Fehmi Koru*
Önemli olaylar kişilerin özel tarihlerine de geçiyor.
Amerika’da bir dönem insanların karşılaştıklarında birbirlerine hemen sorduğu soru, ”Kennedy vurulduğu anda sen ne yapıyordun?” sorusu olurdu.
Sanıyorum, uzun bir süre, bizler de, birbirimize, ”Darbeye kalkışıldığını nasıl öğrendin, o sırada ne yapıyordun”sorusunu yönelteceğiz.
Kendi cevabımı hemen vereyim: Bir dostum telefonla haberdar etti İstanbul ve Ankara’da bazı olağanüstülükler yaşandığından ve ben o sırada ‘Noriega: Tanrı’nın Favorisi’ adlı filmi izlemekteydim.
Ticari ve askeri amaçlar açısından hayati öneme sahip yapay su kanalı bulunduğu için ABD’nin Latin Amerika’da gözbebeği olan Panama’nın CIA’den maaşlı askeri diktatörüydü Manuel Noriega (1983-1989).
Filmde Bob Hoskins başrol oynuyor…
Telefon geldiğinde, ben, ABD destekli bir ‘darbe girişimi’ni ekranda izliyordum.
Emin olun doğru söylüyorum. Tesadüf veya tevafuk diyebilirsiniz.
Sokağa çıkınca her şey farklı olmaya başlıyor
Türkiye’yi Almanya’da başarılı bir şekilde temsil ederken ‘Ermeni yasası’ çıktı diye merkeze çağrılan ülkemizin önde gelen diplomatlarından büyükelçi Hüseyin Avni Karslıoğlu ordunun ‘darbe girişimi’nden hepimizden geç haberdar olmuş…
Olur olmaz da sokağa fırlamış…
”Yanıma geçmişten tanıdığım ve darbe-karşıtı olacağını düşündüğüm birkaç arkadaşımı almaya çalıştım; baktım, hepsi mazeret icat ediyor, ben de yeğenimle yola çıktım” diye anlattı bana gecesinin başlangıcını…
Yolda benzin istasyonları, ATM’ler ve marketler önünde bayağı korkutucu kalabalıklar görerek ilerlemişler…
”Hedefimiz Meclis’in ön veya arka kapılarından birine gitmekti, ama Genelkurmay kavşağına geldiğimizde yolların askeri araçlarla kapatıldığını gördük” dedi.
O gelene kadar kavşakta birkaç bin kendisi gibi ‘darbe-karşıtı’ birikmiş… Beyaz uzun saçlarıyla dikkat çekici bir tip olduğu için tanıyanlar çıkmış; ”Aaa, büyükelçimiz de burada” diye kalabalık şöyle bir dalgalanmış…
Çok mutlu olmuş onu görünce insanlar…
”Ben o güne kadar kendimi hep ‘Anti-militer değilim, askerimi seviyorum; ancak anti-militaristim, askerin vazifesi olmayan işlere karışmasına karşıyım’ diye tanımlardım. Bırakın darbeyle yönetimin değiştirilmesini, ülkemde darbe yapılabileceği fikri bile beni çileden çıkarmaya yetti” derken gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüyüşündeki tuhaflık dikkati çekmeyecek gibi değildi. Duymamıştım, meğer o gece Genelkurmay’ın önünde duran zırhlı araçtan açılan ateşte bir kurşun da onun payına düşmüş…
”Birkaç bin kişilik bir grup olmuştuk. Karşıdan ateş açıldığında ben de diğerleri gibi saklanacak bir yer aradım ve bir ağacın arkasına yerleştim. Önce biraz ötede başı kapalı bir genç kızın yere yığıldığını gördüm; ne olduğunu anlamaya çalışırken belimin altında bir yerde hafif bir sancının kıpırdadığını fark ettim. Aklıma gelen ilk düşünce ‘Herhalde kurşun sıyırıp geçti’ oldu. Biraz sonra ağzımın kuruduğunu hissettim, pantalonumun sağ tarafında kan lekesi de yayılmaya başlamıştı. Etraftan koşanları gördüm. Beni apar topar Numune Hastanesi’ne götürecek ambulansa attılar…”
Hastanede tanıyan çıkmamış, herhangi bir ‘darbe-karşıtı’na yapılan muameleyi görmüş. ”O gece boyunca sayısız insan hastaneye getirildi; çoğu ağır yaralıydı. Kurşun belimin altından girmiş kaba etimden dışarı çıkmıştı ve yürüyebilecek haldeydim; ama yine de doktorlar ihtiyaten geceyi orada geçirmemde ısrarlıydılar. Yeğenime yeni pantalon getirtip, kimliğimi de açıklayıp benden daha fazla ihtiyacı olanlara bırakmak üzere yatağı terk ettim” dedi.
Yaralı Karslıoğlu hastanede
Israrımız üzerine açtı yarasını gösterdi. Kurşunun girip çıktığı iki taraftaki kapkara lekeler benim de içimi kararttı.
Tek yandığı, hedefi olan Meclis kapısına kurşunlanması yüzünden ulaşamamasıydı…
Halkının üzerine ateş açan darbecilerin o geceki kurbanlarından biri de büyükelçi Karslıoğlu olmuştu.
Darbe bildirisine demokrasiyi koruma amacını yerleştirmeyi unutmamış darbeciler; ama demokrasinin temsil edildiği kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bomba yağdırabildiler…
Amaçlarına ulaşsalardı, herhalde Türkiye’yi, yaklaşık yarım asır gecikmeyle, Irak’ta ve Suriye’de denenmiş, her iki ülkeyi bugünkü acınası durumuna getirmede en büyük payın sahibi ‘Baas rejimi’ türü bir oldu-bittiyle tanıştıracaklardı.
Büyükelçi Karslıoğlu o geceyi Ankara’da böyle yaşadı.
İstanbul/Kısıklı’dan gözlemler
İstanbul’da ”Darbe oluyor” haberini işitir işitmez kendisini dışarıya atıp o hızla aracını Üsküdar/Kısıklı’ya, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın evine kadar süren bir dostum da yaşadıklarını ”Hayatımın gecesiydi” diye aktardı bana.
O gece evin etrafında her zamankinden daha kalabalık bir polis koruması varmış… ”Öğrendiğime göre, zaten orada görevli olanlara ek olarak, başkalarını korumakla görevli ne kadar polis varsa, Emniyet, çoğunu Kısıklı’ya göndermiş…” dedi.
‘Kimse gelmese de ben orada olmalı ve kendimi siper etmeliyim’ düşüncesiyle yola çıktığı ve vardığında henüz yeni yeni insanların koşarak geldiğini gördüğü için sevinçliymiş… ”Nasıl oldu anlayamadan binlerce insanın etrafımda biriktiğini arş-ı âlâya yükselen sloganlarla birlikte fark ettim. Kararlı bir kalabalıktı” diye anlattı ilk hislerini.
”Yaşlı başlı insanlar, hani ‘kamburu çıkmış’ denir ya, o durumda ihtiyar kadınlar vardı. Gözlerinden kararlılıklarını okuyordum. İlk gelenlerden olduğum için kapıya yakın yerde konuşlanmıştım. Önlere doğru yürüyen bir teyzenin, karşısına çıkan sivil kıyafetli korumaya, ‘Evlâdım, çatışma çıkarsa sen benim arkama saklan; biz nasıl olsa yaşayacağımız kadar yaşadık, burada ölürsem belki şehit olurum’ dediğini işittim.”
İki soru
Ertesi gün gelişmeleri televizyonlardan izleyen bir dostumla karşılaştım. Bütün geceyi uykusuz geçirdiği gözünün altındaki karalardan belli oluyordu.
”Benim anlayamadığım ve 12 saattir kafamı kurcalayan iki soru var; bunlara eminim sen de cevap veremezsin” dedi bana.
İlk sorusu şuydu: ”Türkiye asker-siyaset ilişkileri için 1960’dan beri yerli-yabancı çok sayıda araştırmacıya laboratuvar işlevi gördü. Bir kütüphane oluşturacak kadar kitaplar yazıldı bu konu üzerine, araştırmalar yapıldı, tezler oluşturuldu. Afedersin ama, dün geceki rezaletle o yazılanlar birbirine uyumlu mu sence? Neydi bize yaşattıkları?”
Ardından daha zor ikinci soru geldi: ”Bizde askerlik erkekler için zorunlu; büyük çoğunluğumuz ‘asker ocağı’na gidiyoruz. Babalar çocuklarını gönderirken ‘Ya şehit, ya gazi’ diye gönderiyorlar. ‘Peygamber Ocağı’ da değil mi ordumuz? Bizim bildiğimiz, milletimizin askerine gözü gibi baktığıydı… Peki ne oldu da, besbelli üstlerinin verdiği emre uyan erlere yine bizler o kötü muameleleri reva gördük? Er olarak askerliğimizi şimdi yapıyor olsaydık, belki bizi de köprüye götüreceklerdi. Eeee?”
Sorularına cevap veremedim dostumun.
Bu yazı fehmikoru.com sitesinden alınmıştır