TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonunun 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ziyaretine, Komisyon yönetiminin ‘önceden belirli soruları sorma’ şartı koştuğu için katılmayan BDP’li Sırrı Süreyya Önder, "‘Ne anladınız bu işten? Bu çalışmaya ne katkısı oldu’ diye soracağım" diye konuştu.
Önder, heyetin Demirel ile yaptığı görüşmeyi Radikal'e değerlendirirken, şunları söyledi:
“Yapılan görüşme rutin dışına çıkmamış. Demirel’e rutinin dışında soru sormaz ve verdiği cevaba müdahale etmezseniz, Demirel bir rutinde kalma ustasıdır. İlk toplantıda komisyon üyesi arkadaşlarıma ‘Ne anladınız bu işten? Bu çalışmaya ne katkısı oldu’ diye soracağım. Demirel’in sözüyle ‘Tavuğun cücüğünü güzün sayarlar’. Bakalım elimizde kaç tane cücük kaldı bu sohbetten. Geçirilen süre değil, soru sorma tekniği önemli. 14 saat de kalsalar, soru sorsalar bu uslupla ondan bir tane laf alamaz.”
Önder toplantıya katılsaydı konuşmanın seyrine göre şu soruları yöneltecekti:
* AİHM kararı var. Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu dönemde JİTEM’in elinde ölenler var. Demirel bunların pek çoğununun JİTEM’in elinde olduğu biliyordu. Çünkü aileleri ulaşmıştı. Ama Demirel dönüp bir şey yapamadı, o insanlar JİTEM’in elinde öldü. O zaman bu insanlar için neden bir şey yapmadı?
* Demirel bu kadar uzun bir süre siyasette kalmasına rağmen, daima hakların karşısında statüko ile anlaşma ve uzlaşma, zulme karşı devleti savunma, evrensel hak ve özgürlükler namına bu ülkede bir tek hayırla anılacak işin içinde olmamasının nedenini soracaktım. Bununla bağlantılı olarak Türkiye halklarıyla helalleşme ihtiyacı hissedip hissetmediğini soracaktım.
* Darbelerin Amerika ve CIA ile ilişkisi yok diyor. İhsan Sabri Çağlayangil, “CIA altımızı oymuş” demişti darbelerle ilgili. Kendisine bunu anımsatırdım.
* Deniz Gezmiş’ten söz açılmışken, idama rıza gösteren değil, bizahiti asılmamaları için İnönü ve Bayar’ın gösterdiği çabaları anımsatır, “Bu çabaları reddeden bir kişi olmak ne hissettiriyor?” diye sorardım.
* Demirel, vaktiyle Risale-i Nur’u el yazısıyla çoğaltanların içindeydi. Bunlar ‘Yazıcılar’ diye anılırdı. Daha sonra inanç özgürlüğünün karşısında vesayetin yanında gördük kendisini. Bu günden baktığınızda “Yazıcılık faaliyetine mi üzülüyorsunuz, yoksa inanç ve özgürlüklerin yanında duramamanıza mı?” diye soracaktım.