asla yedirmem. O haber benim onurum, ekmek param olduğu kadar tutkum...
Hiç kimsenin adamı değilim, kimsenin avukatlığına soyunmam, 44 yıldır onurla yaptığım gazetecilikte adım, Beşiktaş’da ‘doğrucu davuta’ çıkmıştır... Bundan daha büyük onur olur mu? Kimsenin bir bardak suyunu içmedim, cebimdeki parama göre yaşadım... Ki, haberciliğime halel gelmesin.
* * *
Gelelim prim meselesine... Dünya üçüncüsü olduk, jeep olayı patladı! Ben yazarken utanıyordum. Tartışmalar bir yıl sürdü... Dememiz o ki, o dönemde de prim tartışmaları vardı, bu olay günlerce gazete manşetlerinden inmedi... Ne yani, ortada bir prim olayı varsa, yazmayalım mı?
Rotayı yazar tarafıma çevirelim....Tayfun Bayındır müdür olduktan sonra, bana bir köşe verdi ve yazarlık apoletini taktı. O köşede tek satır, hakaret bulamazsınız... Kişisel eleştirilerimi yaparken, ağacı kökünden sökmem, belden aşağı vurmam, yapıcı cümlelere yer veririm... Öyle kalkıp da birilerinin siparişiyle yazı yazmam... O köşe benim onurum, gururum, namusumdur... Oraya kimseyi ortak etmem! Haaa beğenmeyen de olabilir, buna saygı duyarım..
Şimdi, hâlâ şaşkınlığını ve de üzüntüsünü üzerimden atamadığım, uçaktaki olayla ilgili benim penceremden görünenleri merak ediyorsunuzdur...
Tarifsiz kederler içindeyim… Çünkü nereden bakarsak bakalım, bunların hiçbirini hak etmedim... Suskun ve de tepkisiz kalmam, hiç kimseyi haklı çıkarmaz. Bana yöneltilen suçlamaların doğru olduğunu kimse iddia edemez... Yorumlarımda hiçbir şekilde bel altı yoktur, kişiliklere saygı vardır. Eleştiri yapıcı olduğu sürece geçerlidir. Bizim lugatımızda hakaret yoktur... Kem sözler sahibine aittir! Ortada bir yalan-dolan varsa ki yok, bunun yeri bağırıp, hakaret etmek değildir. Hak hukuk var, gidersiniz dava açarsınız. Hakaret etmek, çamur atmak, dünyanın en kolay yöntemidir!
Maalesef bu yaştan sonra öğreneceklerim bitmemiş!
Para ve şöhretin insanı adam etmeyeceğini biliyordum ama insanlıktan çıkaracağını yeni öğrendim.
Benim dünyamda ‘güç’ kelimesinin karşılığı fikirdir, akıldır. Biraz daha açarsak, düşüncedir... Öyle gücü kaba kuvvet diye algılarsak vay halimize! Önemli olan fikriyle, düşünceleriyle dünyada var olmaktır. Bizlerin felsefesi budur, bilmeyenlere duyurulur!