KCK Eş Başkanı Bese Hozat, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın, "HDP, Meclis'e girmezse kıyamet kopmaz." sözlerine ilişkin, "HDP Meclis’e girmezse ne olacağı dünden bellidir; AKP Meclis’ten çıkardığı savaş konseptini derhal uygulayacak, Türkiye büyük bir kaos ve iç savaşın içerisine girecektir" dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Dolmabahçe deklarasyonunu ve İzleme Heyeti ile ilgili eleştirilerinin ardından Ordu'nun harekete geçtiğini, sınır hatlarında askeri operasyon ve saldırıların yoğunlaştığını belirten Hozat, "AKP savaş planını uygulamak için HDP’nin baraj altında kalmasına gayret ediyor. AKP, seçim öncesi bir savaş ve şiddet ortamı yaratarak, müzakere yapmamayı, HDP’yi kendisinin oluşturduğu gündeme çekerek yıpratmayı ve seçim sonrası savaş konseptini uygulamanın ortamını oluşturmayı hedefliyor. Erdoğan mevcut durumda Ordu yoluyla büyük bir provokasyon harekatı başlatmış durumdadır" ifadelerine yer verdi.
Bese Hozat'ın Özgür Gündem'de 'HDP barış, AKP savaş demektir' başlığıyla yayımlanan (1 Nisan 2015) yazısı şöyle:
'HDP barış, AKP savaş demektir'
Dolmabahçe deklarasyonu ve ardından Önder Apo’nun Newroz’da açıkladığı tarihi Barış Manifestosu resmi müzakere sürecini olmazsa olmaz bir gereklilik haline getirdi. Müzakere süreci kapıya dayanınca yine her zamanki gibi AKP gerekçeler üreterek manevra yapmaya başladı. Tayip Erdoğan “Kürt sorunu yoktur” diyerek ilk tartışmayı başlattı. Erdoğan, İzleme Kurulu’nu yanlış bulduğunu, böyle bir kurula ihtiyaç olmadığını belirterek “Kürt sorunu yoktur” ile açtığı gündemi yoğunlaştırdı. Yalçın Akdoğan ise; “HDP süreci zehirledi, iklimi değiştirdi” diyerek Erdoğan’ın oluşturduğu gündemi destekleyen bir yaklaşım içerisine girdi ve ‘müzakere olmaz teorisi’ni bir adım ileriye taşıdı.
Oysa bazı çevreler Bülent Arınç’ın çıkışından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hükümetin farklı düşündüğünü tartışmaya başlamıştı. Yalçın Akdoğan’ın tutumuyla açığa çıktı ki süreç konusunda AKP’de köklü bir görüş ayrılığı yoktur.
AKP içerisindeki çekişme ve didişmenin temel nedenlerinden biri; iktidar ve güç kavgasıdır. Bu güç kavgası başkanlık tartışmaları etrafında oluşan zemin üzerinde yürüyor. Erdoğan ve bir kesim AKP’linin büyük bir tutku ile savunduğu başkanlık sistemi konusunda AKP camiasında görüş birliği yoktur. Erdoğan AKP içerisinde başkanlık sistemine yeterli desteği bulamayınca ve özellikle Başbakan Davutoğlu’ndan başkanlık sistemine karşı beklediği ilgiyi göremeyince ‘Süreç’ silahını kullanarak Davutoğlu’nu ve benzer düşünen AKP’lileri hizaya çekmeye çalıştı. Hakkını teslim etmek gerekir ki bu, Erdoğan açısından başarılı bir hamleydi. Yoğun tazik altında hemen Davutoğlu seçim beyannamesine başkanlık sistemine ilişkin bir bölüm eklediğini açıkladı. Meğerse bununla da yetinilmemiş, Davutoğlu yazdığı kısmı Erdoğan’a onaylatmak zorunda kalmış.
Kavganın önemli bir boyutu başkanlık sistemi olsa da diğer önemli bir boyutu ise; Erdoğan, İmralı ile gelişen sürecin dakikası dakikasına kendi kontrolünde yürümesini istiyor. ‘Her saniye nefesimi ensenizde hissedeceksiniz’ demeye getiriyor. Halbuki mevcut durumda AKP çözüm süreci konusunda Erdoğan’dan farklı düşünmüyor. Süreç Önderliğimizin ifadesiyle aynı noktada redeo atı misali bir aşağı bir yukarı tekrar bir yukarı bir aşağı inip çıkıyor, çıkıp iniyor. Maalesef bir türlü başlangıç noktasının ötesine geçemiyor. Ne yazık ki Erdoğan ve AKP yıllardır yürüttüğü tasfiye siyasetini sürdürmede kararlı görünüyor. Yüzyıllık inkar ve imha geleneğinin devamcısı olan AKP bir milim şaşmadan bu geleneğe sadakatini sürdürüyor. Bu sadakat AKP’nin başını fena yakacak. Ne kadar farkında bilinmez ama AKP baş aşağı bir gidişi yaşıyor. Çözülme ve dağılma alametleri gösteriyor. AKP tasfiye politikasından vazgeçmez ve Kürt sorununu demokratik müzakere yöntemiyle çözmezse eğer, tıpkı önceki hükümetler gibi tarihe karışıp gidecektir.
Tarihi Newroz açıklamasından sonra AKP’nin İzleme Heyeti’nin gözetiminde İmralı’da müzakereyi resmi başlatması gerekirken, Akdoğan’ın, “HDP süreci zehirledi” türünden yaptığı açıklamalar ve birkaç gün sonrasında “PKK silah bırakmadan bu iş olmaz” diyerek işi yokuşa sürmesi, Davutoğlu’nun da aynı söylemi sürdürmesi, AKP’nin çözüm sürecine ne kadar taktik yaklaştığını, süreci nasıl araçsallaştırdığını ve zamana oynadığını çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Davutoğlu ve Akdoğan’ın “çözüm sürecine stratejik yaklaşıyoruz” söylemleri uygulamalardan anlaşılıyor ki esas olarak sürece taktik yaklaşımlarını gizleme çabalarıdır. HDP’nin tek ‘suçu’ AKP’ye demokratik siyaseti dayatmaktır. AKP açısından bu büyük bir suçtur. Çünkü HDP bunu yaparak AKP’nin bütün suçlarını ve kirli hesaplarını açığa çıkarıyor, görünür kılıyor. HDP, AKP’ye dürüst olmasını, toplumu kandırmaya çalışmaktan vazgeçmesini, tüm Türkiye halklarının kaderini doğrudan ilgilendiren Kürt sorununu iktidar hesaplarına kurban etmemesini, bu tutumunu sürdürdüğü müddetçe karşısında her zaman büyük bir mücadele gücü olarak halkları, Alevileri, kadınları, gençleri, emekçileri, ezilenleri ve dolayısıyla HDP’yi bulacağını belirtiyor ve AKP’yi çok ciddi uyarıyor. Sahte ve ucuz politikalarla kendisini ayakta tutmaya çalışan AKP, gücünü halktan, demokratik siyasetten alan HDP’nin toplum üzerindeki etkisinden korkuyor ve bütün gücüyle HDP’ye saldırıyor.
Demokratik çözüme, sorunu müzakere etmeye niyeti olmayan AKP, her gün bir bahane ve gerekçe üreterek çözümden kaçıyor. 7 Haziran’a kadar süreci kotarmaya, idare etmeye çalışıyor. Çok iyi biliyoruz ki AKP seçim sonrası için büyük bir savaşa çok kapsamlı bir hazırlık yapıyor. Molotofu, maske takmayı suç sayan, polise, valiye her türlü yetkiyi veren, polisin silah kullanmasını yasalaştıran ve yeni bir olağanüstü hal sürecini başlatan AKP, iç güvenlik adındaki savaş yasasıyla Meclis’te resmi olarak savaş kararı çıkarmış oluyor. Bu yasayı çıkarırken AKP’nin şu gerçeği hesaba katmış olması gerekiyor; molotof, sapan ve bilye kullanan geçlere karşı polis silahla saldırırsa, gençler bu defa polisin karşısına sadece molotof, sapan ve bilye ile değil, daha etkili savunma araçları ile çıkacaklardır. Silaha karşı meşru savunmalarını en güçlü bir biçimde yapacaklardır. Aklı çalışan her insan bunun böyle olacağını çok iyi bilir. Herhalde hiçbir genç kendisini kuzu kuzu mermilerin önüne atmayı düşünmez. Savunmasız bir halde öldürülmeyi beklemez. AKP tarihten zırnık ders çıkarmadan aynı savaş nakaratlarıyla sıcak koltuğunda oturacağını zannetmenin gafletini yaşamaya devam ederse çok büyük yanılacaktır. Öyle anlaşılıyor ki halen AKP Türkiye ve bölge gerçeklerine gözünü kapatarak Erdoğan ve Akdoğan zihniyetiyle yol almaya çalışıyor. Akdoğan, “HDP Meclis’e girmezse kıyamet kopmaz. Çözüm süreci devlet politikasıdır” diyor. Bunu diyerek büyük bir demogoji yapıyor ve aklının sadece Kürtleri ve toplumu aldatmaya, tasfiye siyasetinde yoğunlaşmaya çalıştığını itiraf etmiş oluyor.
HDP Meclis’e girmezse nasıl bir kıyametin kopacağı, Meclis’ten geçen iç güvenlik paketiyle çok iyi netleşmişken Akdoğan, demogoji yaparak AKP’nin kirli savaş planlarını ve kaos senaryosunu beceriksiz bir biçimde Türkiye toplumundan gizlemeye çalışıyor.
Halbuki HDP Meclis’e girmezse ne olacağı dünden bellidir; AKP Meclis’ten çıkardığı savaş konseptini derhal uygulayacak, Türkiye büyük bir kaos ve iç savaşın içerisine girecektir. Zaten AKP’nin iç güvenlik yasasıyla amaçladığı da böyle bir sondur. AKP savaş planını uygulamak için HDP’nin baraj altında kalmasına gayret ediyor. Dikkat edilirse Erdoğan’ın konuşmalarından sonra Ordu harekete geçti, Mardin ve Güney Kürdistan sınır hatlarında askeri operasyonları ve saldırıları yoğunlaştırdı. Erdoğan ve Akdoğan’ın açıklamalarıyla eş zamanlı gelişen askeri operasyonlar kuşkusuz tesadüf değildir. AKP, seçim öncesi bir savaş ve şiddet ortamı yaratarak, müzakere yapmamayı, HDP’yi kendisinin oluşturduğu gündeme çekerek yıpratmayı ve seçim sonrası savaş konseptini uygulamanın ortamını oluşturmayı hedefliyor.
Erdoğan mevcut durumda Ordu yoluyla büyük bir provokasyon harekatı başlatmış durumdadır. Bu haliyle paralel yapı ve İran başta olmak üzere kirli hesap peşinde koşan her türlü gücün provokasyonuna da ortam hazırlanmış oluyor.