25 Ekim 2010 03:00
T24 - Dört yıl önce kiralık bir arabayla çıktıkları yolculukta 7 kişi öldürdükten sonra yakalanan Yiğit Bekçe (33) ve Mehmet Karahasan (28) Ankara Sincan Cezaevi'ndeler. Hâlâ görüşen iki katil o dönem yaşadıklarını, pişmanlıklarını, cinayetleri neden gerçekleştirdiklerini anlattı. Bekçe ve Karahasan işlerdikleri cinayetler üzerine fazla konuşmak, düşünmek istemediklerini belirterek, "Bunun cevabını bildiğimi nereden çıkardın? Kendime cevap veremiyorum, sana ne diyeyim…” dediler.
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın " Türkiye'nin ilk spree katilleri" başlığıyla yayımlanan (24 Ekim 2010) yazısı şöyle:
Bir günlüğüne karanlık bir dünyadan oda kiraladım. Durumu en iyi böyle anlatabilirim. Eğer o odanın üstüme bir kutu gibi kapanmasını istemiyorsam, soğukkanlı olmalıydım. 'Soğukkanlılıkla, soğukkanlılıkla' diye yineledim kendi kendime. Truman Capote'yi anmanın ve anlamanın tam sırasıydı çünkü birazdan onun 1959'da yaptığı gibi iki katille karşı karşıya oturacaktım.
Yiğit Bekçe (33) ve Mehmet Karahasan (28) Adapazarı’nda yaşayan iki gençti. Dört yıl önce bir bayram vakti kiraladıkları arabayla 53 saatlik bir yolculuğa çıktılar. Bursa, İzmit, Ankara, Mersin ve Adana’da tesadüfen karşılarına çıkan 7 kişiyi pompalı tüfekle öldürdüler. Neden? Gerçek cevabı bulmamın aslında imkânsız olduğunu biliyordum. Önemi yok. Hrant Dink’in eşi Rakel’in, cenaze töreninde söylediği “bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiç bir şey yapılamaz kardeşlerim…” sözüydü beni Ankara Sincan Cezaevi’ne getiren. Cezaevi memurlarından biri otoparkta iliştiğim kaldırımın yakınına gelip “Buyrun gidelim…” dediğinde randevu saatime sadece 15 dakika kalmıştı. Birazdan karanlık dünyanın kiralık odasında buluşacaktık.
Bekleme odası tuhaf bir yer… Bir hastanedeyseniz ziyaretçiler olarak hastalık konuşursunuz. Bir cezaevinin bekleme odasıysa eğer orası, konu suçtur: “Sizinki niye içeride?” “Karşılıksız çek…” “Parayı yatırmazsanız babanız daha yatar…” Hastanede ilaç tavsiye olunur, cezaevinde avukat. Hastanede ameliyatın saatlerini sayarsınız, cezaevinde bağışlanmanın yıllarını… Sincan, içinde farklı tip cezaevlerini barındıran devasa bir kompleks. Bir binadan diğerine yürüyerek ulaşmak söz konusu değil. O yüzden sapsarı renge boyanmış bekleme odasını dolduran insanlar olarak belli aralıklarla gelen eski tip bir otobüse biniyoruz. Cezaevi dolmuşu bu… Her durakta şoför uyarıyor: “Açıkta inecekler…” “L Tipi yolcusu kalmasın…” Otobüste çalan pop şarkısı “Üzeni unutur, unutulur gider. Herkes kendi kaderini çizer” diyordu. Türkiye’nin bu ilk hızlı seri katilleri (spree killer) Yiğit Bekçe ve Mehmet Karahasan, F Tipi Cezaevi’ne düşmelerine sebep olan kaderlerini nasıl çizmişti? Hürriyet yazıişleri dört yıl önce, cinayetlerden hemen sonra bu sorunun cevabını bulmamı istemişti. Önce Adapazarı’na, oradan Yalova’ya, oradan da Gemlik’e gitmiş, Karahasan ve Bekçe’nin hayat adımlarından arta kalan kırıntıları toplamaya çalışmıştım.
Bekçe ilk suçunu 17 yaşında işledi. Sabıka dosyasında adam yaralama, gasp, hırsızlık gibi suçlar var. Zaten Ekim 2006’nın sonunda cereyan eden cinayetler silsilesi, Bekçe’nin Gemlik’teki bir hasmını yaralamasıyla başlar. Yalova’daki annesinin kapısını çaldığımda konuşacak hali olmayan ama öfkeli bir kadınla karşılaşmıştım. Beni içeri davet etmemiş, kapı aralığından “Yiğit zor bir çocuktu, sorunları vardı, uyuşturucu kullanıyordu” demekle yetinmişti.
Önce aileleri anlatmıştı
Mehmet Karahasan’ın durumu biraz daha farklıydı. 14 yaşında ablasına sarkıntılık ettiğini düşündüğü varlıklı bir ailenin oğlunu öldürmüştü. Akşamüstü Adapazarı’nda boyasız bir apartmanın giriş katında misafir olduğum evde Karahasan ailesiyle tanışmıştım. Baba Osman Bey oğlunun 14 yaşında işlediği ilk cinayetten sonra halim selim bir genç olarak hayatına devam etmeye çalıştığını ama sabıkalı olduğu için iş bulmakta zorlandığını anlatıyordu. Ona göre Mehmet’in temel sorunu buydu. O akşam perişan halde bir koltuğa dizilmiş beş ablası Mehmet’i anlatmıştı bana: “Biz ona Boncuğum derdik. Karısına, annemize mutfakta yardım eden, ütü yapmayı seven evcimen bir çocuktu. ” Baba Karahasan, beni uğurlarken aklıma kazınsın istediği o cümleyi her kelimenin üstünde nefes alarak tane tane söylemişti: “Biz namazımızda niyazımızda bir aileyiz. Mehmet’ten çok ölen insanlara üzülüyoruz.”
Cezaevi dolmuşu ilk görüşmeyi yapacağım Yiğit Bekçe’nin kaldığı 1 No’lu F tipinin önünde durduğunda arkama dönüp baktım. Bomboş… Araçta ben ve bana eşlik eden memurdan başka kimse kalmamıştı. F tipinin sık sık ziyaretçisi olmuyor belli. Bekçe’nin bu görüşme için şartları bana önceden bildirilmişti: Fotoğraf çekilmeyecek, ses kaydı yapılmayacak. Sadece kâğıt ve kalem. Cezaevinin kuralları ise başkaydı: Görüşme sırasında güvenlik için dört memur bana eşlik edecek. Pembeye boyanmış demir parmaklıklarla ayrılmış iki koridor geçtikten sonra bir odaya alındım. “Yiğit hazırsa, getirin” dedi müdür bey. İşte başlıyoruz…
Gazetecilere öfkeliyim
Yiğit Bekçe siyah eşofman takımıyla odaya girdiğinde öfkeliydi. Gazeteci milletinden hazzetmediğini acilen bana belli etmek istiyordu: “Mahkemeye götürülürken burnuma mikrofon dayayanlara tekme attım ama uyuşturucunun etkisi altındaydım. Bütün kan tahlillerinde çıktı zaten. Ama ben gazetecilere kızgınım” dedi. Müdür Bey, “Sen kabul etmedin mi bu röportajı Yiğit, kabul etmeseydin gazeteci hanım gelmezdi” diye araya girince, sustu.
Bana döndü, “Sen sormadan ben söyleyeyim, neden yaptık onu merak ediyorsun değil mi? Onun için geldin bunca zaman sonra…” Evet öyle. “Bunun cevabını bildiğimi nereden çıkardın?
Kendime cevap veremiyorum, sana ne diyeyim…” Aslında ben 53 saat süren o meşum olaydan başlamak istemiyordum. Ama Bekçe öyle tercih etti: “Benim vicdanımın yarısı rahat. Evet katilim, çok kötü şeyler yaptım ama o cinayetlerin yarısı bana ait.”
Mehmet’le mektuplaşıyoruz
Söz ister istemez Mehmet Karahasan’a gelmişti. Mahkemede suçu birbirinin üstüne atan bu iki kişinin arası şu anda nasıl? Birbirleri hakkında ne düşünüyorlar? “Bana Mehmet’in cinayetleri anlattığı bir videoyu izletmişlerdi ilk zamanlar. O anda delirdiğimi hatırlıyorum çünkü doğru söylemiyordu. Kindar bir insanım ama Mehmet’i affettim. Şu anda mektuplaşıyoruz. Geçen gün bana bir fotoğrafını bile gönderdi.”
Yiğit Bekçe hâlâ tek kişilik odada kalıyor, günde bir saat odasının önündeki küçük avluya çıkıp hava alıyor. “Dört yıldır neler yaşadığımı bir ben bilirim. Bana en çok koyan ne biliyor musun? İnsanların bana iğrenç bir böcekmişim gibi bakması. En büyük ceza bu, ölsem o bakışlar kadar acı vermezdi. Burada cezamızı çekiyoruz anlayacağın, herkesin içi rahat olsun…”
Pişman mısın diye sormayacak mısın?
Mehmet’le nasıl tanıştınız?
Uyuşturucu ortamında. Bazen boş bir inşaatın içinde buluşulurdu, bazen bir arkadaşın yerinde. Orada muhabbet arasında 14 yaşında cinayet işlediğini söyledi. Benim de benzer hadiselerim var ya… Öyle anlaştık.
Olaylardan ne kadar önce?
Bir sene olmamıştır tanışalı. Annem Yalova’da yaşıyordu, ben bir kadın arkadaşımla Akyazı’da. Bu olaylar olmasaydı evlenecektim zaten. Mehmet’le eşi bir Ramazan’da bize iftara gelmişti. Annesini, babasını hiç görmedim.
Siz Gemliklisiniz değil mi?
Evet. Çocukluğum da orada geçti. İki ayrı grup vardı gençler arasında. Bir kısmımız eski sahile, bir kısmımız yeni sahile takılırdı. Bizi Balıkpazarı ayırırdı. Beni hep arkadan vurdular biliyor musun? Bense beni vuranları Gemlik meydanının ortasında. Kendimi böyle gösterdim. Sen benim babam nasıl öldü biliyor musun?
Siz küçükken vurulmuştu?
Bir deli bıçakladı babamı. Akli dengesi bozuk bir adam rastgele önüne geleni bıçaklamaya başlamış sahilde. Üçüncüsü hamile bir kadınmış, dördüncüsü babam.
Ortaokul mezunu musunuz?
Bitirmedim. Ama keşke okusaydım desem yalan olur. Okuyacak çocuk değildim. Çantayı bir tarafa atar, sonra başka tarafa koşardım.
Nasıl geçiniyordunuz?
Seracılık yapıyordum.
Annenizle aranız nasıldı?
Annem benim için en çok uğraşan kişidir. Beni uyuşturucudan kurtarmak için elinden geleni yaptı. AMATEM’e yatırdı, ben camı kırıp aşağı atladım, kaçtım.
Kaç yıldır uyuşturucu kullanıyordunuz?
Çok. Ama bazen ara verirdim. O zaman kendimi bir cuma namazında bulurdum. Annem de kız kardeşlerim de namaz kılardı. Onlara baka baka öğrenmiştim. Şimdi normal biri olmaya çalışıyorum, sigarayı bile bıraktım. Ama burada kolay değil, insanların bana bakışları, sözleri… Bazen odada dururken o sözler kulağımda dolaşıyor. Şizofren mi olduk diyorum.
Kitap okuyormuşsunuz burada…
Evet dini kitaplar. İnanmaz gibi baktın… O kadar iğrenç biriyim ki, dini kitap okuyamam değil mi? Polisiye, cinayet romanı mı okuyacaktım, dini kitap okuyorum.
Elinizdeki dövmelerin bir anlamı var mı?
Geçmiş bitmiş bir şey, dövmeler eskidi.
Ziyaretinize gelen oluyor mu?
Annemle dört ay önce görüştük. Kız kardeşlerimi 1 senedir görmüyorum. Kocaları izin vermiyordur belki ama bana “Çoluk çocuk peşindeyiz, ondan gelemedik” diyorlar. Bu geçen bayramda geleceklerdi, gelmediler.
Anneniz sizi ilk ziyaret ettiğinde ne dedi?
Nasıl yaptın, nasıl, nasıl… Dört yıldır bütün görüşmelerimiz bu soruyla başlıyor ve biliyorum 10 yıl sonra da öyle olacak.
Siz ne cevap veriyorsunuz ona?
Oldu işte diyorum… Pişman mısın diye sormayacak mısın?
Pişman mısınız?
Pişmanım, bu acıların çekilmemesini çok isterdim.
Spree katil kime denir
İngilizce spree kelimesinin anlamı cümbüş, âlem. Türkçe’de spree katilin tam karşılığı yok. FBI’a göre spree katil, birden fazla kişiyi çok kısa sürede farklı yerlerde öldüren kişidir.
Seri katilden farkı kurbanlarını rastgele seçmesi, cinayetlerin birkaç gün ya da saat içinde gerçekleşmesidir. Hızlı seri katiller genellikle erkek olur.
Cinayetlere bazen ailelerinden, bazen iş arkadaşlarından başlarlar. Bazen de sokakta karşılarına çıkan kişileri hedef alırlar. Cinayetleri tetikleyen bir olay mutlaka vardır.
Cinayetler başladıktan sonra karşılarına çıkan her kişide hayatta onları reddedenleri, hayal kırıklığına uğratanları görmeye başlarlar. Böylece hayattan intikam aldıklarına inanırlar.
Şimdi sırada Mehmet Karahasan var. O da fotoğrafının çekilmesini istemiyor ama söylediklerini kaydetmeme izin verdi. 2 No’lu F tipinin kütüphanesinde, uzun bir dersliğin kısa kenarında, karşılıklı oturduk. Sakin ama huzursuzdu.
Sizin anlatmak istediğiniz bir şey var mı, önce oradan başlayalım…
Ailemle görüşen gazeteci sizmişsiniz galiba olaylar olduğunda. Sırf onun için kabul ettim bu röportajı. Yoksa böyle bir şeyi anlatmak… İnsan nasıl anlatabilir yaptıklarını, ettiklerini? Merak ettiğiniz şeyi sorun.
Neden yaptınız?
Neden yok. İlk Gemlik’teki olayda husumet vardı.
Ondan sonrası… Bursa, İzmit, Mersin, Adana, Ankara?
Ondan sonrası da çözülecek bir şey değil işte. Soruyorsunuz, anlat diyorsunuz da olacak iş değil.
Hiçbir işi başaramadım
Anlatabileceğiniz şeylerle devam edelim… Eğitim durumunuz nedir?
Ortaokulu imam hatipte okudum. Liseye devam edemedim çünkü 14 yaşındayken cezaevine girdim. Çıkınca da uzun bir süre geçmişti aradan. Devam etmek nasip olmadı.
Ablalarınız sizden ‘çok evcimendi, sakindi’ diye bahsetmişti…
Ne söyledilerse doğrudur. Kalabalık bir ailenin içinde Akyazı’da büyüdüm. Sosyal çevremiz nasıl diyeyim, orta gelirli insanların olduğu bir çevreydi. Babam market çalıştırıyordu, annem ev hanımıydı.
Sizden sonra doğan erkek kardeşinizin ablanıza evlatlık verilmesi hadisesini hatırlıyor musunuz?
Evet ablamın yanında yaşıyor kendisi, onun evladı gibi. Ben o zaman 4 yaşındaydım, o 25 günlükken gitti. Bilincindeydim olayın. O da 5-6 yaşlarına geldiğinde öğrenmişti.
İlkokulda, ortaokulda nasıl bir öğrenciydiniz?
Çok çalışkan olmasam da üst sıralarda yer aldığım olmuştur. Okurken kendi ütümü kendim yapardım. Tertipli, düzenli, temiz olmayı severim.
Sonra ne oldu da 14 yaşında o cinayeti işlediniz?
İşin açığı… Benden bir büyük olan ablama, bir tanesi musallat oluyordu. Aileler barıştırmaya çalıştı. O zaman da biraz asabiyet vardı bende. Sürekli çatışmalarımız oldu karşı karşıya geldiğimiz zaman o kişiyle. Günün birinde markette cinayet gerçekleşti işte.
Babanızla çatışır mıydınız?
Babamız sinirli, genelinde asabi bir insandır. Ama aram hep iyiydi. Küçükken yaramazlık yaptığımda yemişimdir dayağı, yoksa iyiydi. Annem de evlatlarını çok seven normal bir annedir. Ben cezaevinden çıktığımda 18 yaşındaydım. Büyüklerimiz Akyazı’da kalmamamızı uygun gördü. Ben annem babamla Yalova’ya taşındım, ablalarım Akyazı’da kaldı.
Hangi işlerde çalıştınız?
Cezaevinden çıktıktan sonra toplum insanı dışlıyor, benimseyip içine almıyor yani. O yüzden bayağı bir değişik işlerde çalıştım. İzmir’deki ıslahevinde konfeksiyon eğitimi almıştım, bir süre onu yapmaya çalıştım. Başaramadım. Ondan sonra Yalova’daki elyaf fabrikasına işçi olarak girdim. Onu da başaramadım.
Niye başaramıyorsunuz?
İnsanın üstüne biraz fazla geliyorlar. 50 senedir yapılmayan bir işi tutup bana yaptırmaya çalıştılar, sırf dışlamak için, sabıkalıyım diye.
En son işte oradan ayrıldım, tazminatı aldım. Hemen sonra olanları biliyorsunuz zaten…
Fabrikadan atıldınız mı?
Baskıya dayanamayıp ayrıldım. Eski hükümlü kadrosunda çalışıyordum. Gitsin de nasıl giderse gitsin diye bakıyorlardı.
Ailem birbirine bağlıdır
Hayattaki en büyük hayaliniz neydi?
Asker olmak. Zaten askeri akademiye devam etmek için imam hatibi bırakmıştım. Düz liseye kaydımı yaptırdım ki oradan askeri liseye geçecektim. 10 gün vardı okulların açılmasına. Marketteki cinayet oldu, hapse düştüm, gidemedim. Ama askerliğimi takdir belgesiyle bitirmişimdir. Diyarbakır’da havacıydım.
En yakın arkadaşınız kim?
Sır paylaşacağım kimsem olmadı. Ama bizim ailemiz birbirine bağlı bir ailedir. Onlardan hiç dışlama gibi bir tepki görmedim yani.
Yiğit’le nasıl tanıştınız?
Uyuşturucu içilen yerler vardı. Arabada, köşe bir yerde buluşulur, içilirdi. Yiğit’i çok iyi tanımasam da samimi olmuştuk kısa sürede. Birbirimizin sabıkalarını dolaylı yoldan öğrenmiştik zaten. Yiğit’le o yola çıkmamın sebebi hem birbirimizi anlamamızdı hem de uyuşturucu.
Uyuşturucuya nasıl başladınız?
İlk girdiğim çocuk cezaevinde alışmıştım. Sonra da arkadaş çevresiyle devam etti. Annemle babam da fark etmediler. Genç arkadaşların şunu düşünmesi lazım… Bazı şeylere macera gözüyle bakabilirler ama sonu çok kötüye gidebiliyor. Bizim başımıza gelen gibi.
Sizinki macera olarak mı başlamıştı?
Bilincimiz yerinde değildi. Kördük. Artık bu kısımlara girmek istemiyorum.
Siz katil misiniz?
Ben kendimi öyle görmüyorum.
Ama yaptıklarınız katil tanımına uyuyor?
İsteyen istediğini düşünebilir.
O gece rüyama hiç girmedi
Hiç o gece rüyanıza girdi mi?
Yok. Şunu soruyorsanız eğer… Yaptığınız olayların etkisinde misiniz hâlâ diye… Yaptığımız olaylar tarif edilecek bir şey değil. Bir sürü insanın canı yandı. Keşke bir şey olsa da geri alabilsek. Cezaevi koşulları olsun, aldığımız ceza olsun, bizim yaptığımızın yanında bir şey değil. Biz bundan belki daha da fazlasını hak ediyor olabiliriz yani.
Neler olduğunu net olarak hatırlayabiliyor musunuz?
Hatırlamak için kendimi zorlamak istemiyorum.
Cezaevine girdiğiniz ilk günkü halinizle bugünkü haliniz arasında fark var mı?
Çok daha sakinim. İnsan burada, içinde huzur bulamazsa kendini kaybedebilir. Kendinize biraz da olsa huzur yaratmak istiyorsunuz yani. Kütüphanemiz zengin, elime geçen kitapları okuyorum. Kuran da okuyorum.
Arınmak için mi?
Arınmak nasıl bir kelime, onu da tam çözemem kafamda. Bağışlanmak diyelim. Kıyılan insanların ruhunun rahat etmesi diyelim.
Babanız “Mehmet’ten çok ölenlerin ailelerine üzülüyorum” demişti bana…
Keşke o ailelere evlatlarını geri verebilsem. Ben niye o gün oradaydım? Bunu kendime çok soruyorum. İçinden çıkamıyorum. Ölenlere şehit gözüyle bakıyorum. Allahım onları cennetine alsın.
Babanız ve anneniz sizi affetti mi?
Affetti olarak görüyorum ben. İlk buluşmamız biraz karışık, oralara girmeyelim. Arada bir ziyarete geliyorlar ama Yalova’dan burası uzak. En son haziranda görüştük.
Siz cezaevine girdiğinizde eşiniz üçüncü çocuğunuza hamileydi… Gördünüz mü oğlunuzu?
Evet getirdiler. Çok şirin, kocaman olmuş. 5 dakika önce telefonda görüştük eşimle. Bugün ufak kızımın doğum günü. Evde pasta kesiyorlardı ben aradığımda. Orada olamamak çok kötü bir his. Doğum günü var, yanında değilsin, hasta olduğunda yanında değilsin.
Eğer çıkarsanız kaç yaşında olacaklar?
Ben 65 yaşında olacağım, çıkarsam. Oğlum 40 yaşında.
© Tüm hakları saklıdır.